Toplumsal reformun önündeki engel: Biat kültürü

Rüveyda Çelenk Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Trabzon'daki açılışta 10 yaşındaki bir çocuk kürsüye çıkartıldı ve eline mikrofon verildi / Fotoğraf: Trabzon 61

Trabzon'daki toplu açılış töreninde bir çocuk sahneye çıkıyor. Önce iktidara, babası ile ilgili istirhamını iletiyor.

Ardından mikrofonu kaptığı gibi iktidara övgüler yağdırarak ve rakibine hakaret ederek halktan onun için oy istiyor.

Çocuğun ses tonu, kelimeleri ve hitabet şekli doğrudan adına oy istediği liderinkiyle benzeşiyor.

Elinde oyuncak, iktidar liderinin yanında halkı selamlıyor ancak yüz ifadesi oldukça hüzünlü ve kaygılı görünüyor.

Tam aksine, aynı platformdaki siyasiler ise gülümseyen ve memnun yüz ifadelerine sahip.

Daha sonra servis edilen görüntülerden anlıyoruz ki çocuğun babası on yıldır "içeride".

Akla gelen soru şu: eğer bu çocuk, o platformda, muhalefet lideri için olumlu sözler söyleseydi siyasiler aynı tavırlarını sürdürebilirler miydi?

Nitekim, sosyal medyada yıllar öncesine ait rahmetli Süleyman Demirel'in, rahmetli Bülent Ecevit'e selam göndermek isteyen bir çocuğu kırmayıp, onu yanına aldığı bir fotoğraf tekrar gündem oldu.

O anda Demirel'in yüzündeki tebessümü ve heyecanı görmek bugün bile insana iyi hissettiriyor.

Zıtlıkları (Demirel'in tebessüm eden yüz ifadesi ve CHP'nin altı oku) içinde barındıran bu fotoğraf, aslında görüşlerimiz farklı olsa da düşmanlık yapmadan, bir arada var olabildiğimizi gösteriyor.

O noktadan bu noktaya nasıl geldiğimizi sorgulamadan edemiyor insan…

Demirel-çocuk.jpeg
Demirel'in Ecevit hayranı bir çocukla yer aldığı kare / Fotoğraf: Twitter


Son yirmi yıllık siyasal ve sosyal değişimin toplum üzerinde yarattığı en büyük bozulma, biat kültürüne dayalı bir ilişkiler ağı kurulması oldu.

Yani, ancak ve ancak otoriteye itaat ettiğinde, ona tabi olduğunda veya açıktan muhalefet etmediğinde kazanım sağlayabilecek, hatta hayatta kalabilecek insanlardan oluşan bir topluluk.

Kendimizi bundan ne kadar uzak konumlandırırsak konumlandıralım, her birimiz -ve hatta çocuklarımız- bu ilişkiler ağının birer parçasıyız ve buna sürekli maruz kalıyoruz.

Bazılarımız edinimlerini artırmak için açıktan biat ediyor, bazılarımız ise sadece sahip olduklarını koruyabilmek için açıktan muhalefet etmeyerek biat ediyor.  

Trabzon'da yaşanan durum ise çok daha düşündürücü. Çünkü bu yaklaşım -biat ederek kazanım sağlama- yetişkin bir insanın geliştirdiği bir hayatta kalma mekanizması olarak kabul edilebilir görünse de henüz kişilik yapılanması tamamlanmamış, gelişim çağında bir çocuğun kamusal alanda ve bir yetişkin edasıyla böyle bir tavır sergiliyor olması geleceğimizin de şimdiden bu kültürün etkisi altında şekillenebileceğini gösteriyor.

Biat etme, toplumun bir kısmı için amaca giden yolda bir araç olmaktan çıkarak bir yaşam şekline dönüşmüş durumda.

Konunun bir başka boyutu da bu ilişki tarzının sadece siyasal yaşamda değil bireysel ve toplumsal hayatın her noktasında temel bir işleyişe dönüşmüş olması.

Herhangi bir yönden hiyerarşik olarak üstün olan kişi altındakilerden sorgusuz bir biat beklentisi içerisinde.

Bu kişiler, kendilerine biat edilmediğinde, biat etmeyenleri tenkit etme ve kendilerince cezalandırma (dışlama, hakaret etme, vicdani olarak suçlu hissettirme, terfi ettirmeme, nazik bir ses tonu ile aşağılama, olumsuz referans olma vb.) hakkına doğal olarak sahipler.

Bu bazen açık, bazen örtük olabiliyor. Örneğin, ailede büyüklerin kararlarının tartışmaya açık olmaması, belli meslek gruplarında (sağlık çalışanları, akademisyenler, ofis ortamında çalışanlar başta olmak üzere) kıdemlilerin kıdemsizlere uyguladıkları mobbing ve buna sessiz kalınması, maddi olarak güçlü olan kişinin, kendinde etrafındakilerin yaşam tarzına, seçimlerine karışma hakkı görmesi, çocuklar arasında artan zorbalık ve hatta kadın cinayetlerinin bile bununla ilgisi var.

103686-88709759.jpeg
Gezi Parkı olaylarında farklı siyasi görüşe sahip insanlar bir araya geldi / Fotoğraf: Independent Türkçe


2013 yılındaki Gezi Parkı olaylarından sonra mevcut iktidarın yönetim şeklinin daha da otoriterleştiği aşikâr.

Bu aslında iktidarın biat beklentisinin ve karşılanmaması halinde nasıl cevap vereceğinin tipik bir örneği olarak yakın siyasi tarihimizde yerini aldı.

O tarihe kadar çoğulculuğu önemseyen, toplumsal uzlaşıyı arayan, hukuku merkeze alan -ya da öyle görünen- iktidar, özellikle ülkenin iyi eğitimli genç nüfusunun bu denli büyük bir çapta sivil itaatsizlik göstermesini şaşkınlıkla karşıladı.

Belli bir süre görmezden gelmeyi tercih etti ancak bu olgunun toplumda belli bir anlam bulmaya başlamasıyla bu şaşkınlık, örtük tedirginlik ve açık tepkiselliğe dönüştü.

En nihayetinde "Ben size şimdiye kadar lütfettim, bir sürü hizmetler sundum. Ancak siz benim kadrimi kıymetimi bilmediniz. Bana başkaldırıyorsunuz. Bana biat etmediğiniz için artık daha katı bir yönetim şeklini hak ediyorsunuz" dercesine yoğun bir devlet şiddetiyle eylemler bastırıldı.

Ve yönetim kalıcı bir şekilde otoriterleşti. Bugünlerde gündem olan istifa etmek (edememek) yerine "affını istemek" desturu siyaset dilindeki biat kültürünün ve otoriter rejimin ulaştığı düzeyin dramatik bir örneği.

İnsan kendine sormadan edemiyor: Biz toplumsal olarak bu kültürü benimsediğimiz için mi yirmi yıl boyunca bu kültürü yaşatan kişilere oy verdik, yoksa yirmi yıldır bu kişiler tarafından yönetildiğimiz için mi biat kültürünün içine bu kadar gömüldük? Sanırım birinden birine net bir şekilde hayır demek imkânsız.  

1-xyn4-cover-LqoX.jpeg
Gazeteci kadınların televizyon kanallarındaki programlarında işledikleri konular, toplumdaki çürümüşlüğü ortaya koyuyor / Görsel: Independent Türkçe


Bu biat kültürünün psikolojik alt yapısının "saldırganla özdeşim" kavramıyla açıklanabileceğini düşünüyorum.

Mağdur olan kişi bazen öylesine çaresiz hisseder ki, bu çaresizlik ve zayıflık hislerini sinir sistemi kaldıramayacağı için, kendisini mağdur edenin olumsuz tarafı ile özdeşim kurarak ona dönüşür.

Böylece mağdur ama çaresiz ve zayıf değil; zalim ama güçlü olur.

Artık saldırganla özdeşleştiğinde, mağdur olmuş bir ötekini gördüğünde onu anlayamaz ve onunla empati kuramaz.

Çünkü bunu yaptığında ona kendi mağduriyetini hatırlatacak ve zayıf hissettirecektir.

Böylece kendininki dahil tüm mağduriyetleri yok sayma eğilimindedir.

Zalim ve güçlü olanın yanında durur. Bazen işler öyle karışır ki, zalim olanın mağdur olduğunu iddia eder.

Saldırganla özdeşime bir örnek olarak, geçen günlerde bir televizyon programında kadın sunucunun yayına çıkmak istemeyen 18 yaşındaki hemcinsini eleştirerek bağırması ve ona ne yapıp yapmayacağı ile ilgili direktifler vermesi gösterilebilir.

Bu tavrı sergileyen kadın sunucunun, oldukça popüler, ülkemizdeki birçok kadın tarafından düzenli takip edilen programlar yapan ve rol model oluşturabilecek bir kişi olması ise oldukça korkutucu.

Gelinen noktada, toplumsal olarak ağır bir bedel ödüyoruz.

Biat kültürü, bireyin kendini tanımasına yeterli alan bırakmıyor.

Ülkemizde insanların büyük bölümü, nasıl bir hayat arzuladıklarına dair fikir sahibi bile değiller.

Yaşayabilmek adına, duygularına ve bedensel hislerine pek dokunmadan, yüzeyde, alt yapısız bir bilişsel alanda kalıyorlar.

Bu yüzden, fikirlerin havada uçuştuğu bir siyasi atmosferde, eylemsellik ve sorumluluk alma bilinci eksik kalıyor.

Çünkü biat kültürü edilgenlikten besleniyor ve edilgenliği teşvik ediyor.

Kendi iç dünyasından uzaklaşan bireyler ötekini de anlayamıyor, ilişkiler yüzeyselleşiyor, ilişkilerde sınır sıkıntıları yaşanıyor ve önce bireyler yalnızlaşıyor, sonrasında da toplumsal gerileme başlıyor.

oppo-roportaj-yapan-genclere-cikar-telefonunu-diyor.png
Sokak röportajlarında insanlar arasında "çıkar telefonunu" tartışması yaşanıyor / Fotoğraf: Twitter


Bugün ülkenin eğitimli ve genç nüfusunun yoğun bir şekilde yurtdışında yeni bir hayat kurmaya dair çabası ve arayışı sadece iktidarla düştüğü fikir ayrılığına, iktidarın yanlış politikalarına ve/veya ekonomik sıkıntılara bağlanamaz.

Toplumsal gerilemenin sonucu olarak yaşanan ahlaki yıpranma, kaybolan evrensel değerler, bireyin değersizleşmesi ve her şeyden önemlisi, siyasetin tüm sosyal alana hâkim olması ve bu sürecin kısa vadede restorasyonunun imkânsız gözükmesi bu çabayı körüklüyor.

Diğer taraftan, iktidar seçmeninin büyük bir bölümü ise yaşanan derin ekonomik krize, hukuk sisteminin işlevsiz hale gelmesine ve kendi kültürel değerlerinin çöküntüye uğramasına rağmen, bu buhrandan yine ve ancak iktidara biat ederek kurtulacaklarına inanıyorlar. 

Sokak röportajlarında dillerine yapışan "Telefonunu çıkar!", "Avrupa bizi kıskanıyor.", "Şükredin biraz!", "Kurtarırsa yine o kurtarır." gibi söylemleri de bu tavrın söze vurulmuş hali.

Sözün özü, özellikle kamusal alandaki "biat kültürü" toplumsal yenilenmenin ve iyileşmenin önündeki en belirgin ve büyük engellerden biri.

Ve yok saydığımız ancak kaçamadığımız bu olgu ile yüzleşmek ve belki de sorumluluk almak zorundayız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU