Hepimiz zombiyiz, biraz da irrasyonel!

Prof. Dr. Uğur Batı Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Misha Gordin/Volakis Gallery

Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve After Parti En Genel Başkanıyım. 

Daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.

Paradokslar ve irrasyonalitenin boyunduruğundaki insan olgusundan söz edeceğiz ama hikayeleştireceğiz.

Çok sıkıcı günler geçiriyoruz, biraz hikayeye, çokça paradoksa, zihin açmaya ihtiyaç var. Hepimiz saçmalıyoruz, neye nasıl inanacağımızı bilemez haldeyiz. Her şey fena ikircikli. 

Ben hep derim, evrene dair her sır çözülür de, Akasya Durağı'nın 5 sezon nasıl sürdüğünün sırrı çözülemez.

Hep derim, bir ülkede ilk defa İngilizce dersi gören bir genç, öğretmen "six" dediğinde kıs kıs gülüyorsa masumiyet bozulmuştur.

O nedenle şimdi İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı, bi bakıyorum ki a-aa cüzdanım yok!

Konuya gelelim.


Şu fani hayatta ne saçmalıyoruz ki? Ne kadar daha saçmalayabiliriz acaba?

Gerçekten beyin yakıcı olsun diye bilimkurgunun usta yazarlarından Amerikalı Robert A. Heinlein'ın "All You Zombies" (Siz Zombiler) isimli kısa hikâyesinden söz edeceğim.

Hikâye psikolojide "Dede Paradoksu" diye adlandırılan kavramı bir ileri boyuta taşıyor. 

İlk kez, bilim kurgu yazarı Rene Berjavel tarafından "Tedbirsiz Seyyah" adlı romanda bahsedilen bu paradoksu, rasyonel ve irrasyonel olmak bağlamında çok değerli bir düşün alanı açıyor.

Dede paradoksunda ortaya koyulan kaos düşüncesi şudur:

Zaman yolculuğu yapan bir kişinin geçmişe gidip dedesinin babaannesiyle tanışmadan önce ölümüne neden olduğunu varsayalım. Durum bu olursa, zaman yolcusunun doğumu mümkün olmayacaktır. Böylece geriye dönüp dedesini öldürmesi de mümkün olmayacaktır. Öyle değil mi?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Heinlein bu hikâyede bu paradoks üzerine kurulu başka bir paradoks oluşturulmuş ve garip bir ağ örmüş.

Gerçi Heinlein'in bu hikâyeyi ilk olarak yayınlansın diye Playboy'a götürmesi bir başka paradoks mudur bilinmez ama beynininiz potansiyelini kendinize sorgulatacak hikâye şöyledir: 

Hikâyede bir bebek 1945 yılında yetimhaneye bırakılır. Adı Jane'dir.

Jane, büyür ve 1963 yılında bir serseriye âşık olur. Serseriden hamile kalır ancak serseri ortadan kaybolur.

Jane çocuğunu kendi başına doğurmaya karar verir fakat makûs talihi yine peşini bırakmayacaktır; doğum sırasında doktorlar Jane'in hermafrodit (hem dişi hem de erkek cinsel organlarına sahip) olduğunu fark eder ve hayatta kalabilmesini sağlamak için bir operasyonla onu erkek yaparlar.

Sıkıntılar bununla da bitmez, doğumun üzerinden çok vakit geçmemiştir ki bebeği bilinmeyen kişilerce doğumhaneden kaçırılır.

Yorgun, bunalmış, dışlanmış Jane hayata küser, 1970 yılında alkollü olduğu bir gecenin sonunda demlenmekte olduğu barın barmenine hayat hikâyesini anlatır.

Adamın durumuna çok üzülen barmen ona "zaman yolcuları birliği"ne katılması halinde kendisini terk eden adamdan intikamını alabileceği söyler.

Jane, birliğe katılır ve zaman makinesi ile 1963 yılına geri döner. Tam intikam planları yapmakta iken bir barda tanıştığı yetim bir kadından çok hoşlanır, onunla beraber olur ve kız hamile kalır.

Durumdan haberdar olan barmen dokuz ay sonrasına gidecek ve doğan çocuğu kaçırıp 1945 yılına geri dönerek onu bir yetimhanenin kapısına bırakacaktır. 

Barmen daha sonra kafası iyice allak bullak olmuş Jane'i 1985'e götürür. Jane burada zaman yolculuğu birliğinin saygıdeğer bir üyesi olduğunu ve kimliğini gizlemek için barmen olarak çalıştığını öğrenir.

Zamanı geldiğinde kulüp ona zorlu bir görev verir. Barmen kılığına girmeli ve 1970' e geri dönmeli ve "Pop'un Yeri" adındaki barda bir serseri ile buluşup ona yardım etmelidir.

Hikâyenin ve içindeki paradoksun sonunda şu soruların cevabını bulmanız mümkün mü siz düşünün:

Jane'nin annesi, babası, dedesi, ninesi, oğlu, kızı, torunu kimdir? Hepsi Jane midir? Yoksa Jane aynı zamanda hiçbiri midir?


Allah aşkına biz ne yapıyoruz? Ne yaşıyoruz, biri bize söylese ya!

Karar alma mekanizmalarının dayandığı mantıksal temel ve oradaki zihinsel işleyiş süreci, yüzyıllardır tartışılan bir konudur.

Diğer adı syllogism olan ve Aristo'yu zihinlerde sadece mantıksal çıkarımlara hapseden mantık çerçevesi, uzun zaman karar alma prensipleri konusunda belirleyiciydi.

Belirtmek de lazım; Aristo'nun {x=>y, z=>y} |-- x=y gibi bir çıkarımla ilgisi de yoktur aslında.

Aristo'nun "propositional logic/sentential logic" veya "first order logic" gibi iki değerli mantık geliştirmesine biz sonraki çağ insanlarının verdiği addır diyelim buna.

Bu biraz da Aristo dönemi klasik düşüncenin kusursuz akla olan ihtiyacı nedeniyleydi.

Her zaman istenilen sonucu vermeyen düz bir mantık önermesi olan görüş, Antik Yunan'da da daha sonraki çağlarda da karar almalarda, düşünce yürütümünde etkili olan bir unsur olmuştur.

Hatta Antik Çağ'daki Aristo Yunanlıların, azılı düşmanları Persleri savaşlarda mağlup etmek için şu şekilde kullanıldığı da çeşitli yazılı kaynaklara rivayet olmuştur:

Bütün kadınlar çok terler. Pers erkekleri de çok terliyor. O zaman Persliler kadındır. Bu durumda biz onları rahatça yeneriz.


Korkmayın ve cesurca savaşın! "Yok artık" demek isteyebilirsiniz, deyin. Ama böyle bir durum, vakadır.

Aristo'dan özür dileyelim ama artık irrasyonel davranışlar istisnai bir durum değildir.

Stuart Sutherland imzalı İrrasyonel kitabı mantıksızlığın kitabıdır aynı zamanda.

Yazar, Jaws filminden bahsediyor. Şu başrolünde bir köpek balığının oynadığı film.

Garip ama izleyenler, insanlardan intikam alan köpek balığı fikrine inanmıştı. Filmin ardından köpekbalıklarının zaman zaman plajlara yaklaştığı Kaliforniya sahillerine yüzmeye gidenlerin insanın sayısında belirgin bir azalma oldu.

Oysaki İngiltere'de geçen yıl gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, dünya üzerinde herhangi bir insanın merdivenden düşerek ya da yataktan düşerek ölme olasılığı, köpekbalığı saldırısı ihtimalinden çok daha yüksektir.

Bir insanın köpekbalığı saldırısına uğrama ihtimali: 300 milyonda 1'dir.

Şimdi irrasyoneli daha iyi anlamak için kısaca rasyonel olmaktan yola çıkalım.

Rasyonel olmak, insanın sahip olduğu veriler sınırında doğru olma ihtimali en güzel sonucu doğuracak hedeflerdir.

Rasyonellik yalnızca kişinin ne bildiğine göre ölçülebilir. Rasyonel kararlar, diğerinden daha karmaşıktır. Değerlendirmeye daha açıktır.

Rasyonel bir tutum, rasyonel bir değerlendirme, insanın hâlihazırdaki bilgilerine göre, amacına ulaşma ihtimalini en yüksek seviyeye çıkaran harekettir.

Kişinin bilgi düzeyine göre ve durumsallığa göre değişir. Rasyonel kararlar, süreklilik arz eden oluşları belirleyerek, geleceği tahmin etmek ya da bugünün veya geçmişin henüz bilinmeyen yönlerini ortaya koymak için kullanmaktır.

Sigmund Freud, davranışların altında yatan bilinçdışı süreçlerden söz ederken, özellikle de libido ile üst-ben arasındaki çatışma ortaya çıktığı an, irrasyonel olarak değerlendirilen tutumların gerçekte rasyonel olduğunun açığa çıkacağını kanıtlama çalışmıştır.

İrrasyonel olarak değerlendirilebilecek davranışların birçoğu, libidinal isteklerin gizliden gizliye doyuma ulaşmasına engel olan şeylerdir.

Libidinal isteklerin doyuma ulaşmasını üst-benden gizleyen savunma düzenekleri bilinçdışıdırlar. Aynı zamanda da irrasyoneldirler.

Bir soruyla açalım: Ömrü yetmeyeceği için kullanamayacağından dolayı onca parayı biriktiren cimri bir insan irrasyonel midir? 

Cevabını verelim: Herkes bazen irrasyoneldir ama bu insan irrasyonel değildir. Çocukluktan kalan libidinal bir tutkusunu tatmin ediyordur!

Kendisinden daha önce de bahsettiğimiz Prof. Dan Ariely, çok satanlar arasında olan kitabı "Predictably Irrational"i (Tahmin Edilecek Şekilde İrrasyonel) de irrasyonel biçimde kaleme aldı.

Şöyle ki Ariely, 18 yaşında üyesi olduğu gençlik kulübünün bir gösterisine havai fişek almak için bir patlayıcı deposuna gitti. Ve depo patladı.

Ariely'nin vücudunun yüzde 70'i yandı. Ariely, tedavisi sırasında büyük acılar çekti, tutumlarının değiştiğini fark etti.

Bir saçmalık yüzünden niye bir kimya deposunda bulunduğunu düşünmeye başlayarak kendisini nöropsikoloji alanına adadı.

Geçirdiği bu travmadan olsa gerek, irrasyonel davranışları irdelemeye başladı.

Neden her şeyi ertelediğimizi soruşturdu, yalnızca ahlakı sükût etmiş insanlar mı rüşvet alır diye araştırdı, dürtülerimizin bizi irrasyoneliteye yöneltip yöneltmediğini irdeledi.

"Neden irrasyonelliği araştırmaya başladınız" sorusuna Prof. Ariely'nin verdiği cevap da son derece rasyonel aslında:

Ben 18 yaşında çok ağır bir şekilde yandım ve hastanede oldukça fazla zaman geçirdim. Her yanık hastasının başına gelen en kötü şeylerden biri bandajların çıkarılmasıdır.

Hemşire olduğunuzu düşünün; bunu hızlı mı yaparsınız, yavaş mı? Eğer hızlı yaparsanız çok acılı olacak ama kısa sürecek, öbür türlü daha az acıyıp daha uzun sürecek. Hemşireler bunu hızlı yapmayı tercih ediyordu. Ama bu yanlıştı, bana daha çok acı veriyordu.

Hastaneden çıktığımda bu konuyu araştırdım. Marangozda ahşap bir düzenek yaptırdım. İnsanların parmaklarını bu düzeneğe sıkıştırarak farklı süreler için değişik acı düzeyleri uyguladım.

Sonunda hemşirelerin yanıldığı ortaya çıktı. Birincisi acının süresi tahmin ettiğiniz kadar önemli değil. Bir şeyi iki kat daha uzun yapmak, iki kat daha acılı yapmıyor. Ama acının şiddetini değiştirirseniz tüm deneyim değişiyor.

Ayrıca bir acının giderek şiddetlenmesi onu daha dayanılmaz yapıyor. Şiddeti giderek azalan acıya dayanmak daha kolay. Acı uzun sürecekse, ara vermek de çok işe yarıyor.

Hemşireler ise bunu anlamıyordu ve garip bir şekilde hepsi aynı yanlışı sürdürüyordu. Halbuki tüm hemşirelerin, tüm hastalar üstünde her gün aynı hatayı tekrarlaması hiç de ekonominin rasyonel insan mantığına uygun değil.


Çünkü hemşireler de acı çekiyordu. Bu işlem hemşireler için de pikniğe gitmek gibi bir şey değildi, onlar da bu işi yaparken acı çekiyordu ve bu nedenle onlar için bu işin süresi önemli oluyordu. 

Bakın klasik iktisat teorilerine. Basit çıkarımlar üzerinde ilerlerler.

Menfaatlerimiz vardır, bunlara orta ve uzun vadede zarar verecek kararlarda bulunmayacağımız öngörülür.

Ama üzgünüz, hayat en basit paradigmada bile böyle değil. Elma, elmalı turtadan kalori açısından da sağlık açısından da çok daha faydalı.

Elmayı turtasız yemek, sizin orta ve uzun vadeli menfaatlerinize çok daha uygun. Ancak turtayı tercih edebiliyoruz.

Ya da üniversite yıllarımızda son dakikaya bıraktığımız projelerimizi düşünün.

Neden bu irrasyonel davranışları yapıyoruz?

Bu bazen açıklanabilir bir şey. Yaratılıştan duygusalız. Hisler, motor davranış bile olabiliyor.

Şu güdü ve isteklerimiz var ya! Ve çok fazla "dürtülüyoruz".

Dede paradoksu, zamanda yolculuk, hemşireler, Jaws ya da irrasyonel küçük büyük her şey…

İnsanın karmaşasında, evrenin kaosundan kaynaklanan anekdotlar bunlar.

Mesela Dede Pardoksunu mantık dahilinde çözümlesek nasıl bir sonuca ulaşırız, bitirirken deneyelim mi?

Paradoksun iki çözümü olabilir gibi geliyor:

  1. Zamanda yolculuk yapmanın fiziksel açıdan imkânsız olduğunu bilim adamlarının sıklıkla dile getirdiği bir olgu. Çünkü zamanda yolculuk yapmak için ışık hızını geçmek gibi evrenin kurallarını çiğnemek lazım gelir. O zaman unutun bunu, açıklanan par
     
  2. Şöyle bir mantık kurmaya çalışabiliriz. Zamanda yolculuk yaptığınızda geriye giden siz olmazsınız ki. Gerçek zamandaki siz hayatına devam ettiğinize göre, olsa olsa sizin bir kopyanız bulunduğunuz zaman düzleminin bir kopyasına seyahat eder olur.

    Bundandır ki, kopyanızın yaptığı değişiklikler sizin hayatınızı etkileyemez. Olsa olsa o alternatif zaman düzlemindeki geçmiş ve geleceği etkileyebilir.

    Ancak bu da tam olarak rasyonel olamaz. O zaman da şöyle sorarım; Geçmişte gerçekleştirdiğiniz eylemler etkilerini sizin içinde bulunduğunuz zaman düzlemini birebir etkilerse ne olacak?

    Cevap verelim: Büyük karmaşa, çokça kaos! 

Yani ne diyoruz?

Rasyonel olmaya çalıştığınızda da son derece irrasyonel oluyoruz!

Başlığa gönderme yapalım: Ey siz zombiler, son derece irrasyonelsin, mantıklı ol ve kabul et bunu!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU