Postmodern romanları anlama kılavuzu ve "Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri" örneği

İnşa edilen bu düzen metaforlar, pastişler ve ironi ile zenginleştirilir. Postmodern tekniğin bütün cephanesini kullanan Anar, tek bir olay örgüsü işlemeden okuyucu üzerinde katarsis oluşturur

Guernica, Pablo Picasso / Görsel: Wikipedia

Postmodern romanlar, klasik olay örgüsüne dayanan romanlardan hayli farklı tekniklerle yazılan ve bu yüzden okurken dikkat edilmesi gereken bir iki önemli husus var.

Elbette bu saptamalar da diğer tüm genellemeler gibi bir yorumdan ibaret.

Edebiyat eleştirmenlerinin vahşi doğasında linç edilme pahasına sıradan okura bu kitaplardan keyif almalarını sağlayacakları bir iki hususu aktarmak isterim. 

Postmodern roman, söylenebilecek tüm sözün söylenmiş olması gerçeğinden hareket eder ve elde kalan en önemli tez olarak dış gerçekliğin yeniden inşası şeklinde karşımıza çıkar.

Bu gerçeklik; metinlerarasılık, ironi, pastiş, üslup ve metafor gibi araçlarla romanın yeniden inşa edilmesini sağlar.

Dış gerçeklik yeniden üretilirken olay örgüsü gibi romanın temel unsurlarından birisi, birbirinden bağımsız olaylar şeklinde işlenerek yıkılır.

Olayları birbirine bağlamak ve akıcılığı sağlayabilmek içinse dil kullanılır. İç içe geçmiş veya birbirinden bağımsız gibi duran olaylar dil kullanımı sayesinde romanda yeni anlamlar üretilir ve konular birbirine bağlanır.

Bunu başardığınızda elinizdeki roman okuduğunuz diğer tüm eserlerden daha büyük bir tesir bırakır üstünüzde.

Seçilen konular ise yine her şeyin söylenmiş olduğu gerçeğinden hareketle geleneksel veya klasik dediğimiz metinlere öykünebilir. 

Örneğin; bir kutsal kitabın üslubuna öykünerek ya da çok klasik bir eseri seçerek geçmişte bilinen bir konu tercih edilebilir.

Burada neredeyse herkesin bildiği ve tanıdığı konu, dilin kullanımı ile bambaşka bir hikâye izlenimi ile okuyucuya aktarılır.

İç içe geçmiş farklı yorumlar, bu dilin kullanımı sayesinde romanda zengin bir içerik oluşturur.

Yani; konu basit bir örnekle açıklayacak olursak Ali Baba ve Kırk Haramiler'den alıntı gibi durur; ama Ali Baba bambaşka biridir, hakeza Kırk Haramiler de.

Dilin bu kullanımının yaptığı en önemli etkilerden birisi, klasik roman anlayışında son derece önemli bir yere sahip olan yazar imgesini neredeyse tamamen ortadan kaldırmasıdır.

Yazarın ortadan kaldırılması ise eskiye duyulan bir tepki olarak değerlendirilmemeli çünkü postmodern romanın yaptığı eskiyi yeniden yorumlayarak ve onun anlamını bükerek yeniden şekil vermektir; ama romanın sonunda verilen şekil, tek bir anlama gelmediği ve farklı yorumlamaları bünyesinde taşımasından dolayı yazar ortadan kaldırılmıştır.

Yani basit ifadeyle okur; eseri okurken baştan yazar bir yandan. Her okur Ali Baba ve Kırk Haramiler'i okurken başka bir öyküyü zihninde inşa eder ve hatta her okuyucu aynı eseri farklı okuyuşunda tekrar tekrar yazabilir.
 

 

Postmodern romanın kendisi de net bir tanıma sahip değil. Harvey, postmodern tanımını dile getirirken kendi varlığının dahi bir belirsizlik konusu olduğunu söyler:

Modernist duyarlılık zayıflamış, yapıbozumuna (deconstruction) uğramış, aşılmış ya da kısa devreye gelmiş olabilir, ama onun yerini almış olan düşünce sistemlerinin iç tutarlılığı ya da anlamı konusunda pek az kesinlik var. Bu tür bir belirsizlik, varlığı konusunda herkesin hemfikir olduğu değişimi değerlendirmeyi, yorumlamayı ve açıklamayı tuhaf bir biçimde güçleştiriyor. (Harvey, 2012:57) 


Postmodernizmin bu tanımlanamazlığı ona aslında sınırsız bir tanım alanı verir. Herhangi bir değer ya da düşünce ile de sınırlandırılmamış olması kapsayıcılığını genişletir.

Metni ele alırken bir düzenin kurulması ise hem metin içi hem de metin dışı yollarla sağlanır.

Harvey metin içi düzeni üslup, metafor, pastiş gibi öğelerin kullanımı ile açıklayıp bunların kullanımı sonucu ortaya çıkan düzeni şöyle açıklar:

Kurgu, parçalanma, kolaj, eklektizm, bütün bunların dokularına işlemiş bir gelip geçicilik ve kargaşa duygusu, belki de, günümüzün pratiğinde hakim olan temalardır. (Harvey, 2012:119)


Metnin dış düzeni ise metinlerarası ilişkiler dediğimiz düzen ile kurulur. Harvey bunu ise iletişimsiz ötekilik kavramı üzerinden şöyle açıklar:

Postmodernizm aynı zamanda toplum içindeki sosyal, ekonomik ve politik pratiklerin bir taklidi olarak görülmelidir. Birçok postmodern romanda, bir ortak varoluş mekanında durmakla birlikte, aralarında iletişimsiz bir 'ötekilik' duygusunun hâkim olduğu farklı dünyaların üst üste gelmesi, kentlerde giderek artan gettolaşmayla, dışlanmayla, yoksulluğun ve azınlık nüfusların yalıtılmasıyla, bilinçsiz bir ilişki içindedir… Postmodern edebiyatın belki de bu olguyu taklit ettiğini düşünmek yararlıdır (Harvey, 2012:135).
 

 

Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri'nde postmodern izler

İhsan Oktay Anar'ın "Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri" isimli romanı postmodern anlatının bütün özelliklerini içinde barındırır. Metinlerarasılık, parodi ve üslup bu eserin öne çıkan temel özellikleridir.

Anar'ın çok büyük bir yazar olduğunu ve postmodern roman işini edebi camiada en iyi anlayan kişilerden biri olduğunu söylemek gerek. 

Romanda öncelikle geleneksel anlatıların yeniden ele alındığını görüyoruz.

Bu anlatılar; Antik Yunan mitolojisinden, "Binbir Gece Masalları"na, Orta Avrupa'nın "Kont Drakula" hikâyelerinden "Kral Midas" örneği üzerinden eski Anadolu medeniyetlerine kadar uzanan bir yelpazede okuyucuyu dolaştırır.

Bir iki örnek üzerinden somutlaştıracak olursak daha anlaşılır olur.
 

 

Abdürrahman Örneği: metafor ve ironi

Kitapta ölümü temsil eden varlık, Abdürrahman isimli kabadayının canını almaya gelir; ama bu kişi ölmemek için bu varlığa bir oyun oynamayı teklif eder.

Azrail profilinden uzak olan ölüm varlığı ve Abdürrahman arasındaki ilişki bize geleneksel anlatıdaki "Deli Dumrul" ve "Mephisto" karakterlerini anımsatır.

"Deli Dumrul" ölüm karışında ondan kurtulmak için çeşitli çabanın ortaya konulduğu geleneksel bir öyküdür. 

Ayrıca, Mephisto'nun oyun anlayışı ile "Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri" kitabında bahsedilen ölüm anlayışı büyük benzerlikler gösterir; ancak Anar, burada ironi yöntemini kullanarak ölüm varlığını klasik Azrail formundan çıkartır ve ona yeni anlamlar kazandırır.

Ölüm beceriksiz ve olaylardan etkilenen bir karakter olarak çizilir ki bu "Deli Dumrul" eserindeki Azrail ve "Mephisto"dan büyük farklılık gösterir:

Uzun İhsan'ı ebediyete intikal ettirme teşebbüsü böylece fiyaskoyla sonuçlanan Ölüm, dışarıda üstünü başını temizledi. O kadar koşuşturmasına rağmen bir sonuç alamadığı için hayli sıkındı. Cezzar Dede yolun karşısında onu bekliyordu. Ölüm'ün kılık kıyafetinin toz toprak içinde olduğunu görünce, "bugünlerde, can borcu olanlardan alacaklarını tahsil etmekte zorlanıyorsun herhalde. (Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri: 236)


Burada ölümün insanoğlu için temsil ettiği anlama karşı böylesine ironik bir biçimde resmedilmiş olması ve insanların ölüm karşısında yalnızca daha uzun bir ömür talebi modern insanın hayatındaki anlamsızlığına bir işaret olarak değerlendirilebilir.

Bugün yaşadığımız hayat, geçmişe göre daha yoğun; ama aynı zamanda daha anlamsız bir hayattır.

Buna rağmen ölüm ile karşı karşıya geldiğimizde daha anlamlı bir hayat talebinden ziyade, insanlar olarak, yalnızca daha uzun bir ömür yaşamayı diliyoruz.

Bu ise ölümü yalnızca gülünç bir konuma taşımaktadır ki bu romanda ironiyi ortaya çıkartan bir durum.


Cezzar Dede Örneği ve metinlerarasılık

Cezzar Dede, ölümün canını almaya geldiği ama kendisiyle kurduğu bir dostluktan dolayı bir oyun anlaşması yaptığı karakterdir.

Bu karakter anlatacağı her bir hikâye karşılığında ömrüne bir saat katacaktır. Bu durum bizi kadim Arap anlatısındaki "Binbir Gece Masalları" efsanesine götürür.

Bu örnek üzerinden anlatı gücünün zamanı aşma döngüsüne değinilmiştir; çünkü edebi anlatılarda sözün gücü tükenmez bir durum olarak ele alınır. Yani anlatı ölümsüzdür, ölüm dahi karşısında akim kalır.

İhsan Oktay Anar, bu sembolü postmodern tekniğin sınırları içerisinde okuyucusuna sezdirmeye çalışmıştır.

Nasıl ki Şehrazat'ın hikâyeleri tükenmeyecekse Cezzar Dede'nin hikâyeleri de anlatının kendisini temsil ettiği için bir sona ulaşmayacak ve en büyük düşmanı olan zamanı (ölümü) yenecektir. 

Anar'ın geçmişin anlatılarından postmodern olanın kalıplarına taşıdığı efsanevi karakterlerden birisi de Kont Drakula'dır.

Bir okulun müdürü olarak resmedilen Drakula'nın en büyük düşmanı güneştir. Buna rağmen güneşi görmek arzusu ile yanıp tutuşur.

Güneşin ise temsil ettiği anlam hayatın kendisidir. Hayata ulaşmak isteyen Kont'un en büyük arzusu güneşi görmektir; ama içindeki kötülük buna engel teşkil eder.
 

kont drakula.jpg
Kont Drakula

 

Kont Drakula'nın bir diğer laneti hayatta kalabilmek için müdürlüğünü yaptığı okulda çocukların kanını içer.

Burada kanını içmek için seçtiği çocukların ortak özelliği hayatın anlamını ve estetiğini gören yetenek sahibi çocuklardır.

Bu metafor üzerinden hayat dolu insanların güneşe karşı lanetlenmiş vampirler tarafından kanının emildiğini resmedilir.

Sanattan ve estetikten anlayan kişiler hayatın kaynağı olarak ele alınırken Kont, hayatın güneşini çalmaya çalışan kimselerin metaforu olarak kullanılmıştır.

Böylece, alyanaklı çocuğun boynuna eğilmiş, şahdamarına sapladığı ucu iğneli bir hortumdan zavallının kanını iştahla emen canavarı yine gördü. (Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri: 236)


Anar, geleneksel anlatı içinde yeni katmanlar oluşturarak Bora Mete karakteri üzerinden bizi biranda Van Gogh'a götürür.

Resim sanatının mana ikliminden bir ışıltı süzdükten sonra bizi biranda kadim Yunan felsefesinin sınırlarında dolaştırır.

Kont Drakula'dan başlayan metinlerarasılık serüveni artık Van Gogh ile anlatının zirvelerine ulaşmıştır.

Anar, bu tekniği baştan sona kadar sürdürür. Metnin anlatısı içinde kendimizi Kral Midas'ın lanetinden bir anda Mevlana'nın mesnevisinin hikmetinde bulabiliyoruz. 
 

kral midas.jpg
Kral Midas

 

Metnin düzenini kurarken olay içinde olay çıkartan Anar, biçimde bir dağınıklık gibi görünen kusursuzluğu inşa eder.

İnşa edilen bu düzen metaforlar, pastişler ve ironi ile zenginleştirilir. Postmodern tekniğin bütün cephanesini kullanan Anar, tek bir olay örgüsü işlemeden okuyucu üzerinde katarsis oluşturur.

Her okumada farklı anlam katmanlarını inşa ederek okuyucunun zihin dünyasında büyük şaşkınlık yaratır.

Velhasıl, değerli okur postmodern eserleri bir de bu şekilde okumayı deneyin.

O zaman uykunuzu getiren o romanların sihirli kapılarının sizlere açıldığını görecek ve farklı alamlere oturduğunuz yerde seyahat etmiş olacaksınız, tabi eser sizi kendi içinizde kaybetmezse.

 

 

Kaynakça:

Harvey, David. (2012). Postmodernliğin Durumu. İngilizceden Çeviren: Sungur Savran. Metis Yay.:İstanbul.
Oktay, İhsan Anar. (2011). Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri. İletişim Yayınları: İstanbul
Moran, Berna. (1991). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: Cem Yayınevi.
Koçakoğlu, Ahmet. (2010). Yerli Bir Postmodern İhsan Oktay Anar. Konya: Palet Yayınları.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU