Maden kazası mı, yeryüzünün ifsadı mı?

Ümit Aktaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Yeryüzünü hoyratça eylemleri için bir fırsatlar alanı olarak görenler için, insanlar bir sayıdan ibarettir çoğu kez.

Şöyle sorulur mesela: "Kaç oyun var?" ya da "Kaç kişi öldü?" Kişilikler ve kimlikler bu rakamların altında kaybolur gider.

10 asker şehit olmuştur veya 10 madenci göçük altında kalmıştır. Konuşulur bir süre. Yasları tutulur. Birkaç kişi gelir devlet katından, bayraklar asılır ve törenler yapılır. Sözler verilir ve bir süre sonra olup bitenler unutulur gider.

Tabii ki unutmayanlar, unutamayanlar da vardır geride. Yakınlar, dostlar… Ama onlar da suskunlaşır bir süre sonra. Bağırlara taş basılarak, yaşamanın kahrına rıza gösterilir.

Oysa hepsinin bir hikâyesi, hayatın içinde bir yeri, değeri vardır. Her şeyden önce basit bir rakamdan ibaret değildirler.

Ama olayların seyri, politik bakışın hoyratlığı sıradanlaştırır ve rakamlaştırır onları.

Bir operasyona çıkılacaktır ya da bir maden ocağına, vardiyaya gidilecektir. Önlemler yeterli değildir ama kimin umurunda?

Her önlemin bir maliyeti vardır ve rakamlaşan insanların maliyeti bundan daha ucuzdur. Zehirlenen tabiatın, bombalanan köylerin maliyeti de öyle.

Ama devletin sesi ağır basar sonunda. Ve her şey getirilip "mesele vatansa gerisi teferruattır"a, "terör"e ve "beka meselesi"ne bağlanarak yakınmalar, eleştiriler, tepkiler susturulur. Hatta üstüne konuşma yasağı da getirilir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Oysa meseleye farklı biçimlerde de bakılabilir.

Vatanı savunmak için illa ki ölmek mi gerekmektedir?

Farklı ve daha değerli savunma biçimleri yok mudur?

Çatışma yerine müzakerelere gidilemez mi?

Düşmanlık yerine dostluklar geliştirilemez mi?

Bunlar hiç yapılmamış şeyler midir?

Mesela Avrupa'da bir dönem yüz yıl, otuz yıl savaşları gibi savaşlar ve hatta iki "dünya savaşı" yapılmıştı ama şimdi o savaşları yapanlar barış içerisinde yaşamaktalar.

Yüz yıldır çatıştığımız Kürtlerle de neredeyse bin yıl barış içerisinde yaşamadık mı?

Çözüm süreci buna dair bir umudu yeniden yeşertmedi mi?

Kimileri içinse anlaşmazlıkların yegâne çözümü vardır: karşı tarafa boyun eğdirmek, yani savaş.

Ve yine, yeraltı zenginliklerimiz de, her ne yolla olursa olsun yerüstüne çıkarılmalı, paraya tahvil edilmelidir.

Bu esnada o toprağın, ormanların, bitkilerin ve hayvanların hayatının tarumar edilmesinin ise önemi gözetilmez.

Orada da kalınmaz elbette. Köylüler işçileştirilir, ellerine para geçer. Hayvancılığın ve tarımın yerini de zorunlu olarak madencilik alır.

Çünkü hayvanların otladığı alanlarda toprağa ağır ağır işleyen siyanür ve benzeri kimyasallarla toprak üretken niteliğini yitirerek bir maden artığına dönüşür.

Milyonlarca yılın canlı ve üretken hayatı, bu Tanrı vergisi toprak ve maden sanki sadece bir kuşağın kullanımına verilmiş gibi ve salt onların çıkarları için, yerini kirletilmiş bir cürufa bırakır.

Sonra her şey biter, çokuluslu şirketler alacaklarını alarak toprağı metruk, insanları ise acz içinde bırakarak çekip gider.
 


İşin bir başka yönü ise bu işleri yapan firmaların kendi ülkelerinde çevreci olmalarına karşı, Anadolu'ya ve benzeri diğer ülkelere gelince tüm bildiklerini unutarak vahşi kapitalizm günlerine geri dönmeleridir.

Böyle olmasa Fırat'ın hemen dibine o devasa siyanür havuzunu yapabilirler miydi?  

Atık toprağı kayma riskine karşı tedbirsizce yığabilirler miydi?

Bu tür bir uygulamada göz önünde tutulan ise sadece kolaylık ve düşük maliyettir; ama bu, çokuluslu şirketler için.

Onlar, birkaç yıl sonra madeni kapatarak altınlarıyla birlikte çekip gidecektir bu topraklardan ve geride hayat emarelerini yitirmiş binlerce dönümlük bir toprak bırakacaktır.

Felaket ise sadece burayla da sınırlı kalmayacaktır elbette. Yanı başındaki Fırat üzerinden tüm Mezopotamya havzasını da kirletecektir bu atıklar.

Sormak gerekmez mi: "Size bu hakkı kim verdi" diye; "Yeryüzünü ve gökyüzünü kirletme, toprağı ve ırmakları zehirleme, arzı ifsat etme hakkını nereden aldınız?" 

Kendilerini yeryüzünün egemeni ve yapıp ettiklerine karşı sorumsuz hissedenler, eleştiriye ve öğüde kulaklarını tıkayanlar ise hırsları, çıkarları ve kibirleri nedeniyle toprağı ve toplumu ifsat etmekten başka bir şey yapmazlar.

Anadolu'yu süsleyen binlerce tarihi kalıntı aslında buna dair trajik hikâyeleri anlatır bize. Bunları okumak ve anlamak içinse gören gözler, duyarlı kalpler gerekir.  

Meselenin en üzücü yanı ise bu konularda duyarlı ve dikkatli olması gerekenlerin, Allah'a ve topluma karşı sorumluluk duygusu içerisinde olduğunu öne süren, bunun mücadelesini verenlerin, dolayısıyla da Allah'ın bize emaneti olan tabiatı korumakla yükümlü olanların türlü endişelerle ve gerekçelerle bu hoyratlıklara karşı suskunlukları ve hatta tasvipleri.

Hakikati sadece siyasal kutuplaşmaya, ötekinin bakış açısına göre tanımlayan bu bakış, çoğu yerde kendine bile muarız bir pozisyona düştüğünün farkında bile olmayan bir abesliğe düşmekte.

Kimisi fark etmiyor bunu belki, kimi önemsemiyor, kimisi ise çıkarları gereği susarken,  kimisi de salt ötekine olan hıncıyla bilerek bu zalimlikleri onaylıyor.

Oysa olaylara bu tür tepkisel, hınçlı ve yandaş bir bakış yerine hakikati esas alan ve asla vasatlaşmayan bir zihinle bakılabilse ve bunun sonuçlarına katlanılabilse, ülkenin mevcut çıkmazlarından birçoğu aşılabilecek.

Zira mevcut egemen anlayış ancak bu gibi kimselerin sessizliğiyle ve hatta gönülsüz de olsa onayıyla onca kötülüğü rahatlıkla ve hiçbir endişeye kapılmaksızın sürdürebiliyor. 

Bir yandan ucubeleşen bir şehirleşme, öte yandan hoyratça kirletilen tabiat, geride kalanlara nasıl bir hikâye anlatacak acaba?

Ve bu yeni kuşaklar, kendilerine miras bırakılan bu tabiatın kirletilmesi karşısında suskun kalanlara hangi hissiyatla yaklaşacaklar?

Zira bu kuşağın suskunluklarının ceremesini bir veya iki kuşak sonrası ödemek zorunda kalacak. Bu suskunluk, bu körlük bağışlanabilecek mi?

Ya bunun tabiata ve topluma maliyeti, geri çevrilemezliği? Birkaç ton altın bunun maliyetini karşılayabilecek mi? Gelecek kuşaklara nasıl izah edilecek bütün bunlar?

Dahası bu emanetlere karşı takınılan hoyratça tutumun hesabı Allah'a karşı nasıl verilecek? 

Bu maden alanlarını, ormanları, oralarda milyonlarca yıl içerisinde oluşan bitkileri ve hayvanları birkaç dolar karşılığında sattık mı, denilecek?

Karşılığında ise yalvar yakar birkaç uçak ve füze aldık; onlarla da memleketimizin başka bir köşesini, dağını taşını bombalayarak ot bitmez hale getirdik mi denilecek?

Asıl beka sorununun bu olduğu saklanarak geride kalanlara o kirli iç-dış düşman hikâyeleri mi anlatılacak?

Ölen ölür kalan sağlar bizimdir mi denilecek? Tüketilen insanlık değerlerinin yerine ikame edilen terör hikâyelerinden ve bu tür hikâyelerin efsunuyla ikna edilmiş halkın desteğinden mi söz edilecek?

Barışın imkânsızlığından, savaşın güzelliklerinden mi dem vurulacak? 

Kalkınmış ve modernleşmiş ülkelerin bu konulardaki duyarlılıkları gözlerimizin önündeyken kör bir modernleşme ve kalkınma saplantıları mı dile getirilecek?

Ulusun önderlerinin bu hususlardaki vecizeleri karşısında "hazır ol"a geçilmesi mi beklenecek?

Otomobillerden yürünemez hale gelen sokaklarında biçareleşen, dahası bu sözüm ona modern şehirlerdeki hayatın eziciliği karşısında köleleşen insanlara hâlâ otomobilin özgürlük olduğu masalları mı anlatılacak?

İnsan olma vasfına ve haysiyetine sahip olanlar elbette ki bütün bu kötülüklerin ve olumsuzlukların farkındalar.

İster aymazlıkları ister çıkarları isterse ahlaksızlıkları nedeniyle bilerek bu gibi kötülüklerin cephesinde yer alanların akılları da eninde sonunda başlarına gelecektir elbette ama ancak kendileri de gayya kuyusuna düştüklerinde veya başlarını duvara tosladıklarında.

Bunun insan olma erdemi ve haysiyetinden uzaklığı ise ortadadır. Hayatınsa tekrarı yoktur ve bir kuşağın hatalarının bedelini çoğu kez sonraki kuşaklar öder; fedakârlıklarının ve gayretlerinin karşılığını da sonraki kuşakların görmesi gibi.

 

 

NOT: Geçmiş çağlarda bir takas aracı olarak kullanılan altın günümüzde kısmi bir endüstriyel kullanımın dışında asla bir ihtiyaç olmayıp sadece bir gösteriş nesnesidir. Lütfen, altın alarak siyanürcülerin emellerine alet olmayalım.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU