Siyasetten nefret eden bir bölge hakkında

Fotoğraf: AFP

İsrail bugün körü körüne şiddet uyguluyor. Kolunun vicdanını ve yüreğini ele geçirdiği, tekniğinin de hukuki ve insanileştirilmiş olanı boyunduruk altına aldığı bir modernitenin en açık ve somut örneğini temsil ediyor.

İsrail bu haliyle demokrasiyi, sömürgecilikle bir arada var olduğu, siyasetin karışmadığı saf şiddet ve bürokratik kararlarla yönetildiği başlangıç aşamasına geri götürüyor.

Bu özellikleriyle İsrail ordusunun Gazze'de ilerlemesi, öldürmesi, yok etmesi ve Hamas'ın kökünü kazıması ne Gazze ne de İsrail'de siyaset için bir fırsat yaratmayacak.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Daha ileri görüşlü ve adaletli olanlardan bazıları da ortaya çıkmasını umdukları olasılıklar için genel başlıklar sundular; bir Filistin devleti ve Batı Şeria'daki yerleşim yerlerinin boşaltılması…

Ancak intikam ve kibrin etkisine bağlı olarak İsrail'in gündeminde siyaset olmadığı sürece çözümü olmayan sorunlar var olmaya devam edecek.

Bu durum şunları da etkiliyor;

  • İsrail'in bölgedeki konumu ve müttefiklerinin kendi çıkarlarına zarar vermesine tahammül ölçüsü.
  • İsrail'in uluslararası hukuk ihlallerine karşı hoşgörünün sürdürülmesi.
  • Dünya Yahudilerine karşı antisemitizmin güçlenmesi.

Bunlara bir de çözümsüzlüğün hem Yahudilerin hem de İsraillilerin güvenliğine ilişkin gündeme getirdiği sorular ekleniyor.

Bugün daha acil ve doğrudan, güvenlik ve kurumlarından, yatırımcıları ve turistleri cezp etme açısından zayıflığı nedeniyle tükenmiş ekonomi, Gazze'nin nasıl yönetildiği, Batı Şeria ile ilişkilerin geleceği ve elbette savaş tarafından susturmuş olsa da rehine sorununun onu küller altından körüklediği iç çekişmenin alevlenmesine kadar uzanan sorunlardan bahsetmiyoruz bile.

Tüm bunların merkezinde de Netanyahu'nun nefret dolu kişiliği yatıyor.

Nükleer bir güç olsa bile İsrail'in Spartacılığı, askeri bir zafer elde etmesinin ötesinde pek bir fayda sağlamayacak ve muhtemelen ertesi gün eski sorunları yeniden şiddetlenirken, yeni sorunlar yaratacak.

Bu, İsraillilerin güç ve güvenlik konusunda var olan ve Aksa Tufanı'nın yüzlerce kez artırdığı endişelerinin doruk noktasıdır.

Ancak siyasetten nefret karşılıklı ve bulaşıcı; İsrail'in davranışları muhaliflerinin sıkıntısını güçlendirirken, bu muhaliflerin arka planı da İsrail'in sıkıntısını güçlendiriyor.

Hiçbir taraf diğerini siyaseti benimsemeye teşvik edemiyor çünkü Maşrık (Levant) bölgesinde siyasetin cazibesine kapılmış hiçbir taraf bulunmuyor.

Özellikle kriz zamanlarında kontrolünü sıkılaştıran Arap coşkuya ve galeyana kapılma kültürü, siyasete giden tüm yolları kapattı.

Bilindiği üzere güç dengesinin sundukları da her zaman çözüm çabalarının önerdiklerinden daha azdı.


Burgiba'nın Eriha'da 1947'de açıklanan taksim kararının gecikmiş bir şekilde kabul edilmesini talep ettiği konuşmasını hatırlatmak artık sıkmaya başladı.

O gün Tunus cumhurbaşkanı bunun için ihanetle suçlanmıştı.

Bu olay, Arapların topraklarından bir kısmını kaybettikleri 1967'deki yenilginin arifesinde yaşanmıştı.

Bu nedenle taksim kararıyla garanti altına alınan toprakların geri alınması tartışması yerini savaşta kaybedilen toprakların geri alınması tartışmasına bırakmıştı.

Abdunnasır'ın kendisi 1967'de BM'nin 242 sayılı kararını ve ardından Rogers Projesi'ni kabul ettiğinde ihanetle itham edildi.

1978-1979'da Sina'yı Mısır'a iade eden Camp David Antlaşması tamamlandı ve Araplar ilk kez işgal altındaki bir topraklarını geri aldılar.

Camp David'in Filistinlilerle ilgili bir bölümü de içerdiği ve üç aşamadan geçerek kurulacak bir özyönetim öngördüğü biliniyor.

Ancak o dönemde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Şam ve Bağdat'taki Baas propaganda makinesinin barış sürecini vasıflı bir ihanet olarak resmetmesinin ardından bir bütün olarak süreci boykot etti.

Sedat kısa süre sonra öldürüldü ve katili Halid el-İslambuli İran'da kahraman ilan edildi.

Bir barış antlaşması niteliğinde olmayan 1983 Lübnan-İsrail antlaşması imzalandığında ise Suriye rejiminin doğrudan himayesinde Beyrut'ta merkezi otorite ile iç savaşlara girişildi.

1985'in başlarında Ürdün Kralı Hüseyin ve Filistin lideri Yaser Arafat, Arapların mutabakata vardığı Fas Zirvesi kararları, BM'nin Filistin meselesine ilişkin kararları ve uluslararası meşruiyet ruhu doğrultusunda Filistin-Ürdün Ortak Eylem Anlaşması'na vardılar.

Ancak Hafız Esed, anlaşmayı bozmayı başaran bir suikast ve ihanetle suçlama kampanyası başlattı.

1993'teki Oslo Mutabakatı'nın ardından da Arafat'a ve Arafatçılığa yönelik ihanet suçlamaları yenilendi, düşman kardeşlerin çabalarıyla Oslo Anlaşmaları'nın devrilmesine çalışıldı.

İsrail'de aşırı dinciler İzak Rabin'e suikast düzenledi ve Hamas, Tahran ve Şam'ın desteğiyle canlı bomba saldırılarını üstlendi.

Daha sonra 2007'de İslam ümmetinin birliğini talep eden Hamas, Filistin Ulusal Otorite'sine karşı çıktı ve Filistin'i böldü. Böylece Gazze'yi Oslo ve çalışma alanlarının kapsamından çıkardı.
 


Bütün bunlar, uzlaşının hakların tamamını tek seferde vermediği ve uzlaşının tanımı gereği bunu yapmadığı gerekçesi altında gerçekleştirildi.

Eleştirmenler güç dengesini görmezden geldikleri gibi, şüpheli ve tavizci olarak tasvir ettikleri uzlaşmacı yöneticiler imajını genelleştirdiler.

Oysa ne kadar kötü olursa olsunlar, bu yöneticilerin başardıklarından daha fazlasını başarma arzusuna sahip oldukları, hatta bunda kişisel çıkarlarının olduğu ve yalnızca zayıflıklarının onları bunu yapmaktan alıkoyduğu aşikardı.

Bu noktada aynı zamanda vatanseverlik ve açıklık giderek bölgede tek bir liderin imajıyla bağlantılı hale geldi, o lider de Hafız Esad'dı.

Böylelikle hiçbir barışçıl öneri, o kadar da masum olmayan direniş çağrısının popülaritesi kadar popüler olamadı.

Dahası zorba yöneticiler kınandığında, kınayanlar nadiren onları direniş çağrıları nedeniyle kınadılar, aksine onları bu konudaki ihmalleri nedeniyle suçladılar.

Ancak siyaseti benimseme yalnızca Filistin-İsrail sorununda reddedilmiyordu.

Arap Maşrık bölgesinin en önemli ve nüfuzlu liderleri darbeyle iktidara gelen, ülkelerindeki siyasi hayatı yıkan ve el koyan liderlerdi.

Siyasete nispeten gelişmiş bir alan açan Lübnan ise çatışma ve direniş fikirlerine kafayı takmış radikal hareketler tarafından ardı ardına katledildi.

Maşrık için ancak siyasete ve uzlaşmalara geri dönülmesiyle bir gelecek mümkün olabilir.

O zaman İsrailliler bağımsız bir Filistin devletinin kaçınılmazlığını kabul ederken, Filistinliler ve Araplar da İsrail'in varlığının kesinliğini kabul edeceklerdir.

İki kabul de dilin ucuyla, gönülsüz olmayacaktır. Bunu sadece Gazze'de ellerine çocuk kanı bulaşmayanlar yapacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU