III. Dünya Savaşı'nın açılış salvolarına mı tanık oluyoruz?

İran ve Pakistan'ın kısasa kısas füze saldırılarıyla Ortadoğu'da tansiyon yükselirken, küçük ama belirgin yerel çarpışmaların yeni bir küresel çatışmayı tetikleyebileceği korkuları artıyor

Yemen'deki Husi mevzilerine yapılan füze saldırılarının ardından, Ortadoğu için en kötüsüne hazırlanma zamanı mı geldi? (BK Savunma Bakanlığı)

Avrupa üst üste bilmem kaçıncı gün, doğudaki birçok istikrarsız bölgeden birinde ölümlere, yaralanmalara ve hasara yol açan, gece gerçekleştirilen hava saldırılarının haberleriyle uyandı.

Son saldırılar Pakistan tarafından İran'ın bir sınır bölgesine düzenlendi ve iki gün öncesinde İran'ın Pakistan'ın bir sınır bölgesine düzenlediği saldırılara misilleme olduğu açıklandı. Her iki saldırıda da bildirilen kayıplar tek haneliydi, yani (basit insan standartlarına göre olmasa da herhangi bir askeri standarda göre) nispeten düşüktü.

Yine de, henüz kuzeyde ve batıda olmasa da doğuda ve güneyde önlenemez bir şekilde büyüyen bir askeri çatışma alanı izleniminden kaçmak zor. İleriye değil de geriye bakacak olursak, 7 Ekim'de Hamas'ın İsraillilere yönelik katliamları ve İsrail'in buna verdiği topyekün askeri karşılık, Gazze Şeridi'nin küçük bir parçasını, yüzlerce kilometre ötedeki bölgeleri de içine alabilecek bir çatışmanın merkez üssü haline getirmiş gibi görülebilir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Uluslararası alanda dile getirilen alarmın şimdiye kadar gerçek tehlikelerle ters orantılı olması bir şeyler öğretebilir. Ekimdeki Hamas saldırılarının ardından, bunun bölgesel bir yangını ateşleyen kıvılcım olabileceği; İran'ın (muhtemelen güney Lübnan'daki vekili Hizbullah aracılığıyla) her an doğrudan müdahil olabileceği ve çok geçmeden bir sonraki dünya savaşının eşiğinde durabileceğimiz yönünde korkunç uyarılar geldi.

Donald Trump'ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapmış John Bolton da dahil Birleşik Devletler'den gelen sesler, ABD'nin doğrudan müdahale edip, İran'dan geldiği düşünülen tehdidi tamamen etkisiz hale getirmesi için bunun bir fırsat olabileceğini öne sürdü.

Ancak böyle bir senaryo, İran'ın doğrudan ya da dolaylı şekilde olaya müdahil olmasını gerektiriyordu ki İran (birçoklarını açıkça şaşırtacak şekilde) bunu yapmadı. İran'ın yüce lideri, İran'ın çatışmaya girmeye niyeti olmadığını açıklarken, Birleşik Devletler'deki savaş yanlıları, ABD başkanlık seçimleriyle kapanacak bir yılın başında belki de yeni bir dış maceraya katkıda bulunmanın tehlikelerinin farkında olarak seslerini çıkarmadılar.

Gazze ve çevresinde başlayan çatışma üç ayda başlangıçta öngörülenden çok farklı yönlere evrildi ve çok daha geniş bir savaşı ateşleyebilecek kıvılcımlar olarak gösterilmekten çok uzak tehlikeler şimdiye kadar çoğunlukla küçümseniyor.

Çatışmalar gerçekten de Lübnan'ın güneyine sıçradı ancak bu Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine daha yoğun saldırıları olarak değil, Hamas'ın başkan yardımcısına ve üst düzey bir Hizbullah komutanına yönelik siyasi suikastlar şeklinde gerçekleşti. İkincisinin sorumluluğunu İsrail üstlendi ancak birincisinin sorumluluğu kabul edilmedi ve hem Hizbullah'ın hem de İran'ın tepkisi sözde kaldı.

Ardından, 10 yıldan uzun süredir Yemen'in büyük bir bölümünü kontrol eden Husilerin, deniz ticareti için kötü şöhretli küresel "sıkışma noktalarından" biri olan Kızıldeniz'den geçen gemilere füze ve drone fırlatmasıyla, alışılmadık gibi görünen bir müdahale geldi. Büyük ölçüde İran tarafından silahlandırılan Husiler, Filistinlilerle dayanışma içinde hareket ettiklerini ve yalnızca İsrail ya da müttefikleriyle bağlantılı gemileri hedef aldıklarını söyledi.

Bu noktada, Avrupa'ya giden ticari gemilerin genellikle Güney Afrika üzerinden çok daha uzun bir rotayı tercih etmeleri üzerine ABD ve Birleşik Krallık (BK) kendilerini bölgesel deniz güvenliğinin koruyucuları olarak atadı ve Yemen'deki Husi mevzilerine füze saldırıları başlattı.

Ancak tüm bu süre boyunca, eylemlerinin Gazze çatışmasıyla hiçbir bağlantısı olmadığı, tamamen seyrüsefer özgürlüğü sebepli ve (Husilerin bir BK savaş gemisine saldırısına) misilleme olduğunda ısrar ettiler. Saldırılarının İsrail'e fiili destek anlamına geldiği yönündeki Husi suçlamalarını açıkça reddettiler ve Husilerin saldırılarını durdurmak için öne sürdükleri koşulun Gazze'de ateşkesi kabul etmek olduğunu çoğu zaman dile getirmediler.

ABD ve BK, Husilerle uğraşırken İran dikkatini daha yakın düşmanlarına çeviriyordu. Son iki haftadır Suriye, Irak ve son olarak Pakistan'da komşu topraklara hava saldırıları düzenleyerek ilgili ülkelerin protesto ve tepkilerine neden oldu. Ancak bu saldırıların daha geniş bir anlam taşıması, sadece İran tarafından değil, ekimde İran'ın düşmanca niyetleri konusunda en yüksek sesle uyarıda bulunanlar tarafından da büyük ölçüde önemsiz gösterildi.

Son günlerde İran'ın komşularına yönelik saldırıları, IŞİD teröristleri, sınırın hemen ötesinde konuşlanan İranlı isyancı gruplar, uyuşturucu çeteleri ve benzerleriyle yaşanan küçük yerel sorunların belirtileri olarak sunuldu. Kısacası bu, İran'ın kendi küçük ölçekli ulusal çıkarlarının peşinde koşmasıydı ve bunun endişelenmeye değer daha geniş sonuçları yoktu.

Ta ki Pakistan'la yaşanan ve çatışmaların hâlâ sınır bölgesiyle sınırlı olduğu ancak nükleer silah sahibi bir ülkeyi nükleer emelleri olan bir diğeriyle karşı karşıya getirme potansiyeli taşıyan son arbedeye kadar. Bu aynı zamanda çatışma alanını genel olarak Ortadoğu olarak kabul edilen bölgenin ötesine, Büyük Ortadoğu ve Güney Asya'ya doğru genişletme etkisi yaratıyor ve Batı, Çin ve Rusya'nın çıkarlarının çakıştığı Afganistan'a sıçrama riski taşıyor.

Bana öyle geliyor ki, halihazırda mevcut olan tüm ayrı anlaşmazlıkların, düşmanlıkların ve rekabetlerin kendi sınırlarına hapsedilebilmesi ve Gazze'deki İsrail-Filistin savaşının bölgesel yangınlar yaratması ancak büyük güçlerden herhangi birini doğrudan içerecek, her şeyi yok eden bir yangın olmaması ihtimali hâlâ mevcut. Husiler ve İran'ın yaptıklarını, genel istikrarsızlık ortamından faydalanarak kendi hedeflerine ulaşmaya çalışmak olarak yorumlamak da mümkün: Husiler Yemen'deki konumlarını sağlamlaştırmak; İran ise esasen yurtdışında bulunan iç düşmanlarına karşı rejimin gücünü pekiştirmek istiyor.

Ancak Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırıları ve rehin almalarıyla başlayan ve İsrail'in verdiği yıkıcı yanıtla devam eden süreçte, uzun yıllardır geçerli uluslararası kuralların artık fiilen askıya alındığı hissi olmasaydı, her ikisinin de şimdi yaptıkları gibi askeri güce başvuracağı belirsiz.

Şimdiye kadar İran, tüm farklı unsurları bir araya getirerek bölgede baskın güç olarak ortaya çıkma fırsatını değerlendirmemekte ısrarcı gibi görünüyor ve bunu yapmak için çok zayıf olabilir. Lübnan'ın güneyinden İsrail'e açık bir müdahalede bulunmadı; görünüşe göre Suudilerle Yemen konusunda barış şansını tehlikeye atmak istemediği için Husilerin eylemlerine mesafeli durdu. Füze saldırıları yakın sınır bölgeleri ve mevcut anlaşmazlıklarla sınırlı kaldı ve iç güvenliği mükemmel olmaktan uzak: Güvenlik şefi Kasım Süleymani'nin ölüm yıldönümünde Kirman'da IŞİD'in üstlendiği son saldırıya ve kadınların başını örtme kurallarıyla ilgili hâlâ süren huzursuzluğa bakın.

Ancak göz ardı edilemeyecek olan şey, Gazze'den yayılan şeyin giderek artan bir serbestlik duygusu, kısıtlamanın azalması ve tüm tarafların silaha başvurmaya hazır olmasıdır. Bu aylara dönüp baktığımızda ne göreceğiz: İsrail ve Filistinliler arasında süregelen ve çözülemeyen toprak mücadelesinin kenarında peşinde koşulan küçük çıkarlar topluluğu mu (farkı olan ve boşa çıkan çıkar ve eylemler grubu) yoksa tarih ders kitaplarında bir sonraki dünya savaşının nedenleri olarak yer alacak, kaçınılmaz şekilde gerginliği artan bir dizi hareket mi?

Çoğu zamanki gibi, en iyisini ummak ama en kötüsüne hazırlanmak akıllıca olacaktır.



https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Çağatay Koparal

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU