Lübnan'da yaşam sevgisi, ölüm kültürünü pekiştiriyor

1970'lerden beri devam eden Lübnan trajedisi, yöneticileri ve yetkilileri aşıyor ve hem bireyler hem de gruplar halinde vatandaşlara uzanıyor

Fotoğraf: AA

Beyrut Limanı patlamasının üçüncü yıl dönümü sönük geçti. Anmalar ne halk kitlesi nezdinde ne de olayla ilgili söylenenlerin ve tanıklıkların içeriği açısından olayın korkunçluğu kadar büyük değildi.

Konuşmalar aynı başlıkların sıkıcı tekrarı, krizi teşhis etme ve yönetici sisteme karşı bir şikayetti.

Bu, kurbanların ailelerinin son üç yılda medyada gösterdikleri çabayı, gerçeklerin ortaya çıkarılmasını ve sorumluların yargılanmasını talep ederek bıkıp usanmadan ve azimle yaptıkları baskıyı küçümsediğimiz anlamına gelmiyor.

Burada dikkat çekici bir diğer olumsuzluk, soruşturmaların engellendiği üç yıldan sonra kurbanların ailelerine katılması gereken halk kalabalığının zayıflığı ve ilgisizliğiydi.

Halkın ilgisizliği ve zayıflığı büyük ölçüde, Lübnanlıların ülkenin tanık olduğu ve istisnasız hepsi faili meçhul olan cinayetler dizisine verdiği tepkilerin özelliğini yansıtıyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İç savaşın patlak vermesinden yaklaşık bir ay önce Sayda'daki Maruf Saad suikastından geçen yıl işlenen Lokman Salim suikastına kadar, bu ölüm dizisine verilen tepkileri hatırlayacak olursak, hepsini provokatif buluruz.

Lübnan vatandaşı sanki hesap sormayı görmezden gelmeye, faili bilmemeye, şikayet etmekle, bağırmakla ve sorumlulara sövmekle yetinmeye bağımlı hale gelmiş gibi.

Savaşların (özellikle de iç savaşların) cinayetlerin hesabının sorulmasını zorlaştırdığı ve cezasız kalmasını kolaylaştırdığı söylenir.

Bu argüman, iç savaş sırasında işlenen ve seçilmiş bir cumhurbaşkanı, başbakan, müftü ve bir dizi din adamı ve siyasi figürü hedef alan suikastlar için geçerlidir.

Peki, ya savaşın bitiminden sonra, özellikle 2005'ten sonra işlenen suçlar?

Bunların arasında, Başbakan Refik Hariri ve arkadaşları suikastı depremi ve ardından gelen bir dizi suikast var.

Bu suikast dizisi başkentin üçte birini etkileyen, dünyanın en büyük nükleer olmayan patlaması sayılan Beyrut Liman'ı patlamasıyla sonuçlandı.

Yukarıdaki sorunun cevabı, Lübnanlıların faili bilmemek ve öğrenmeye çalışmamak için eğitildiği şeklinde özetlenebilir.

Meslektaşımız Hazım Sağıye'nin bu gazetede ya adalet ya da direnişle ilgili yazdıklarına şu eklemeyi yapmak istiyoruz; Lübnanlılar artık adalet ve hesap sormaktan ziyade tüm sahteliğiyle istikrara meylediyorlar.

Bunun için de bazen direnişi, bazen uyumu, bazen de ölüm kültürüne karşı yaşam sevgisini, kişisel ve hizipçi çıkarları bahane olarak kullanıyorlar.

Bu mantık ya da üslup, savaşın 40 yılı aşkın bir süredir bir alevlenip bir sönmeye devam etmesine, katil ve suçlulara her türden suçlarında ve cinayetlerinde çok ileriye gitmeye ve tekrarlamaya olanak tanıyor.

Liman patlamasının yıl dönümü eski ve yeni yaraları yeniden açıyor. Lübnan halkının çoğunluğunun, istikrar ve anlık kısa vadeli çıkar lehine yaşamlarını ilgilendiren meselelerde hesap sorma fikrinden açıkça uzaklaştığı netleşti. Bu yıl yaz sezonunun kabaca gösterdiği şey de buydu.

Turizm sektörünün yaşadığı hareketlilik ve canlanma, binlerce gurbetçi ve yurtdışında çalışanların ziyareti ile övünüldü.

Hayatın güzelliğini yansıtması istenen ama kışkırtıcı ve rahatsız edici olan müzik ve dans festivalleri patlaması coşkuyla karşılandı.

Medya da bundan geri kalmadı ve bu sayede uzak yakın herkes için Lübnan, çok iyi bir durumda ve refah tüm bölgelerini kaplıyor gibi göründü.

Anavatan, kıyı kenti Batroun ile dağlık şehir Fakra ve başkentin bazı sokakları ile sınırlandı.

Bu gerçeği en doğru dile getiren kişi, Liman patlamasının neden olduğu yıkımdan sonra, başkentin bazı bölgelerinin yeniden inşası hakkında bir televizyon kanalında konuşan ve belki de siyasi aktivist olan bir kadındı.

Kadın, kafe, restoran ve otel gibi eğlence ve keyif, gece hayatı mekanlarının restorasyonu ile başkente hayatın geri döndürülmesinin, Lübnanlı gençlerin anavatanlarında kalmalarını ve göç etmekten kaçınmalarını sağlayan şey (!) olduğunu söyledi.

Aklı başında hiç kimse bu tesislerin önemini inkar edemez. Özellikle de iç ve dış turizmin ekonomisinin önemli bir bölümünü oluşturduğu, açık bir Lübnan imajını ve dünyanın turizm ülkeleri arasındaki konumunu ortaya koyduğu Lübnan gibi bir ülkede.

Ama aynı zamanda bu tür konuşmalar, acı ve umutsuz gerçeklikten kopuşu da yansıtıyor; iflas etmiş ülkenin koşulları çok kötü.

Bankalarda mevduat sahiplerinin paraları buharlaştı. Altyapı, elektrik ve su hizmetleri yok. Sanayi ve tarım zayıf.

En azından çevredeki Arap ülkeleri arasında bir zamanlar ön saflarda yer alan eğitim, öğretim ve sağlık hizmetleri düzeyi geriledi.

Siyasetteki bozulmadan, milislerin hakimiyetinden, karar mekanizması üzerindeki dış vesayetten, anayasa ve kamu kurumlarının birbiri ardınca devrilmesinden, yaygın yolsuzluktan, yargının aksamasından bahsetmiyoruz bile…
 


Amacımız elbette yorulmak bilmeden Lübnan'ın çehresini değiştirmeye çalışan Hizbullah kültürünün misyonerliğini yapmak değil.

Hizbullah'ın Temsilciler Meclisi'ndeki bloğunun başkanı Muhammed Raad'ın bir keresinde yaptığı gibi, otel ve gece kulübü Lübnanı imajını 'direniş' Lübnanı olarak değiştirme çağrısı yapmak değil.

Ancak krizin gerçekliğini, özellikle de siyasi ve güvenlik boyutlarını unutarak, denildiği gibi tozu halının altına saklamaya kalkışmak da kabul edilemez ve doğru değil.

Gerçeklik, en ufak bir yerel veya bölgesel güvenlik hadisesi ya da siyasi olayın etkisiyle çökmeye yüz tutmuş sezonluk ve geçici eğlence ve gece hayatı tezahürleriyle sarmalanmalı.

Nitekim Ayn el-Hilve kampında Filistinliler arasındaki çatışma olayı, ardından Arap Körfez devletlerinin vatandaşlarından Lübnan'ı terk etmelerini isteyip Lübnan'a seyahat konusunda onları uyarmaları.

Beyrut yakınlarındaki Kahle beldesinde Hizbullah'a ait silah ve mühimmat yüklü tırın devrilmesi ve bunun sonucunda iki can kaybının yaşanmasının yansımaları da bu söylediklerimizin en güzel kanıtıdır.

Körfez ülkelerinin bu pozisyonunun birçok yorumu var, ancak en muhtemel yorum bunun Lübnan'a siyasi bir mesaj olduğudur.

Tüm siyasi partilere "artık yeter, Lübnan'ın siyasi koşullarında ciddi bir değişiklik olmadıkça Körfez ülkeleri Lübnan'a dönmeyecek'"demektedir.

1970'lerden beri devam eden Lübnan trajedisi, yöneticileri ve yetkilileri aşıyor ve hem bireyler hem de gruplar halinde vatandaşlara uzanıyor.

Çünkü tanık olduğumuz olaylar tüm vahimliğine rağmen, siyasi partilere ve iktidardaki yetkililere baskı yapan bir kamuoyu olmadığından, Lübnan vatandaşını denklemi değiştirmeye sevk etmedi.

Artık sorun, büyüyen kişisel çıkarlar, hızlı kâr elde etme ve ego şişkinliği, kişiselleştirme, mezhepçilik ve bölgeselcilik nedeniyle vatandaşların hesap sormamaya alışılmasında saklı.

Hakim atmosfer, parçalanma, bölünme, abartılı manşetlerle dikkatleri dağıtma, düşler satma, karşılıklı yalanlardır.

Bunun iğrenç hale gelen tezahürlerinden biri de, gerçekte ölüm kültürünün yayılmasını teşvik ederken Lübnanlıların yaşam sevgisine sıkıca tutunduklarının söylenmesidir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU