Manifestonun 174. yılında savaş Sovyetlerin külleri üzerinde tüterken, sol ne yapabilir?

Tarkan Konar Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: DownToEarth

Savaş koşullarında şimdi manifestoyu; solu irdelemenin sırası mı?

Pandeminin tam başında, 2020'nin ilk çeyreğinde yine bu mecrada; dünyanın yeni bir güç dağılımı/harita çizimine doğru gideceğini yazmıştım.

Başladı, başladılar…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

'Birinci Paylaşım Savaşı'nı bitiren Bolşeviklerin ihtilal yoluyla iktidarı alıp "Rusya bu savaşta yok artık" diye ilan etmeleriydi, "Artık Sovyet iktidarı var ve 'ekmek/ barış/ toprak' istiyor, ordumuzu bu kirli savaştan çekiyoruz" dediler, çarlık Rusya'nın tüm kirli arşivini, savaş çıkarını, gizli belgelerini alenen halka açıp teşhir ettiler.

'İkinci paylaşım Savaşı'nı bitirenin yine Kızıl Ordu olduğunu, milyonlarca üyesini ve kadrosunu cephede yitirdiğini hatırlatmaya gerek yok herhalde. Lakin artık Sovyetler yok, gelelim bugüne; dur hemen gelmeyelim.

Katı olan her şey buharlaşıyor…


Tam 174 yıl önce iki genç kaleme aldıkları kitapçıkta çürüyüp gitmekte olan feodal çağı böyle tarif etmişlerdi.

O broşürle tüm dünyaya meydan okudular!

Evet, iki genç, çünkü Karl Marx 30 yaşında, Friedrich Engels 28 yaşındaydı bunu yayımladığında.

Yaklaşan belayı görüp, kurtuluş yolunu da tarif eden, tarihte insan aklının ürettiği, dinler haricinde, her milletten uğruna en fazla insanın ölüm pahasına mücadelesini verdiği fikrin manifestosunu kaleme aldılar.

Sadece gelmekte olanı eleştirmiyor, başlı başına bir başka düzen öneriyordu. Bu yüzden de bir meydan okumaydı. Zira fikrin gücü dalga dalga yayılıyordu.

Önemli bir vurgusu daha vardı bu metnin; komünistler ile diğer solu net biçimde ayırıp "Komünistler kendilerini gizleme gereği duymazlar" diyerek sol üzerinde de ideolojik bir hegemonya kurmanın işaretini veriyordu. 


Ve şimdi, bugün, 2022 yılında, dünyamız tekrar bir paylaşım savaşına doğru sürüklenirken yine "Katı olan her şey buharlaşıyor" diyebilir miyiz?

Kesinlikle! Çünkü değişim sürüyor.

Elimizde 174 yıl önceden farklı olarak ne var? Yaşanmış sosyalist ve kapitalist deneyimler var. Bu bir laboratuvar, incelemekten imtina ediyoruz, bu, bilimi reddetmektir.

Solu bu laboratuvarda çalışmaya davet ediyorum. Kendi toprağımızdan başlayarak…


Türkiye özelinde seçimlere doğru gidilen süreçte üçüncü veya dördüncü ittifaklar, solun güç birlikleri gibi konular, zaman zaman gündeme yansıyor, kimi parlamento içi hesaplar yaparken kimi başka noktalara vurgu yapıyor, normal…

Üzücü olan, yan yana gelişlerin hala aynı referanslarla gerçekleşiyor olması; Türkiye'de cumhuriyet tarihi boyunca Kemalizm ile rövanş duygusu içinde olan siyasal İslam kendine her zaman Kürt siyasetinin önemli oranda bir kısmından, solun belli bir kısmından ve Alevilerin cüzi bir kısmından ittifak unsurları bulabilmiştir.

Gündeminde böyle bir rövanş olmayan veya hiç olmamış kesimler ise başka biçimlerde yan yana gelmişlerdir. Özetle aynılar aynı yere...

Günler ve haftalarca süren toplantılar, metin tashihleri, deklarasyonlar ve bilcümle hikayenin alt metni budur. Rövanşist kesim farklı oranlarda kimlik siyasetine yatkınken (eşyanın tabiatı gereği) diğer toplam, sınıf siyaseti veya laiklik/kamuculuk üst başlığında "Ortodoks" eğilimlidir. 

Şahsen sosyalist solun bugün öncelikle zaten iki öbeğe toplanmış, adresi ikiye düşürmüş bir biçimde çalışması gerektiğini düşünüyor, bunu sağlıklı buluyorum.

Eleştiri ve özeleştiri hakları saklı kalmak koşuluyla iki büyük şemsiye (teke düşürmek imkansız ve gereksiz) olması, sosyalist solun CHP ve HDP tarafından da muhatap alınmalarını, her masada aktör olmalarını, sokakta bir toplumsallığa oturmalarını sağlayacaktır. 

CHP'nin sağ partilerle beraber kendini umut olarak sunması utancı veya HDP'nin Suriye'de IŞİD gericiliğine karşı savaşı överken (haklı biçimde) içeride laiklik vurgusuna duyduğu alerji gibi meseleler bu yazının konusu değil, şimdi değil…

Peki, sol bu ikili öbeklenmeyi başarırsa ve mecliste veya sokakta bazı mevziler edinirse bu yeterli midir, buradan bir çıkış yakalanabilir mi?

Net söylüyorum: Hayır.

Bugün sol az propaganda yapıyor diye, birlik olmuyor diye, yeterince bildiri basmıyor veya az tweet atıyor diye örgütlenemiyor değil, keşke öyle olsa... Sorun ideolojik!

Dünya genelinde sol yeni bir çıkış, bir cevap, bir iddia, bir reçete arayışında. Türkiye'deki solun arayışı ise yukarıda yazdığım yerel referanslar nedeniyle daha karmaşık sadece. 


Tarih boyu ideolojiler Batı merkezli bir etkileşim ve yayılım halinde oldular, merkez emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfı ve sendikal hareket ekonomik olarak bir refaha ulaştığı oranda sol/sosyalist partileri de yeşilci, kimlikçi, mülteci ve azınlık hakları savunucusu bir siyaset zeminine ittirdi, merkezden çevreye doğru ise bu 'yeni' siyaset biçimi sirayet etti.

Gerçek şu ki; sol, Sovyetlerin çökertilişinden beri açık bir biçimde çıkıp "Biz kaybettik, şimdi bu deneyimden dersler çıkaralım" demedi. Yenilgiyi kişilere, hainlere, emperyalizme vb. oyunlara bağladı.

Sovyetleri veya diğer ülkelerdeki sosyalist iktidar denemelerini zaten sosyalist bile görmeyen kesimlerin argümanlarının ise bugün sokakta bir karşılığı yok.

Bütün dünya solu birleşip yarın "Aslında Troçki haklıydı" dese yaprak bile oynamaz, çünkü kaybedişimizin! Cevabı burada da değil. 

Cevap iki ana başlık altında toplanıyor;

  1. İnsan faktörü merkezli çürüme
  2. Ekonomi-politik 

Bu ikisini çözecek bir cevabı olmadan sosyalist hareketin tekrar toplumsallaşması mümkün değildir! Kapitalizm veya iktidar eleştirisinde haklı olunması başka bir şey, halkın sola iktidarı teslim etmesi başka bir şey. 


Kolektif akıl ve toplumsal bilinç milyonlarca farklı (eşsiz) aklın süzgecinden geçen bilgi ve yaşanmışlıkların damıtılarak toplandığı bir bulut gibidir.

Bugün nasıl kişisel verilerimizi görünmez(!) bir buluta depolayabiliyorsak toplumsal aklın da hafızasıyla beraber orada depolanmış olarak bulunduğundan emin olmalıyız, o evrimleşir ve bir basit mantık işletim sistemine sahiptir; bir şey iyiyse çalışır.

Bu yüzden gençliğimiz boyunca her politik tartışmanın en hassas noktasında hep o soru geldi:

Sosyalizm iyiydi de niye yıkıldı?


İşte basit mantık budur ve bu soru doğrudur, kaçak güreşmeden bu soruya "Çünkü hata ettik" diye cevap vererek ancak yolumuza devam edebiliriz. 

1. maddeden başlayıp devam edelim, "çürüme":

Devrimin ilk iki jenerasyonundan sonra toplumda enerji ve politizasyon kaçınılmaz olarak düştüğünde (ki bu hep böyle oldu ve böyle de olacak), yönetici kastı! denetleyen mekanizmalar kuvvetler birliğinin de dezavantajıyla hantallaştığında, bürokratik bir elitin ve yeniden sınıfların oluşmasını engelleyecek olan nedir?

Toplumda sınıf bilincini hep canlı tutarsanız toplum da denetleyici mekanizmalarda görev alır ve örgütlü bir toplum çürümez.

Teorik olarak doğru. Lakin toplumda sınıf bilincini canlı tutacak olan aygıt partidir ve sosyalist iktidarlarda parti/devlet/iktidar aynı şey olduğu için kendisini denetleyecek toplumu çok rahat uyuşturabilir de, nitekim öyle oldu.

Kaldı ki devrim, savaş vb. olağanüstü durumlarda toplumun politik bilinci artsa da toplumun genel eğilimi ilk fırsatta tekrar depolitize olup günlük hayatına dönmektir, topluma sürekli sınıf bilinci zerk ederek onu ayık tutmak gibi bir hedef hiç gerçekçi değildir ve bu nokta işte çürümenin başlangıcıdır.

Özetle aşağıdan yukarıya doğru ister temsili ister doğrudan demokrasi yollarıyla sağlanmaya çalışılacak denetim zaten aşağısı tarafından reddedilecek ve bu durum yukarının da işine gelecek, yıkım kaçınılmaz.

Öyleyse kapitalizm nasıl ayakta kalıyor?

Çünkü bin yıllar içinde doğalında, evrimleşerek gelişmiş bir sistem ve zaten topluma bilinç vermediğinde kendi ömrünü uzatıyor. 

Buradan çıkarılacak sonuç şu; toplumun kolektif aklında şu soruya cevap verilmiş değil:

Size tekrar iktidar şansı verirsek bu defa çürümeyi nasıl engelleyeceksiniz? 


2- Ekonomi-politik: işte bu en zoru. Ama en önemlisi!

Kapitalizmin liberal, sosyal demokrat, dinci, faşist ve diğer tüm varyantlarına karşı dünya üzerinde tek bir alternatif iktisadi önerme var o da sosyalist ekonomi.

Kapitalizmin emeğe el koyarak yarattığı zenginliğin adaletli bölüşülmemesine dönük haklı itirazımız bize otomatikman kapitalist olmayan, sürdürülebilir ve adaletli bir ekonomik sistem sağlamıyor, bunu gördük.

Kâr motivasyonu olmadığında fabrikaların üretimi, hammaddenin çıkarılması, sıcak yerde yetişen narenciyenin soğuk yere nakli gibi her şey bir planlama meselesi oluyor.

İdeolojik, ekonomik ve hatta felsefi olarak taban tabana zıt iki modelden bahsediyoruz, kapitalizm "var" olgusunu merkeze koyup zenginlik üretir, Keynes, Smith gibi tüm "toplumcu/piyasacı iktisatçıları", "denge" faktörünün kilometre taşları olarak görür.

Kâr için çatışan çıkarların yarattığı kaosun ortaya çıkardığı bir dengedir bu.

Zira "var" edilmiş olan artık mevcut olduğu için hem bugünü hem yarını şekillendirir.

Nash'e denge eksenli teziyle ekonomi Nobel ödülünü kazandıran şey aslında bir bilim insanı kafasıyla yaptığı çözümlemedir; atomların hareket ve çarpışma halinde olması tam bir kaos yaratırken aslında onların bir arada durmasını sağlayan şeydir, zıtların birliği.

Atomun hareketini eşyanın tabiatı ve insan davranışından ayrı düşünemeyiz.

(Dipnot: harekete geçerek etkide bulunduğunuz atomlar geçmişte ayrıştıkları atomları da harekete geçirdiği için hareket halinde olan daima kütle çekim etkisi yaratır. Yani "evrene olumlu mesaj vermek", olumlu enerji filan gibi etrafta konuşulan şeyler sanıldığı gibi metafizik veya astrohobik mevzular değildir.)

Biraz daha risk alarak termo dinamik sıfırıncı yasasına atıfla "iki sistem arasında etkileşim (alışveriş) olduğu için termo dinamik denge oluşmaz" diyebilirim, dedim.

Yani iki zıt sistem maddi bir etkileşim halinde olup bir denge içinde sürekli biçimde bir arada yaşamaya devam edemez, mutlak dengede devinim durur.

Geçmişte detant politikası bu yüzden çöktü. Zıt sistemlerden biri diğerini yok eder ve zıddı ortadan kalkan şeyin varlık nedeni de ortadan kalkar, çürümeye mahkumdur, bugünkü kapitalizm gibi! komünizm riski ortadan kalktığında dünya hızla bir ekolojik felakete sürüklendi çünkü kâr amaçlı plansız meta ve data üretimi yer küremizi tüketti.

Sosyalizm ise felsefi olarak "yok" düşüncesine dayanır. Gerekmedikçe tüketmeme düşüncesi doğalında gerekmedikçe üretmeme ve minimum çalışma eğilimindedir.


Sonuç olarak bireysel veya toplumsal olarak zenginlik hedeflemez.

Yaşanmış sosyalist deneyimler aslında teknolojik ve endüstriyel olarak tersi yönde çok "başarılı" örnekler çıkardılar ama orada temel motivasyon kapitalizmle yarışmak ve onu aşmak idi.

Bu da bizi kapitalist üretim ve ekonominin belirlediği oyun sahasında onların belirlediği kurallarla yarışmaya, oynamaya itti.

Marx ve Engels'ten daha sonra tarih sahnesine çıkan faşizm ve emperyalizmin onların pür sosyalist ideolojisinde yarattığı deformasyona şimdilik girmiyorum ama en basitinden Nazi faşizmi ile savaşabilmek için ordunun büyütülmek zorunda olunması bile "sosyalizmden bir tavizdir".

Tam da bu nedenle biz halktan yeniden bir iktidar şansı isterken kapitalizmin yarattığı zenginliği nasıl da hakça bölüşeceğimizi, mülklerini kamulaştırınca nasıl da toplumcu biçimde üretime devam edeceğimizi anlatamayız, bu değil, bu kapitalistlerin ekonomiye endeksli refah toplumu kriterlerini kabul edip sahaya deplasmanda çıkmaktır, tekrar ediyorum: ekonomiden bağımsız bir model üzerinde çalışmalıyız.

Evet, kolektif akıl, kara dayalı olmayan ama kapitalizmin kamucu bir taklidi gibi üretime devam eden modeli bir kurtuluş olarak görmüyor.

Eleştirilerim acımasız ama kendi tarihimize dönük merhametin zamanı değil.

Bu modeli bulmak üzere daha fazla bir araya gelmeli ve tartışmalıyız, dünya solu ve gençlik hareketleri daha fazla buluşmalı, yazışmalı, internette veya sokakta.. 


Kapitalizm işte tam da yazdığım nedenlerle kendi çürümesinin farkında olduğu için biçim değiştirme arifesinde, arayıştan çıkıp bir yöne gidiyor, gerçekte ve sanal dünyada büyük bir atılım hazırlığında.

Belki fazla iddialı olacak ama bildiğimiz emek/değer teorisine dayalı bir sömürü ve kar sistemi yerine "marjinal değer teorisine" dayalı bir modele doğru kayıyor.

Sadece birim emek veya arz/talep ilişkisinin fiyatları ve karları belirlediği bir piyasa modelinden çıkıyor, çıkmak istiyor.

Devlet kapitalizminden şirket kapitalizmine geçiş dediğim bu süreç elbette sancılı olacak, yer yer sınıf hareketleri artacak hatta bazı devlet aygıtları coin vb. yeni dijital ve reel ekonomi enstrümanları ile çatışacak... 


Peki, kapitalizmin kendi çürümesine çözüm üretme sürecinden söz etmişken şunu da düşünelim, tersi olsaydı ne olurdu?

Sosyalizm bir dünya devrimi ile yol alsa ve komünist bir dünya hayali gerçekleşseydi.

Yukarıda yazdığım tez yine çalışır mıydı?

Zıddı ortadan kalkmış, sınırsız, devletsiz, ordusuz ve sınıfsız komünist bir dünyada komünizm kendi varlık nedenini de ortadan kaldırmış olur muydu?

Mutlu son bekleyenlere üzülerek "evet" demek durumundayım.

Aksini iddia etmek ilerlemenin, hareketin, zıtların birliğinin nihayete ereceğini iddia etmek olur ki bu bilimsel değil.

Komünist dünya da varılacak bir son olamaz, olursa yanılıyoruzdur. Bu itibarla bunu bilmek bugün için bizi bu ütopyaya gönül vermekten asla alıkoymaz :)

Varsın o da aşılsın... Biz şu kısa misafirliğimizde nerede durduğumuzdan mesulüz.. 

İdealimizi birdenbire gerçekleştiremeyecek olmamız pek de umurumuzda değil.

P. Kropotkin


Öyleyse artık yazıyı başlığı ile ilişkilendirerek toparlamanın vakti…

"Sol ne yapabilir?"

Ekonomiye dayanmayan yeni bir iktisadi model bulacağız diye güncel pratik sorunları kenara atamayız, ancak devrimci pratik de devrimci teoriden ayrı düşünülemez.

Demek ki eşzamanlı yürütmeliyiz.

68 gençliğini o derece iddialı ve cesur yapan şey sadece genç ve haklı olmaları değildi, kafalarında bir kurtuluş reçetesi vardı, olursa herkes kurtulacaktı, onlarla konuşan herkes bu enerjiyi, kararlılığı, "ne yapacağımı biliyorum" duruşunu hissediyor ve desteklemeye başlıyordu.

Bugün işte sorunumuz bu, yeterince çalışmıyor değiliz "ne yapacağımı biliyorum" ve "hepimiz kurtulacağız" parıltısı eksik biraz gözlerde, haklılık yetmiyor.

Bu yüzden Lenin o gün büyük eserine bu ismi koydu; "Ne yapmalı?"

Çünkü biliyordu ki ne yapacağını bilenler yapabilirler sadece... Büyük bir sınıfkırım yaşanacak, başladı.

Mücadele edeceğiz, dayanışacağız, tartışacağız, birleşeceğiz…

"Ne yapmalı?" sorusuna bugüne dair cevabı üreteceğiz.

Emperyalizm kendi toprakları dışında bir "neo-feodalizm" inşasına girişiyor, durduracağız.

Dünyayı açlık ve susuzluk ile terbiye etmek isteyecekler, bir ayağımızı toprağa basarak, eko-toplumcu bir düzen kurma üzerine kafa yormalıyız.

Hayır, öyle teknoloji karşıtı bir noktadan bahsetmiyorum, biliyoruz yetkin bir sosyalist toplum için üretici güçlerin gelişkin olma koşulunu ama dünyanın en başarılı siyasi logosu olduğu kabul edilen orak çekiçteki orak kısmına da artık hak ettiği ilgiyi göstermeliyiz, mecburuz. 


Marxizm, "Emek en yüce değerdir" gibi boş lafları gerçekçi yaklaşımıyla çürütür;

Emek, bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da, tıpkı, bir doğa gücünün, insan emek-gücünün deyimlenmesinden başka bir şey olmayan emek gibi kullanım-değerlerinin (ve kuşkusuz maddi zenginlik de bu değerlerden meydana gelir!) kaynağıdır. 1


Doğanın zenginliği olmadan emek ve emek gücü (değer teorisinde bu ikisini ayırıyor) tek başına bir değer oluşturamaz, eko-toplumcu bir düzen için doğa ve toprakla olan ilişkiyi büyütmemiz, yaklaşan gıda krizine gerçek, bilimsel bir önermede bulunmamız, elit/düzeniçi, kimlikçi ekolojistliğe düşmeden, düşenleri toplayarak, romantik değil bilimsel ve açık bir komünist alternatif üretmemiz gerekiyor, tartışalım, birleşelim, yapalım.. 

Barış özlemi bir kez daha ama güncel sürümüyle devrimcilerin omuzlarına yükleniyor bu günlerde.

Bu sorumlukla, birbirimizden "ayrılma hakkımızı" erteleyelim bugün.

 

 

1. Gotha ve Erfurt programlarının eleştirisi 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU