Çin'in Gazze pragmatizmi: Uluslararası sorunların/trajedilerin araçsallaşması

Dr. Ümit Alperen Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Chloe Cushman

Çin'in Ortadoğu'nun iki ezeli rakibi Suudi Arabistan'la İran arasındaki başarılı arabuluculuğunun ardından, 7 Ekim'de başlayan İsrail-Gazze çatışmasında Batı'dan ayrışan söylemleri Ortadoğu'da proaktif bir aktör mü oluyor tartışmalarını da beraberinde getirdi.

Soğuk Savaş sonrası Çin'in geleneksel Ortadoğu politikası; bölgenin kronik sorunlarına çok dahil olmadan İran-Körfez ülkeleri arasındaki denge ve bunlarla İsrail arasındaki bir denge çerçevesinde şekilleniyordu. 

Çin'in devam eden İsrail-Gazze savaşına yönelik söylemi, 1967 sınırlarında iki devletli çözümün uygulanması, insani trajedinin sonlandırılması ve bölgesel bir çatışmaya dönüşmesinin önlenmesi üzerine kurgulanmış durumda.

Çin, 7 Ekim'de sivillere yönelik saldırıları kınarken, Hamas'ı kınamaktan imtina etti.

Fakat İsrail'in saldırılarını yoğunlaştırması üzerine Pekin, Tel Aviv'i asimetrik güç kullanmakla ve kollektif cezalandırma yaparak insanlık trajedisine neden olmakla suçluyor.

Çin'in bu yaklaşımı İsrail tarafından tepkiyle karşılanırken, Arap dünyası ve Küresel Güney'in çoğunluğunda (kısaca Batı-dışı dünya olarak tanımlamak mümkün) sempatiyle karşılanıyor. 

Aslında Çin'in söylemsel düzeyde değişen Ortadoğu politikası ve bu çatışmaya yaklaşımı, Filistin meselesinin ötesinde bölgedeki ve küredeki hedeflerine katkısı için kurgulanmış bir strateji.

İsrail-Gazze çatışması bağlamında Çin'in Ortadoğu politikasındaki bu yaklaşımı makro ölçekte etkileyen üç faktörle açıklamak mümkün.

İlki, ABD-İsrail ilişkilerinin Çin-İsrail ilişkilerini sınırlaması,

İkincisi, ABD'nin Çin-karşıtı stratejini Ortadoğu üzerinden dengeleme,

Üçüncüsü ise, bir öncekiyle de bağlantı kurabileceğimiz Batı'nın Pekin'e Uygurlara karşı yaptığı insan hakları eleştirisi. 


ABD-İsrail ilişkilerinin Çin-İsrail ilişkilerini sınırlaması 

ABD-İsrail arasındaki özel ilişkiler, özellikle ABD-Çin rekabetinin yoğunlaşmasıyla birlikte Çin-İsrail ilişkilerini de sınırlandırmaya başladı.

Bu durum aslında biraz da 1950'leri anımsatıyor. İsrail eski Başbakanı sol eğilimli David Ben-Gurion 1950'lerin başlarında Komünist Çin'i tanımak için bazı çabalarda bulunmuştu.

Çin, İsrail'in bu çabasına sıcak yaklaşsa da Soğuk Savaş'ın ilk yıllarında Pekin'in Moskova'ya yakınlığı, Tel Aviv'in Washington D.C.'ye yakınlığı nedeniyle her iki ülke de farklı kamplarda yer almış ve Kore Savaşı'nın da patlak vermesi nedeniyle diplomatik ilişki kurma çabaları sonuçsuz kalmıştı.

Sonrasında da Çin'in Ortadoğu politikası Arap dünyası üzerinden şekillenmişti. 

Çin-İsrail ilişkilerinde benzer bir durum 4-5 yıldır devam etmekte.

Çin-İsrail arasındaki 25 milyar dolarlık ticaret hacmine ek olarak, Kuşak-Yol Girişimi (KYG) kapsamında 2015 yılında, İsrail'in Hayfa ve Aşhod limanlarının projelerini ve işletmesini Çin'e vermesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler zirve yapmıştı.

Özellikle Hayfa Limanını ABD'nin 6. Filosunun ve yakınlarındaki üsleri hava kuvvetlerinin sıklıkla kullanması nedeniyle Washington D.C. Pekin'in kendi stratejik askeri merkezlerine bu kadar yakın olmasından doğal olarak rahatsız oldu.

ABD'nin baskılarıyla İsrail, Çin'e verdiği bu ihaleleri iptal etmek zorunda kaldı.

Bu durum Çin-İsrail ilişkilerinin de daha fazla ilerleyemediğini göstermesi açısından bir dönüm noktası oldu. 

İsrail 1980'lerden beri Arapları dengelemek ve özellikle İran tehdidi nedeniyle Çin'le ilişkilerine özel bir önem vermekteydi.

Çin açısından da İsrail önemli bir teknoloji kaynağı ve ABD'yle ilişkilerinde köprü vazifesi görüyordu.

Hatırlanacağı üzere Mayıs 2020'de Çin'in Tel Aviv Büyükelçisinin ikametgahında ölü bulunması sonrasında iki ülke ilişkileri sessizliğe büründü.

Çin, ABD'ye rağmen İsrail'le stratejik düzeyde ilişkiler geliştiremeyeceğini görmüş oldu. 
 

Çin'in Küresel Güney'de sempati arayışı ve "Batı-karşıtı tarafsızlığı"

Çin-İsrail ilişkilerindeki kötüleşmeye ek olarak da ABD'nin Hint-Pasifik'teki artan Pekin karşıtı politikalarını Ortadoğu'da sorunlu alanlar üzerinden de dengelemeye çalışıyor. Çin'in bu yaklaşımı rasyonel bir temele dayanıyor.

Birçok Çinli uzmana göre, ABD'nin Hint-Pasifik dışında ilgi alanı arttıkça, Çin Hint-Pasifik'teki hakimiyetini gerçekleştirebilecek daha fazla alan ve zaman kazanacaktır. 

Ayrıca, Çin'in önceki dönemlerden farklı olarak, Ortadoğu'daki sorunlu alanlardan kaçınmaya yönelik politikasında İsrail-Gazze çatışması bir sapmaya da işaret ediyor.

Bu nedenle Pekin'in dış politikasında Çin-ABD ilişkilerindeki rekabetsel çatışmada bu türden sorunları Küresel Güney'de sempati toplamak için kullanmaya çalışması yönünde yeni bir eğilim olduğu söylenebilir.

Çin, Müslüman dünyanın yanı sıra Küresel Güney ülkelerinin ezici çoğunluğunun Filistin'e sempati duyması nedeniyle, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki liderliğine destek toplamak amacıyla "Batı-karşıtı tarafsızlık" temelinde bir politika izliyor.

Çin'in Filistin ve Ortadoğu'daki diğer meselelerdeki yaklaşımını, Batı'nın küresel düzendeki hegemonyasını zayıflatan herhangi bir eylemi kınamakla yetinmeyi ifade eden Batı-karşıtı tarafsızlık olarak adlandırmak mümkün.

Daha somut olması açısından, Hamas'ın gerçekleştirdiği 7 Ekim saldırısını kınarken eylemi gerçekleştiren örgütü kınamaması gibi.

Yemen açıklarında Husilerin gemilere saldırmaya başladığında, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi yaptığı açıklamada, sivil gemilerin tacizine son verilmesi, engelsiz küresel tedarik zincirlerinin yanı sıra, uluslararası ticaret düzeninin korunması çağrısında bulunurken, aynı zamanda Yemen'e karşı güç kullanılması için BM Güvenlik Konseyi'nin hiçbir ülkeye yetki vermediğini ifade ederek ABD'yi eleştirdi.

Wang Yi ayrıca Husilerin Yemen kıyılarında saldırılar yapmasının nedeni de Gazze'deki çatışmaların yayılması olduğunu belirterek, esas sorumlu olarak ABD'nin politikalarına işaret etti.

Geçen haftalarda da Husilerin "yanlışlıkla" Çin tankerine saldırması üzerine Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de Wang Yi'nin belirtiğimiz açıklamasının bir benzerini yapmıştır.

Husiler bu saldırının yanlışlıkla olduğunu ve Çin gemilerine saldırmayacaklarını açıkladılar. Yukarıda bahsettiğimiz çerçevede, Çin'in hem Hamas'ı hem de Husileri doğrudan eleştirmemesi bu iki örgütün de ABD karşıtı olması önemli. 
 


Çatışmaların araçsallaştırılması

Çin-ABD arasında artan jeopolitik gerilimler nedeniyle Çin'in İsrail'in Gazze'deki devam eden operasyonlarına yönelik eleştirisi aynı zamanda ABD'yi de hedef almakta.

Dolaylı olarak iki ülke arasındaki jeopolitik gerilimler, ABD'nin ve Batı'nın Çin'in Uygurlara karşı insan hakları ihlallerine yönelik politikasına eleştirileri konusu Ortadoğu'ya da yansımakta.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying Mayıs 2021'de Gazze'deki çatışmalar sırasında, ABD'yi İsrail'i desteklediğini ve Müslümanların acılarını görmezden geldiğini söylemişti.

Hua, ABD'nin yanına birkaç ülkeyi de alarak Uygurlara yönelik insan hakları eleştirilerini de maskaralık olarak nitelemişti.

Aslında Çin'in benzer yaklaşımı 7 Ekim'de başlayan çatışmalarda da devam ediyor.

Hatırlanacağı üzere Çin'in Fransa Büyükelçiliği Twitter'da (şimdiki ismiyle X), Gazze'de İsrail bombardımanı ile yıkılan binaları Doğu Türkistan'daki sağlam duran binalarla karşılaştıran bir fotoğraf paylamıştı. 

Çin, İsrail'in Gazze'ye yönelik asimetrik savaşına istikrarlı bir şekilde hem BM başta olmak üzere uluslararası platformlarda hem de Dışişleri Bakanlığı olarak söylemsel düzeyde sert tepki göstererek hem Arap hem de bütün Müslüman ülkelerin kamuoyunun sempatisini kazanmaya çalışıyor.

Bunun Çin için iki yönlü olumlu sonucu oluyor. Batılı ülkelerden kendisini farklılaştırarak Müslüman ülkelerden ve Küresel Güney'de sempati toplaması diğer yandan da uluslararası kamuoyunda sıklıkla eleştirilere neden olduğu Uygurlara ve diğer Türk azınlık gruplarına karşı yürüttüğü politikalarına dolaylı bir rıza oluşturması.

Ayrıca bu sayede özellikle Müslüman ülkelerin kamuoyu Uygurlar'a yönelik insan hakları meselesini, Batı'nın Çin-karşıtı propagandası olduğu iddiasıyla, Çin'in politikalarına sessiz kalmalarını sağlayabiliyor.

Bunlara ek olarak da BM'de de kendi lehine bir çoğunluk oluşturmakta. 

Çin'in Gazze konusundaki yaklaşımının ABD'nin aksine daha değersel söylem içermesi, çatışmayı durdurma çağrıları Pekin'i Washington D.C. karşısında Arap dünyasında ve küresel güneyde elini güçlendiriyor.

Ayrıca Çin'in mevcut çatışmalara yaklaşımı da ABD'yi uluslararası toplumda yalnızlaştırmayı ve Uygurlar konusundaki yaklaşımına bir karşılık verme olarak okunabilir.

Böylece Çin ABD'nin insan hakları konusundaki inanırlığını ve eleştirilerini törpülemeyi hedefliyor.

Açıkçası bu konuda ABD'nin İsrail'in Gazze'deki operasyonlarına kayıtsız şartsız her türlü desteği vermesi, BMGK'dan ateşkes çağrılarına engel olması da Çin'in bu hususta elini güçlendirdiğini söyleyebiliriz. 


Sonuç yerine

İsrail'in Gazze'de devam eden kollektif cezalandırma yöntemi Çin-İsrail ilişkilerinde varolan kırılmayı su yüzüne çıkardı.

Ayrıca bu çatışma Çin-ABD arasında yeni bir dolaylı jeopolitik rekabet alanı olduğunu göstermesi açısından da dikkat çekici.

ABD ve genel olarak Batı'nın onlarca yıldır vurguladıkları insan hakları, siviller, çatışma değil barış gibi değerleri hatırlamamaları, Çin'e yönelik yaptıkları insan hakları eleştirilerin inanırlığına zarar veriyor. 

Aynı zamanda bu çatışma gösterdi ki, 2020'den beri Çin İsrail-Filistin çatışmalarında da Ortadoğu başta olmak üzere Küresel Güney'in kamuoyunda kendi imajını artırmak için bir fırsat olarak da kullanıyor.

Özellikle İsrail-Gazze çatışması Çin'in Uygur meselesinde Müslüman ülkelerin ve uluslararası kamuoyunun ilgisinin dağıtılmasında önemli bir etkisi de var.

Muhtemelen bundan sonra da Çin-ABD arasındaki rekabette kürenin her çatışması noktasında çıkması mümkün.

Bu çatışmayla birlikte ABD'nin ilgisinin Hint-Pasifik'ten tekrar Ortadoğu'ya kaymasının Çin'i rahatlattığını da ekleyelim. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU