Nietzsche, Tolstoy ve iyilik

Ümit Aktaş Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Heidegger'e göre Nietzsche, "adaleti, öncelikle ahlaki, hukuki yargılar alanında tanımlandığı gibi anlamaz. O, adaleti, daha çok, bütün olarak varolanın, Varlığından; yani güç isteminden yola çıkarak düşünür."

Zira "Hakka uygun olan adil olandır" ve dolayısıyla da "adalet sorunu, ilk başta üstün erki isteme, bu erk için kuvvetli olmadır." 1

Ona göre "Nietzsche, kendi düşünmesini, yani 'yeni değer koymaların ilkesi' olarak güç istemi öğretisini, Hiççiliğin bütünlenmesi anlamında anladığı sürece, Hiççiliği yalnızca olumsuz yönden; açıkçası en yüce değerlerin iptal edilmesi olarak anlamaz.  O, kendi öğretisini olumlu yönden; yani Hiççiliğin aşılması olarak da anlar. Çünkü güç istemi,  artık, yeni bir değer koyma için hem köken hem de ölçü olur… (Böylece) İnsan olma, olmanın başka bir boyutuna yükseltilmiştir." 2

Hiççilik (nihilizm) ise metafiziğin yani varolanları varlığın, insanı Tanrı'nın yerine ikameye çalışan Platon sonrası felsefesinin reddi olsa da fiilen gerçekleşmekte ol(un)an teknolojik hükümranlıktır.

Böylece insanın emaneti üstlenmesi yani yeryüzündeki sorumlu oluşu ise anlamını koşulsuz bir egemenlikle; ama giderek insanların da inisiyatifinden çıkan bir piyasa egemenliğiyle değiştirir. 

Dolayısıyla, Nietszche'nin Tanrı'nın ölümü üzerine mülahazalarını anlamak için öncelikle, Heidegger'in deyişiyle, hesapçı ve hükümran aklın, düşünmenin en inatçı hasmı olduğunu da dikkate almak gerekir.

Yani hesapçı bir akılcı bakışın biçimselliğinden sıyrılıp olayları ve dünyayı yeni bir bakışla, bakışlar çoğulluğuyla değerlendirme çabasını, eleştirilerindeki ironiyi, aforizmalara dayanan anlatımının inceliklerini dikkate almaksızın buradan ateizme bir çağrı anlamı çıkarmak, daha ilk adımda tökezlemektir.

Nietzsche, "Tanrı öldü" derken, "Hıristiyan Tanrısından söz ettiğini açıkça gösteriyor." 3

Bununla birlikte bu motto, modernlikle birlikte gelen, Platoncu metafiziğin ve buna bağlı düşünme biçimlerinin ölümünün de bir ihbarıdır. 

Onun da ötesinde, hakikate dair bir çekimin içerisine girmeksizin yapılacak bu tür çıkarımların, insanın içine düştüğü yazgıyı aşabileceği bir olgunluğa ulaşmadan yapılacak düşünsel çabaların muhatabının, diri (Hayy) olan bir Tanrı olmadığı da ortadadır.

Kaldı ki bu bizi düz anlamda insanın hükümranlığına çıkaracak düşünsel bir sapak da değildir.

Buradan olsa olsa hümanizme sapılacaktır ki bu, Nietszche'nin düşüncesinin temelde hümanizme bir itiraz olduğunu da anlayamamaktır.

Zira Nietszche'nin derdi Tanrı'nın yerine insanı koymak değildir. Heidegger'in deyişiyle:

İnsanın özü Tanrının öz alanına erişemeyeceği için, insan kendini Tanrı'nın yerine koyamaz. 4


Kaldı ki en yüce değerlerin değerden düşürülmesi olarak anlaşılan Hiççiliğe karşı Nietzsche'nin ileri sürdüğü "bütün değerlerin değerlendirilmesinin ilkesi olarak güç istemi metafiziği, Hiççiliğin (nihilizmin) yenilgiye uğratılmasıdır." 5

Tanrı'ya vurulan en ağır darbe ise onun inkârından öte, düşünmenin erdeminden uzak tanrıbilimcilerin onu nedenler içinden bir nedene, "niha neden"e dönüştürmesidir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Nietzsche'nin düşüncesindeki bu tür incelikleri dikkate alan Lev Çestov, Nietzsche'nin özellikle Hıristiyan tanrıbilimcilerin yüzeysel yaklaşımlarına bir sataşma olan "Tanrı öldü" sözünün, aslında Tolstoy'un "Tanrı iyiliktir" sözüyle aynı anlama geldiğini söyler. 6

Öyle ya onu hayatın içinden çekip basit bir nedensellik kanıtına, dahası bir hükümranlık arzusunun ideolojik aracına dönüştüren ilahiyatçılar (teologlar) değil midir asıl katiller.

Oysa iyiliktir insanı Tanrı'ya yakın kılacak ve kurtuluşa ulaştıracak olan. Dahası ise iyilik, bir insanı sevindirerek güne başlamanın huzurudur.

Araçsal aklı düşünceye karşı bir korunak, bir nedensellik aracı olarak kullanan teologların ve metafizikçilerin ilk baştan çıkardıkları ise ruhbanlar ve zihinleri meflûç hale getirildiği için iyiliği savunmaya ve kötülüğe karşı çıkmaya cesaret gösteremeyen mustazaflar, yani egemenlerin ve zalimlerin yardakçılarıdır.

Nietzsche'nin buna benzer başka bir etkiden, Schopenhauer'in kötümserliğinin etkisinden kurtulması sonrasında yöneldiği put kırıcı saldırılarını yanlış anlayanlardan birisi de Tolstoy olmuştu.

Tolstoy'a göre edebiyattaki yeni eğilimlerden sorumlu olan "Nietzsche ve müritleriyle, dekadanlar ve İngiliz estetleriyle birlikte bu tür eğilimler, özel bir hayasızlıkla gün ışığına çıkmakta"ydı.7

Nietzsche ise gelinen noktada mevcut erdem, iyilik ve sair değerlerin artık savunulamayacak kadar güçsüz ve anlamsız kaldığının farkındaydı.

Bu yüzden ilk yapılması gereken sahanın temizlenmesi (yıkıcılık) ve ardından ise yeni değerlerin inşası (yaratıcılık) idi.

Bu yüzden, yapmaya çalıştığı anlaşılmadığı veya çok iyi anlaşıldığı için kendisine yöneltilen tüm saldırılar karşısında yolundan asla geri dönmeyecek, biçimselleştirilerek ve koflaştırılarak boşa çıkarılan ve toplumdaki olumlu güçleri çürütmekte olan iyilikçiliğin, dindarlığın maskesini düşürmeye devam edecekti.

Sözgelimi Tolstoy'un merhametçiliği ya da köylülere özenle yaşamayı bir iyilik olarak görmesi gibi.

Oysa kötülüğü ve olumsuzluğu reddetmekle kalmak, pişmanlık ve uzlete çekilmek, sadece pasifizmdi; doğru tutum ise direnişti, isyandı, olumluluğun ortaya konulmasıydı.

Bu ise yoksulları tüketiciliğe ve ezilmişleri konfora alıştırmak da değildi; onları üretken ve girişken kılabilmek, kötürümlükten ve cesaretsizlikten kurtarabilmekti.

Bu durumda ezilmişlerin veya Raskolnikov, Alyoşa ya da Anna Karenina benzeri aktörlerin o karmaşık kimyalarını çözebilmek için tıpkı bilimsel yasalar gibi herkes için geçerli olacak bir "koşulsuz buyruk"tan nasıl bahsedilebilirdi?

Bu, insandan önce Tanrı'yı, yaratıcıyı küçümsemek, dahası anlamamak olmaz mıydı?

Yahut "sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma!" gibi basit bir ilkeyi tavsiye etmekle yetinmek… Sığ anlamıyla bir ahlakçılığı kurtarıcı bir iyilik düsturu haline getirmek!..

Bunlar, Nietzsche'nin düpedüz reddettiği çocukça kuralcılıklar, hayatın anlaşılmamasıydı. İcrası değil belki ama birer kurtarıcı fikir haline getirilmeleri ve böylece vazedilmeleri… 

Nietzsche, üniformalı aydınlar tarafından bir filozof olarak kabul edilmeyebilir belki ama sadece o değil, hayatı dönüştürmek için kurtarıcı bir fikri öne süren tüm insanlar (Tolstoy, Gandi, Van Gogh, Mehmet Âkif, Beethoven…) temelde yaratıcı bir düşünsel çaba içerisindedirler ve onların en bariz yönleri, işte bu çabayı ortaya koyabilmek için cari aklın ve geleneklerin en dokunulmaz ilkelerini çiğnemiş olmalarıdır.

Gerçek felsefe ise "insanın dünyadaki yeri ve yönelimi, evrende oynadığı rol ve hakları gibi sorunların gün ışığına çıktığı yerde başlamalıdır." 8

Düşüncenin bir başka temel koşulu ise ıstıraplarla yüzleşmek, hayatın trajik cephesinin tanığı olmaktır. Ancak büyük meşakkatlerden geçebilen biri neleri elinde tutması gerektiğinin ve nelerden vazgeçebileceğinin farkına varabilecektir.

Ancak o büyük acı, uzun, ağır, zaman alan acı, sanki yaş odunlarla içinde yanıp tutuştuğumuz acı, biz filozofları en derin yanlarımıza inmeye zorlar; bütün dallarımızı kırar, iyi huylu, örten, yumuşak, orada olan her şeyi -eskiden insanlık adına yakıştırdığımız her şeyi- fırlatır bir yana. 9


Şunu da belirtmeyi ihmal etmez Nietzsche:

Bu ıstırabın bizi daha iyi kılacağından kuşkum var ama bizi daha derin yapacağından eminim. 10


İmtihanlar ve ıstıraplardır ki insan yüreğini olgunlaştırır; aklı kullanmaya ve yeni seçimler yapmaya yöneltir insanı.

Büyük ıstıraplara yol açma gücünü ve iradesini kendi içinde hissetmeyenin başına büyük şeyler gelebilir miydi? 11


Kuşkusuz bunlar herkesin göze alabileceği, dahası yetenekli olmadığı bir azmi gerektirir.

Kur'an sıkça tekrarlar bu temel ilkeleri. Savaşmamızı, emek vermemizi, şartları zorlamamızı ve daha iyisine ulaşmamızı öğütler.

Ulaşmamız istenilen bu iyilik ise sadece bize ait bencilce bir "iyilik", eşekçesine çile çekmek ya da "serbest hazza" veya "özgür düşünce"ye ulaşmak değildir.

Allah'a, hakikate biraz olsun yakınlaşabilmek, kalbimizdeki umudu ve sevinci yeşertebilmektir. Öyle ki rahmet olan bir yağmur gibi, bizimle birlikte etrafımızı da yeşertebilsin. 

Şunu sorar Çestov:

Tolstoy, bizzat kendisi büyük bir günahkârken, erdemin insanlar için taşıdığı anlamı yargılayabilir mi?

Bu açıdan, Tolstoy'un taktığı adla 'ahlaksız' Nietzsche'nin çok daha nitelikli olduğu açıktır. Nietzsche ne ayyaşlığı, ne sefahati, ne düelloyu, ne de Tolstoy'un yaşamındaki bu türden herhangi bir şeyi tanımıştır. O, 'iyilik'e hizmet ediyordu… 12


Onun Hıristiyanlık ve bu dolayımla Tanrı (İsa) eleştirisi ise siyasal bir yön taşımaz. Bu, ikiyüzlülüğe, riyaya, zorbalığa ve kötülüğe batmış bir anlayışın kendisini iyilik ve merhamet olarak takdimine isyandır, itirazdır. 

Kötülüğün varoluşsal bir mesele olarak görülmediği yerde ise salt iyilikçi yaklaşım, hayatı tam olarak ne anlayabilmekte ne de sorgulayabilmektedir.

Sadece iyilik değil, kötülük de varoluşun bir koşulu olduğunda, ahlak da sorunsallaşmakta ve her ne kadar üzerinde her an yeniden düşünmemiz gerekse de salt düşünsel bir mesele olmaktan da çıkmaktadır.

Zira işin içerisine şablonlar ve tabular, tutkular ve çıkarlar, dostluklar ve düşmanlıklar, iktidar ve egemenlik meseleleri dahil olmaktadır.

Paylar sürekli yeniden dağıtılmakta, değerler yeniden değerlendirilmektedir. Hayata nüfuz eden bir zalimlik, iyiliğin içerisini boşaltırken, kötülüğü egemenliğin ilkesi haline getirmektedir.

O zaman işte ahlakilik ve iyilikçi söylem giderek ezilmişlerin, zayıfların söylemine dönüşmekte, siyasal veya dinsel araçlar haline gelmekte, güçlü karakterlerin erdemi olmaktan çıkmaktadır. 

Hayatın gerçekliği ve olumluluğu ise bu miskince geriye çekilmeler değildir; kavgadır, güçtür, cesarettir.

Yaratan ve yaratılan, balçık ve akıl ancak o koşulda insanda bir araya gelmekte, ıstırap çeken ruh ancak o şartlarda huzura kavuşmaktadır; yaratıcı hünerini gösterdiğinde, iyiliğe ve kötülüğe olumlu bir cevap verebildiğinde. Ahlak tam da o zaman anlamına kavuşarak olumlu bir edim ve erdem haline gelebilmektedir. 

Tanrı arayışı ya da sorgulaması ise düşünsel bir fantezi değil, gerçekte hayatın ve varlığın anlamına, "neden hiçbir şey yok da bir şey var?" sorusuna bir cevap arayışıdır.

Bu arayışın tatmin edeceği, sükûna ulaştıracağı, belki de hiçbir zaman huzura varamayacak olan bir yüreğin uğraşıdır.

Doğru olan budur belki; sorgulamaların ve arayışın sürekliliği... İnanç veya inkârdan öte kritiğin, seferiliğin sürdürülmesi.

Ama hangi yürek buna sonuna değin tahammül edebilir ki?

Kimisi vazgeçerek sorgulamalarından bir nihilizme gömülürken, kimi de artık bu dehşete tahammül edemediğinden sıradanlığa teslim olmayı yeğler.

Ama akılda kalan yol gösterici izler ve eserler, her şeye rağmen düşünsel yolculuğunu sürdürenlerin çabalarının bir sonucudur.

Kuşkusuz ki hiçbir ağacın amacı salt meyve vermek değildir; o, yaşama gayretinin, üretkenliğin doğal bir sonucudur. Ama yine de ağaçlar meyvelerinden tanınır. 
 


Heidegger'e göre ateistler, bir Tanrı sorunu içerisinde oldukları, her şeye rağmen arayışlarını ve sorgulamalarını sürdürdükleri için, Tanrı'ya, çoğu inanandan daha yakındır.

Zira Tanrı'yı arayış meselesi çoğu kez adaleti, umudu ve varlığın hakikatini bir arayış meselesidir. Bu arayış, sorgulama ve seçimlerdir ki bizi, tıpkı İsrail (Yakup) gibi Tanrı'ya yakın ve yoldaş kılar.

Yolculuğun her aşamasında ise insanlığımız kadar Tanrı'nın da farklı bir veçhesiyle karşılaşırız.

Böylelikledir ki her soru yeni bir cevaba, o da yeni bir soruya yol açar ve ancak bu süreç ki bizi diri, yolda ve yoldaş tutar/kılar.

Kimi ise çoktan sonuçlandırmıştır yolculuğunu ve bu yüzden kendi ahlakını veya ideolojisini, sonuçlandırılmış bir kesin inanç olarak vazeder.

Sorun ise işte bu kalıplaşmış inanç ve davranışların ruhsuz, yüreksiz, duyarsız basmakalıplığındadır. 

Nietzsche çileci bir derviş gibi ama en aşırı deneyimlere sokarak kendisini, adeta İsa'nın çarmıha gerilmesi gibi, çağın, çağdaş düşüncenin ve bu düşünceyle hesaplaşmaya giren imanın çarmıhına gerer kendisini.

"Kim ki hakikate ulaşmak istiyorsa haçını sırtlansın ve benimle gelsin" der ama o da sonuçta bu yolculukta yapayalnız kalır.

Bilmektedir çünkü "yeni bir hakikatin kendini gösterebilmesi için yeni bir Golgotha gerektiğini." 13

Ona en yakın olanlar, Tolstoy ve Dostoyevski bile ancak havariler gibi uzaktan izlerler onu.

Ölümünün ardından adına kiliseler dikilmediği gibi kendisini gökselleştiren havarilerden de yoksundur.

Ve üstelik ateizmine yorulan bunca çabasını idealizme, pozitivizme ya da maddeciliğe teyelleyecek en küçük bir işarete de asla tevessül etmez.

Ve onu profesörlük gibi unvanlara yakınlaştıracak adımları atmaya da tenezzül etmez ve hiç kimseye yaltaklanmaz.

Adeta uçurumlara doğru atılan kendi adımlarının gökselliğini bilmektedir zira ve arkasına salınan köpeklerin havlamalarını da asla umursamaz.

Onun 'günahı', merhametin ve iyiliğin bu ruhun üzerinde çok büyük bir etkide bulunmuş olmasıdır. Tanrı'yı ahlakta görmüş olması ve tüm içgüdülerine karşı çıkarak bu Tanrı'ya inanmış olmasıdır. 14


Çürümüş değerlerin, verili iyinin ve kötünün ötesindeki bir çizgiyi arar; tıpkı Yakup gibi Tanrı ile yalnız başına cebelleşeceği bir zirveyi.

Çünkü "hiçbir balın bilgiden daha tatlı olmadığını ve gökte asılı keder bulutlarının, seni avutacak sütü sağacağın memeler olması gerektiğini"15 bilmektedir.

Hem de bu bilgi, bilimden damıtılmış değildir; daha özlü bir çabanın, varoluşsal bir kendini verişin, çağdaş bir tragedyanın semeresidir.

Varsın bunu hiç kimse bilmesin ve hiç kimseyle bu sırrı paylaşmasın, onu ölüme götürecek huzurun sağlayacağı bilgeliğe ancak bu yolla ulaşabileceğini de bilmektedir.

Geriye kalan ise acımasızlığına, inkârcılığına dair söylemlerdir; riyakâr ruhbanların inançlarını sorguladığı, onları mabetten kovduğu saldırıların ardından edilen sözler.

Aslında ise sadece bir ayna tutmuştur yüzlerine: Hakikat aynasını.

Yazık o sevenlere ki henüz merhametlerinden daha yükseğe çıkmamışlardır' diye haykırır Zerdüşt. Nietzsche'nin sözüm ona 'acımasızlığı'nı böyle açıklamak gerekir. 16


Merhamete ve erdeme karşı ise uyarır kendisini; böyle olmadığı için değil, böyle anılmak istemediği için.

Büyük insanların, put kırıcıların trajedisi değil midir bu; artlarından birer puta dönüştürülmeleri?

Sokrates gibi Nietzsche de hakikati söylemek ve doğrulukta sebat etmek için onurlu bir ölümü göze alır; tıpkı çağdaş düşünürler Simon Weil, Jan Patocka, Seyid Kutub, Ali Şeriati gibi.

Onların aristokratlığı da budur belki:

Ruhu fikre feda etmek, bir şey için kendi yaşamını feda etmek, 'yüksek' bir ilkenin zaferi için kendi iradesini hiçe saymak… En anlamsız ve küçük tezahürlerine varana dek gerçek yaşamın şairi kalmak. 17


Nietzsche itirazında haklıdır elbette. Zira hayat kadar Tanrı da salt "iyilik"ten ibaret değildir.

Hem "öfkesi,  intikamı, şiddeti olmayan bir Tanrı neye yarar ki?"

Asıl hınçlılar ise merhametin ve iyiliğin altında ezilenler değil midir?

Ve asıl zulüm, karşısındakini ezen iyilik ve merhamet değil midir?

Nietzsche ise hakikat arayışını kendilerini hakikate, erdeme ve iyiliğe nispet edenlere karşı da sürdürerek önümüzde yeni düşünsel patikalar açar:

Merhametin üzerinde, ondan daha yüksek olan şeyi, iyiliğin üzerinde olan şeyi aramamız gerek. Tanrı'yı aramak gerek. 18

Belki hiçbirimiz onun kadar Tanrı'ya uzak ve onun kadar da yakın olmadık. Çünkü hiçbirimiz onun kadar cesur ve bilge değiliz. 

 

 

Kaynaklar:

1. M. Heidegger, Nietszche'nin Tanrı Öldü Sözü ve Dünya Resimleri Çağı, Asa Y. s. 44.
2. Heidegger, age, s. 47.
3. Heidegger, age, s. 17.
4. Heidegger, age, s. 51.
5. Heidegger, age, s. 54 (değişikliklerle).
6. Lev Çestov, Nietsche ve Tolstoy'da İyilik Fikri, Versus Y. s. 77.
7. Çestov, age, s. 25.
8. Çestov, age, s. 63.
9. Çestov, age, s. 83 
10. Çestov, age, s. 84.
11. Çestov, age, s. 130.
12. Çestov, age, s. 85.
13. Çestov, age, s. 124.
14. Çestov, age, s. 119.
15. Ç estov, age, s. 106.
16. Çestov, age, s. 130, 131.
17. Çestov, age, s. 145, 146, 148.
18. Çestov, age. s. 150.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU