Javier Milei (2): Devletten kaçış

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

Arjantin; canlı sosyal hareketleri, güçlü sendikal örgütlenmeleri, sokakta öfkeli yurttaşları ve bitmek bilmeyen politik skandallarıyla, dışarıdan izleyenler için, her an her şey olacakmış hissini veren bir ülke. 

Nihayet herhangi bir ülkede bir devrimin habercisi sayılabilecek tüm işaretler Arjantin'in rutinidir.

Bir ekonomik krizden ötekine savrulan, hiperenflasyon koşullarında yaşayan ve krizleri kadar toplumsal direniş ve örgütlenme kültürüyle tanınan bu ülkede son 10 yıldır hayat alışıldık biçimde sürüyordu. 

Ekonomi daha kötüye gidiyor, sosyal hareketler ile sendikalar monoton protestolarını gerçekleştiriyor; bu arada Peronistler ile liberaller iktidar değişimi yaparak ülkeyi yönetmeye devam ediyordu.

Tüm bu "Arjantin normali"nin artık işlemediği bir an geldi.

Arjantin milli takımı 13 Aralık'ta Katar'da Hırvatistan'ı yenip finale çıktı.

O tarihten 19'unda Messi, dünya kupasını Buenos Aires'e getirene kadar geçen sürede bir kırılma yaşandı.

Arjantinliler o hafta hiç durmaksızın her yerde sevinç gösterileri yaptılar.

Hemen hiç uyumadan otobüste, sokakta, kilisede, mezarlıkta, hastanede ama her yerde...

O kadar eğlendiler ki dünya kupasını kazandıklarında daha ne yapabilirler diye düşünmekten kendimi alamadım.
 

 

Ayın 18'inde Fransa'yı yenip 36 yıl sonra yeniden dünya kupasını kaldırdıklarında kutlamalar bir patlamaya dönüştü. 

Arjantin bir futbol ülkesi: Kadını, erkeği, çocuğu futbolla yaşar. Futbol ulusal kültürün başlıca tamamlayıcısıdır.

Belki de kültürü, kurumları, parası tahrip olmuş Arjantin'in ayakta kalabilmiş tek toplumsal çimentosudur. 

Fakat bu defa futbolu aşan bir durum ortaya çıktı. 

2001 ayaklanmasına benzer biçimde toplum zincirlerinden boşaldı. Ancak bu kez öfke değil sevinç biçiminde bir dalgaydı ortaya çıkan.

Kurumsal ve politik olanla tüm bağlarını kopartmış bir sevinç.

Dünyanın herhangi bir yerinde futbolu siyaset ve iktidardan ayrı düşünmek nasıl mümkün değilse dünya kupası gibi bir zafer de politikadan ve devletten bağımsız ele alınamaz.

Fakat ülkenin yüzde 10'undan fazlası bir anda caddeleri ve meydanları doldurduğunda ortada ne bir politikacı ne bir polis vardı.
 

raul_alfonsin_y_diego_maradona_alfonsinepopeya.jpg
Eski Arjantin Devlet Başkanı Raúl Alfonsín, Diego Maradona ve 1986 Dünya Kupası şampiyonu takımı karşılıyor

 

Popülizmin beşiği olduğu söylenen Arjantin'de futbolcularla hatta Federasyon Başkanı "Chiqui" Tapia ile bir araya gelecek tek bir politikacı yoktu. 

Öyle ki Devlet Başkanı Alberto Fernandez resmi olarak Arjantin milli takımını başkanlık ofisine dahi davet edemedi.

Sekreteri aracılığıyla yaptığı davet ise takım tarafından reddedildi. 

Zaten ülkedeki kriz sebebiyle, halkı öfkelendirmemek için, Doha'daki final maçına hiçbir Arjantinli siyasetçi gidememişti.

Arjantin Devlet Başkanı, Katar Emiri'nin resmi davetlisi olduğu halde gitmedi.

(Sadece FIFA vakfında icra başkanı olan eski Devlet Başkanı Mauricio Macri oradaydı.)

Milli takım "Ezeiza" Havaalanı'na indiğinde orada bulunan İçişleri Bakanı "Wado" de Pedro ile Messi yan yana görüntü vermekten kaçındı. 

Ezeiza'yı kent merkezine bağlayan otoban hınca hınç doluydu.

Sonunda, ismini teknik direktöründen alan, "La Scaloneta" otobüsü taşıdığı oyuncular ve Dünya Kupasıyla Buenos Aires'in merkezindeki "Obelisco" dikilitaşına ulaştı.

Dikilitaşın durduğu "Obelisco" meydanı ile devlet başkanlığı konutu "Casa Rosada"nın olduğu Mayıs Meydanı arasında yalnızca 1 kilometre olmasına karşın milli takım başkan Alberto Fernandez'i ziyaret etmeyecekti. 

Oysa daha önce elde 1978 ve 1986'da edilen iki Dünya Kupasında Arjantin futbol takımı "Casa Rosada" balkonundan halkı selamlamıştı. 

Başkanlık ofisinin bu balkonu, Arjantin tarihinin en önemli anlarına tanıklık ettiği için vazgeçilmez önemdedir.

Peron'la Evita o balkonda halkla unutulmaz buluşmalarını gerçekleştirmiş, darbeler o balkondan ilan edilmiş ve 10 Nisan 1982'de General Galtieri Büyük Britanya'ya buradan savaş ilan etmişti. 

general_galtieri_1982.jpg
General Galtieri, 1982

 

Bu yüzden Maradona 1986'da İngilizleri mağlup edip dünya kupasını getirdiğinde Casa Rosada balkonundan Falkland (Malvinas Adaları) yenilgisinin bir intikamı olarak kupayı kaldırmıştı. 

Düşünün ki Nusret'in bile eline aldığı kupaya Arjantin devlet başkanı dokunamamıştı.

Bazıları bunun geçen yıldan beri araları bozuk olan devlet başkan yardımcısı Cristina Kirchner'in komplosu olduğunu söylese de Cristina da hiçbir futbol figürüyle fotoğraf veremedi.

Hatta o günlerde sanki Messi'den intikam alır gibi Buenos Aires'in en büyük banliyösü Avellaneda'da "Diego Armando Maradona" adında bir spor kompleksi açtı.

Tüm bunlar olurken Devlet Başkanı ile başkent otonom şehir yönetimi bütçeden alacakları pay yüzünden kavgaya tutuşmuşlardı.

Oysa halk o gün hepsini terk etmişti. 

Arjantinliler eski başkan Macri ve başkent valisi Larreta'nın neoliberalizmini eski içişleri bakanı şahin Patricia Bullrich'e, iktidardaki Cristina Kirchner'in halkçı ve milliliğini başkan Alberto Fernandez'e, hep muhalif Troçkist cephe FIT'in sosyalizmini sendika ağası Moyano'ya bırakıp gitmişti. 

İnsanlar hiçbir sorunu çözemeyen siyasetten ve kendilerini temsil etmeyen devletten bıkmıştı. Umutlarını yitirmiş biçimde adeta "son yemeğini" yer gibi zaferi kutluyordu. 

Dünya Kupası zaferini izleyen günlerde Javier Milei videoları patladı.

TikTok, WhatsApp, Instagram gibi doğrudan siyasi mesajların verilmediği sosyal medyada Milei'in devlet, kurumsal demokrasi, sosyal devlet karşıtı söylemleri Dünya Kupası zaferi sonrası hızla yayıldı.
 

Foto_juan carlos sierra-revista_semana.jpg
Javier Milei

 

Çok değil 8 ay sonra sanal aleme hapsolmuş umutsuzluk, kopuş, yabancılaşma ya da reddiye, adına ne derseniz deyin, ön seçimlerde (PASO/ 2023) sandıkta kendini ete kemiğe büründürdü. 

Arjantin toplumunun, 2011'den bu yana süren durgunluk, çıkışı olmayan bir ekonomi, birkaç aktörün kısır çekişmelerine hapsolmuş bir siyasi yapı, geçmeyen

Pandemi etkisi ve son 5 yıldır süren hiperenflasyonla yıprandığını bilmek için uzman olmaya gerek yok.

En azından son 4 yıllık Alberto Fernandez yönetiminde 1989 ve 2001'deki gibi grev ve ayaklanma dalgası olmadıysa bunun nedeni sosyal politikalardır.

Ayrıca sol yönetimin toplumsal hareketlerle arasını iyi tutması ve demokratik sistemin hala işlemesi sosyal patlamayı frenledi.

Son yıllarda seçime katılım oranının ve siyasete ilginin düşmesi ise Liberaller ile Peronistler arasındaki denge üzerine kurulu Arjantin siyasi yapısının artık hiç umut vaat etmemesinin bir neticesi.

35 milyon seçmenden 11 milyonunun oy kullanmak için sandığa gitmediğini ve 1 milyon 150 bin geçersiz oy (yüzde 4,7) bulunduğunu eklemeliyim.

Seçmen katılımının tarihsel düşük seviyede olması geleneksel partilerin başarısızlıklarını açıklamakta bir faktör olarak kullanılıyor. 

Diğer yandan Arjantin'de seçime katılım halen Latin Amerika ortalaması üzerindedir. Ayrıca bu sadece bir önseçimdi ve 22 Ekimde gerçekleşecek genel seçimlerde katılım en az 3-4 milyon artacaktır.

İki geleneksel kanatta belki de sürekli kendini tekrar etmenin bir neticesi olarak motivasyonsuzluk ve kararsızlık da göze çarpıyor.

(Bu kısmı sadece Arjantin'i tanıyanlar için: Bullrich'in "ya hep ya hiç"i mi yoksa Larreta'nın pazarlıkçı ve aşamalı iktidar planı mı, her ikisinin başarısızlığına oynayan Macri ne yapacak, Massa solculardan oy alabilir mi, Cristina'sız bir Grabois Kirchnerizmi yeniden diriltebilir mi…)

Fakat Javier Milei gibi siyasete dün girmiş, belirgin bir örgütlenmeden yoksun bir aktörün, Arjantin'in tarihsel iki siyasi bloğunu geçerek 24 federal bölgeden 16'sını alması sadece halkın politikadan umudunu kesmesiyle açıklanamaz. 

Her türden kurumsallığa açıkça savaş ilan eden, ulusun ve toplumun temellerine dinamit yerleştirmeyi savunan, mevcut olanı yıkmaktan başka projesi olmayan birine verilen halk desteği "tepki oyu"na indirgenemez.

Arjantin modern tarihi ortalama 150 yıl önce "toprağa yayılmış" güçlü devlet iddiasıyla başladı.

Önce yerliler temizlendi ve sonsuz topraklar birkaç aileye bölündü.

Sonra Avrupa'dan nitelikli iş gücü ve çevre ülkelerden yerlilerle emekçi bir ulus yaratıldı.

Üniversitelerden sendikalara, serbest seçimlerden kadın haklarına dinamik bir sosyal mücadele ile sağlam bir demokrasi kuruldu.

Öyle ki uzun cunta yönetimleri bu temeli (yargı, siyasi partiler, üniversite ve sendikalar) yıkmak bir tarafa değiştiremedi bile.

Bu yüzden iktidarı kaybettikleri gün generallerin yargılanma süreçleri başladı. 

İki asrı aşan Arjantin Cumhuriyetinde sağ-sol kanatlar arasındaki mücadelenin hedefi yahut da sosyal hareketlerin talebi hep "güçlü devlet" oldu.

Arjantinliler, Brezilya gibi bayraklarına "düzen ve ilerleme" yazmamışlardı ama "devlet seni kurtarır" fikri hepsinin ruhuna işlemişti.

Arjantin kırk yıldır kesintisiz bir demokrasi içinde yönetiliyor.

Sağ partiler bu süreçte eski cunta yönetimlerine bir özlem göstermediler ya da militarist tarzda ittifak arayışlarına girmediler.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Halkın Milei tercihi "sağa kayma" teziyle de açıklanabilecek bir şey değil. Zira Arjantin'de köklü bir sağ gelenek mevcut ve Milei bu gelenekten gelmiyor. 

Milei, daha çok askeri diktatörlük doktrinlerindeki "demokratik kurumsallığın" yetersizliği ya da bir aldatmacadan ibaret olduğu retoriğinden hareket ediyor. 

Fakat herhangi faşist cunta bile bir ulus ve onun mermer sütunlar üzerinde yükselen kurumlarını inşa etme sorumluluğuna sahiptir. 

Milei, merkez bankasının piyasa karşısındaki zayıflığından ya da eğitim sisteminin bir iş garantisi sağlamamasından bu kurumların gereksizliği sonucunu çıkarıyor. 

Madem polis hırsızlığı engelleyemiyor halk silahlansın, kadın erkek eşitse kadın kotası ya da bakanlığı kalksın, kürtaj devletin mülkiyete müdahalesidir, herkesin vücudu kendine aitse isteyen organını satabilmelidir, ulusal para sürekli değer kaybediyorsa dolara geçelim, sosyal yardım insanları fakirlikten kurtarmıyor öyleyse kalksın diyor.

53 yaşında, bir çocuğu hatta bilinen bir aşk ilişkisi dahi olmayan Milei, Liberteryen ütopyasında çocukların alınıp satılabildiği bir dünya düşlüyor. 

1976 Arjantin cuntası, binlerce yurttaşını yasadışı sorgu merkezlerinde işkence edip uçaklardan atma, öldürdükleri devrimcilerin çocuklarını başka ailelere verme gibi büyük suçlar işledi.

Ama hiçbir cunta Milei kadar ahlaksız biçimde toplum ve demokrasi düşmanlığı yapmadı.

Tabi ki topyekün Arjantin, Milei'in arkasına takılmadı. Diğer iki adayla arasında birkaç puan olan Milei bir çığ gibi gelmiyor.

Ancak neosağcılığın bu en sapkın önerilerinin herhangi bir belirgin örgütlenmeden gelmeyen birinin ülkenin başkanlık yarışına avantajlı girmesini sağlaması endişe verici.
 

AP.jpg
Fotoğraf: AP

 

Toplumu ve ulusu ayakta tutan etik prensipleri bir kenara bırakalım pragmatik açıdan bile sadece yıkıma yol açacak ulusal paranın tedavülden kaldırılarak USD'ye geçilmesi gibi önerilerin halen Arjantin toplumunda karşılığı olması şaşırtıcı. 

Zira Arjantin 1991-2000 yılları arasında bunu denedi ve iflas etti.

Bugünkü ekonomik krizin başlangıcının 2001 krizine ve esas olarak dolarizasyona dayandığı konusunda tüm kesimler mutabıktı.

Milei'in başarısı, Arjantin'de nüfusun giderek büyüyen önemli bir kesiminin "devletin gereksizliği" konusunda buluştuğunu gösteriyor.

Bu 1990'larda neoliberalizmin Arjantin devletini "yok etmesinin" bir sonucudur. 

Milei'e oy verenlerin büyük kesimi sosyal güvenceden yoksun, kayıt dışı işgücünü temsil ediyor.

Yüzde 44'ünün yaş ortalaması 18-24 arasında olan bu kuşak neoliberal yıkım döneminde devleti tanımadan yetişti.

Fakat bu seçmen kitlesi neoliberalizmin yarattığı yıkımdan bir haber, Milei geldiğinde kendilerine USD ile ödeme yapılacağını zannediyor.

Bugün 20'li yaş kuşağında olan bu güvencesiz kitlenin yaşamlarını kazanma biçimi de önceki kuşaklardan farklı. 

Teslimat, ulaşım ve dijital platformlardan pazarlama gibi bireysel çabalara dayalı işler ortaya çıktı.

Buna karşılık Arjantin'de 300 bin dolayında kooperatif var ama çoğu ancak devlet yardımıyla varlığını sürdürüyor. Verimli kooperatif işletmelerinin sayısı az.

Dolayısıyla bireysel başarı öyküsü eski kolektif zaferleri unutturdu.

Spekülatif kripto para hayalleri, belirsiz çalışma saatleri, küçük mülkiyetin bireye kadar indirgenmesi, mülkiyetin toplumsal amaca hizmet etmesi gerekliliğinin ve aile olgusunun yitirilmesi siyasal tercihler üzerinde belirleyici. 

Yeni yaşam sürdürme biçimlerine geleneksel sağ ya da sol partilerin verebileceği fazla bir cevap yok.

Emekten ve kolektif mücadeleden bahseden ilerici söylem de bu yaşam biçimi için bir anlam ifade etmiyor.

Milei kendini inşa eden bir irade değil: Daha çok bir hastalığın semptomu, uzun süre neoliberal krizlerin etkisine açık bırakılmış bir toplumda ortaya çıkmış bir ur. 

Fakat yine de kafamı kurcalayan bir soru var:  Aşamalı bir dönüşümü elinin tersiyle iten, sisteme ölçüsüzce meydan okuyan ve derin bir sıfırlama arzusunu temsil eden ama esasında hiçbir somut güce sahip olmayan bir aktörün yaşamasına neden izin verilir?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU