"Mayakovski, bir komünistin olması gerektiği gibi, geleceğin adamıydı"

Mayis Alizade Independent Türkçe için yazdı

Viktor Şklovski

20'nci yüzyıl Rus edebiyatının en samimi şahsiyeti diyebilirim.

1984 yılında 91'inci yaş gününde sovyet televizyonun "Vremya" (Zaman) programına verdiği demeçte "Ben artık gençleşiyorum, çünkü bir yanımla geleceğe bağlıyım" demişti.

Viktor Şklovski...

Henüz delikanlılık yaşlarında kendini 1905 Rus devirimin içinde bulan bu enfes kalem sahibi 80 sene boyunca asla samimiyetinden ödün vermedi.

Ekim 1917 Devrimi'nden sonra başta Roman Yakobson olmak üzere, yakın arkadaşları ülkeyi terk edip Batı'daki yeni fikir ve düşünce akımlarının gelişmesine önemli katkı sağlarken Rusya'da kalan Viktor Şklovski, hep onların özlemini çekmişti.

II. Dünya Savaşı'nda oğlunu kaybetmesinden sonra yaşadığı sarsıntıları bir nebze olsun hafifletmek için tutunduğu tek insan hanımı Sonya olmuştu.

1982 yılında Moskova'da çıkan iki ciltlik kitabının ilk sayfasına "Sonya Şklovskaya'ya… Gün hep kısadır. İlerliyoruz" yazmasının sebebi de buydu.
Bal gibi yazı üslubundan asla taviz vermezken, o üslup en kaba yaratıcı insanları bile törpülemeye yetiyordu.

Don Kişot filminin Gürcü yönetmenini "Hamama gidip sahte böbürlenmeyi üzerinden yıkamanızı tavsiye ediyorum" sözleriyle iğnelemesi bunun örneklerinden biridir.

Moskova'da 1966 yılında basılan "Bir vardı, bir yoktu" kitabından, özellikle Rusya devriminin şairi Vladimir Mayakovski'nin gençlik dönemine ilişkin bazı fragmanları Türk okurunun ilgisine sunarken her bir toplum için kalemin ne kadar önemli olduğunu bir daha görmelerini istedik.

Zira toplumların ilerlemesi için geleceği gören ve yazan kalemler kadar değerli hiçbir enstrüman şimdiye kadar olmadığı gibi bundan sonra da olmayacak.

İşte ondan dolayıdır ki, sosyalist devrimi gerçekleştiren Vladimir İliç Lenin'i ölümünün 100. yılında (25 Ocak 1924) kaç kişinin hatırladığı belli olmazken şair Vladimir Mayakovski'nin kuşaklar değiştikçe dünya ölçeğinde seveninin katbekat arttığını herkes görüyor.

En yakın arkadaşlarından biri olan Nazım Hikmet gibi...


Viktor Şklovski'nin "Bir vardı, bir yoktu" kitabından;

"Sanat dünyasının sergi kısımlarında kamuoyunda 'Vahşi odalar' adlandırılan salonlar ortaya çıkmıştı.

Burada M. Larionov'un, N. Gonçarov'un eserleri sergileniyor, yöntemsiz resimler seyircileri rahatsız ediyordu.

Larionov'un tablolarından (1913) birinin ismi Berberhane'de idi. 

Berber elinde ağzı açık makas, kulağını ona çevirmiş müşteriye öfkeli ve kendinden geçmiş halde bakıyordu.

Belki de Mayakovski bu manzarayı tasvir etmişti:

Berberhaneye girip kısık sesle
'Merhametinize sığınıyorum, kulaklarımı tıraş ediniz' dedim.
Nazik berber anında diken gibi oldu
Suratı armut gibi öne uzadı

Vahşi'de bağırıyorlardı. Daha sonra 'vahşi'ler 'sanat dünyası'ndan gitti. 

'Hedef' isimli serginin kataloğuna önsözde Mihail Larionov şöyle yazmıştı:

Biz Doğu'ya can atıyor ve dikkati milli sanata çekiyoruz… Biz toplumdan ilgi, talep istemiyoruz ve bizden de ilgi göstermeyi istememenizi rica ediyoruz… Her şeyden önce işi bilmek gerekir.


Vladimir Mayakovski ressamdı ve ressamlık ekolü, sanatçı bakışı onun şiir ustalığının esas öğelerinden biri olmuştu.

Ressam olarak Mayakovski, Serov'a saygı duyar ve severdi, empresyonistleri severdi fakat aynı zamanda Larionov'u da severdi. 

Ancak en esası o kendisine kadar yaratılan eserlerden farklı şekilde yararlanırdı.

Akademik olmasa bile tüm kelimeler eyalet veya profesyonel sözlüklerde vardır.

Ancak hayat ve sanatçı poetik yapıları yeniden kurguluyoryor ve zamanın ifade taleplerinin ermine vererek kelimelerin anlamını değiştiriyor.

Bir ressamın diğeriyle ilişkisini şekil denen bir şeyin tekrarı üzerinden kurmak çok kolaydır ancak bu, az faydalı oluyor.

Çünkü şekil yeni bir anlam kazanıyor ve böyle olunca artık o eski şekil olmuyor, artık yenidir.

Parodide bu çok açıktır. Don Kişot cengaverlik değil, cengaverlik karşıtı bir romandır ve aynı zamanda -ve en esası da budur- bu, yeni bir toplumsal yapının romanıdır, insancıl bir kişiliğin romanı.

Yeni bir silahla silahlanmasından dolayı Mayakovski, Don Kişot değildir.

Özellikle erken dönem şiirlerinde Mayakovski kelimeleri kafiyelerle parçalıyordu: o bunu grafiksel parçalamalarla yapıyordu.

Bunu sembolistler de yapıyordu, ancak onlar o amaçla yapmıyordu ve anlamı da o değildi.

Gelenek mirasına sahip çıkılması kelimelere yeni anlam yükleme meselesidir.

Mayakovski'ye yakın olmasının yanı sıra, Hlebnikov aynı zamanda ondan sınırsız ölçüde uzaktır.

O dönemin genç sanatçıları arasında Mayakovski ayrı bir insandı, çünkü mücadele eden, hayatı bütünüyle kapsayan bir insandı.

Şimdi aklıma 1961 Moskova Festivali'nin filmi geldi.

İsveç yapımı filmin ismi 'Hakim', yönetmeni Alf Schöberg, senaryo yazarları Wilhelm Moberg ve Alf Schöberg'dir.

Yetenekli sanatçıların yaptığı bu film burjuva toplumunda adaletli yargının olmadığını gösteriyor.

Genç şairi ilk önce mirastan mahrum eden onun vasisi hakim ardından tımarhaneye atıyor.

Öykü koşullu biçimde olumlu sonuçlanıyor. Müzik öğretmeni komik bir ihtiyar kadın teybin yardımıyla hakimin kendini ele veren sesini kaydediyor ve sonuçta kendi gelinini ve muhtemelen mirasını da geri alıyor.

Bu, koşullu ve parodi şeklinde yapılmıştır. Filmdeki en çarpıcı yer tımarhanenin tasviridir.

Hafif sisin içinde dalları kesilmiş kış ağaçları duruyor. Sis, kar, sessizlik. Tımarhaneye tıkılmış şair oturmuş ve şiir yazıyor.

Burada o tımarhane kapılarından ibaret 'hayat deneyimi' ve hayattan savunma kazanmıştır.

Hapis yatmış doktor onuruyla oynanmış insanı adeta seviyor ve onun şiirlerinden mest oluyor.

Genç adam semanın beyaz duvarına kelimeler çizmiş bir kırlangıçla ilgili basit sözler yazıyor. İşte filmin kalbi burasıdır, burada ironi değil ilham var. 

Bizim mazideki sol sanatımız ve Batı'nın sol sanatı hastanede göreceli özgürlük alarak 'hakimler'den bu şekilde kurtulmuştur.

Ancak hastaneden gidilmesi gerekir, gitmek ise sadece savaşa gitmekle olur.

Ekim Devrimi'nden sonra Hlebnikov 'konseyin önünde gece' içerikli şiirler yazıyordu.

Mayakovski hiçbir vakit savaş meydanından gitmiyordu.

Hlebnikov'u ölümünden sonra yayımladılar. Arkadaşları olan Burlyuk'lar onu sansasyon olarak yayımladılar.

Şiir olarak, şair olarak onu sadece devrim tanıdı. Hlebnikov insanların yanına,devrimin içine gitti.

Şimdi kendim için bile Volodya diyemeyip Vladimir Vladimiroviç dediğim Mayakovski'yle Petersburg'un döşeli sokaklarında, Yaz Bahçesi'nin güneşin sarktığı alacalı bulacalı yolunda, Neva kıyısında, onun âşık olduğu kadının yaşadığı Jukovski sokakta nasıl yürüdüğümüzü hatırlıyorum.

Manzara parçaları yanarak Mayakovski'nin şiirlerinde eriyordu.

Şair sessiz, kederli, ironya sever, sakindi.

O emindi, o devrimin çabuk gerçekleşeceğini biliyordu.

O civardakilere kaybolup gitmişlere yaklaşırmış gibi yaklaşıyordu.

Devrimle ilgili tartışmalarda Çernışevski insanlara bu şekilde yaklaşıyordu.

O, tarihi bakımdan devrime taviz vermeyeceklerini ve öleceklerini biliyordu.

Onlar sadece korkunç olmayıp aynı zamanda zavallılardı. 

Mayakovski 1905 devriminin terbiye ettiği bir delikanlıydı, o dönemin devrim edebiyatı olan Lenin'i, Marks'ı, Babel'i, iyi biliyordu.

Çernışevski'yi de bilir ve saygı duyardı.

Klasik Rus edebiyatını beklemeyeceğiniz bir dakikle hatırlıyor ve seviyordu. Herkesten önce Blok'u ve Puşkin'i.

Ancak o, her şeyden önce 'yarın' için 'bugün'ü seviyordu.

Büyük Özbek şair Nevai öğrencilerine pahalı taşlarla ilgili yazmamalarını söylemişti. 

'Kızıl gül yaratmak istiyorsanız, o zaman toprak olun' diye o yazmıştı.

Gogol'un imgeleri toprak oluşlarından dolayı bu kadar kıymetlidir.

Mayakovski toprak, sokak, taşlardır. Ben onunla yan yana yürürken taşların ne kadar kıymetli olduğunu bilmiyordum.

Onun sevgisi yeni insanın sevgisiydi. O sevgi ekmek gibi hayati, bugüne ait ve yeni idi.

O sevgi on yıllar geçtikten sonra mutlulukla gerçekleşebilirdi.

Bu sevgi için diğerleriyle birlikte Mayakovski'nin komünizmi kurması gerekirdi.

Bu sevgiye yol yıldızlardan geçiyordu.

Mayakovski'nin şiirlerinde uzaya giden uçaklar var.

Acıyı dindirmek için Büyük Ayı Burcu'na ulaşılması ve insan kalbinden ayının kış uykusunun kovulması gerekir.

Ben sözün en yüksek anlamında fıkralar yazmak istemem.

Belki o fıkralar yaşamın artık ilk olmayan, olgunlaşmış krokilerinde yeni insanın nasıl göründüğünün hatırlanması için gereklidir.

İnsanlar gezeğenden bir hareket aracı olarak yararlanmak suretiyle uzaya uçuyor.

Kendi astronomik durumlarını anlayanlar sıradan insanın oda tasavvurunda naif olarak gözüküyor.

Mayakovski bir komünistin olması gerektiği gibi geleceğin adamıydı.

Balmont yüksek ve güzel sesiyle dedi:

Burada bana 'dede' diyorlar, ancak ben hayırlı bir dede değilim ve sizi haleflerim olarak görmüyorum. Siz şiiri mazide, çevirilerde arıyorsunuz. Şiiri şiirde arayın, o oradadır, sokakta, işte orada.

Ve şair elini uzatarak Akademinin camlarını gösterdi.

Şiir camın ötesindeydi ancak, o sokakta değil.

Üniversite yüzü boş dalana taraf duruyor ve yüzünü Neva'ya, Blok'un ve Mayakovski'nin devrimine dönemiyordu."

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU