Hafızaya geri dönüş: Diktatörlükten sonra ne yaptık?

21 yılın ardından artık geçmişten, deneyimlerinden, kardeşlerimizin, komşularımızın tecrübelerinden ders almamızın vakti geldi ki, çocuklarımızın ihtiyacı olmayan hataları ve sonuçlarını tekrarlamayalım

Fotoğraf: AP

15 yıldan fazla süren zorunlu bir gurbetin ardından barışın Bağdat'ına dönüşün yıldönümünün üzerinden 21 yıl geçti.

O anları sanki birkaç gün önce yaşanmış gibi çok iyi hatırlıyorum.

Kelimelerin anlatamayacağı bir duygu; sanki yeniden doğmuş gibiydim.

Rejimin devrildiği 9 Nisan 2003'ten birkaç gün sonra Irak'a dönmüştüm.

Özgür, demokratik bir devlet kurma hayallerini ve umutlarını gerçekleştirmek yalnızca an meselesiydi.

Biz buna inanıyorduk. Çeşitli imkânlar, kaynaklar, kapasiteler mevcuttu ve bunun için gerekli atmosfer uygundu.

Devlet; bu kelime ve anlamı acılarımızı özetliyor ve baskıcı, diktatör bir rejimi devirmek için -dışarıdan- dürüstçe çalışan bir muhalefetin arzularını ifade ediyor.

Döndüğümden beri ilgi odağı olmak ya da onunla temas halinde olmak istemedim.

Kendi yöntemim ile faaliyetlerime devam etmeyi ve çalışmayı tercih ettim.

Manevi babam ve aynı zamanda kardeşim ve çok sevgili dostum Kenan'ın babası Dr. Muhammed Mekkiye'nin Bağdat'taki evi; ikamet, çalışma, toplantı ve tartışmaların yeri oldu.

Bereketli Dicle'ye bakan bu sade evde bir yandan yurtdışından gelen muhalefetin fikir ve tartışmalarını, diğer yandan içeride doğan deneyimi değerlendirme çalışmalarını kaynaştıran vizyonlar, programlar ve projeler kristalleşti.

Mesela merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin, Başbakan İyad Allavi'nin ve Başkan Mesud Barzani'nin şu ana kadar sakladığım mektuplarını çok iyi hatırlıyorum.

Bizim çizgimizi, fikirlerimizi, cepheleşmelerden, kamplaşmalardan uzak, milli bir kimlik yaratmaya çalışan projelerimizi övüyorlardı.

Bizim çalışmalarımız, Irak ve halkı için devlet ve kurumları içindi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ne yazık ki bu çizginin gelişmesi ve büyümesi engellendi, rejimin devrilişini takip eden zorluklar ve koşullar onun varlığının ve etkinliğinin azalmasına katkıda bulundu.

Ulusal çizgi, büyük mezhep çatışmalarının kurbanı oldu.

Kendine güvenmeyen ve başkalarına güven telkin etmeyen bir devlet kuran hâkim zihniyetler karşısında bir varlık ve yankı oluşturamadı.

Zor seçimlerle karşı karşıya kaldım:

Ne yapmalıydım? Geldiğim yere geri mi dönmeliydim?

Yerel, bölgesel ve uluslararası iç içe geçmiş koşullara teslim olduğumu ilan mı etmeliydim?

Yoksa geleceği öngörebileceğim yeni bir alan mı aramalıydım?

Bu zorluklar önünde, rejimin devrilmesinden sonra görülen proje kalabalığı ve beraberinde ve art arda gelen krizler karşısında, 35 yılı aşkın süredir Irak ve Iraklıların üzerine çöken deneyimi belgelemek gerekiyordu.

Bu nedenle "Hafıza Projesi"ni başlattık ve amaç o yıllarda neler olduğunu anlamaktı.

Toplumsal dönüşümleri, bunların bireylerin davranışları üzerindeki etkilerini ve gün geçtikçe nasıl değiştiğini kavramaktı.

Ruhlara hâkim olan korkuyu ve bunun çeşitli konulara bireysel ve kolektif yaklaşımların yaygınlaşmasındaki yansımalarını görmekti.

Zulüm, baskı ve insanların başına gelenler fikri projenin cephelerinden biri veya bir kısmıydı.

Ancak Arap ve İslam dünyamızdaki en kültürlü, bilgili ve güçlü bir varlığa sahip toplumlardan biri olan ve 20 yıl içinde en geri, en kapalı ve en çok korkan bir toplum haline gelen Irak toplumunu derinlemesine anlamak istedik.

Ulaştığımız sonuçlar bunun rejim ve halk arasındaki karşılıklı davranışın doğal sonucu olduğu düşüncesine yakındı.

Bu, sınırlara saygı duymayan, hiçbir şeye itibar etmeyen bir rejim ve kan kaybetmekten bıktıktan sonra korkuyla yönetilen ve korkunun kontrol ettiği bir halktı.

Ortada bir gerçekliğe teslim olmak durumu vardı ve herhangi bir şeye karşı güvensizlik sürekli bir özelliğe dönüşmüştü.

Beni daha da şaşırtan şey, yurt dışındaki muhalefetin tutumunun yurt içindeki benzerlerinden farklı olmamasıydı.

Sanki diktatörlük rejimi (ve fikirleri), bilinçaltımıza sızmayı başarmış ve hepimiz öyle ya da böyle "Baas'ın geri dönüşü" korkusunun tutsağı olmuştuk.

Bu fikre iki ayrı yerde temas ettim; toplumun farklı kesimleri ile egemen siyasi sınıf arasında.

Her biri konuyu kendi perspektifinden ele alıyordu. Maalesef mağdur olduk. Bu korkunun ve yansımalarının kurbanı olduk.

Öyle ki; değişimden korktuğumuz, kendimize karşı dürüst olup onunla barışmaktan korktuğumuz bir hale ulaştık ve bu hal şu ana kadar devam ediyor olabilir.

Hafıza deneyimi, geçmişi anlamaya, geleceği tesis etmeye katkıda bulunmaya ve her şeyi kapsayan bir Irak ulusal kimliğinin inşasına dayanıyordu.
 


Peki, işe yaradı mı?

Buradaki başarı iki seviyede ölçülebilir; bireysel başarı ve kolektif başarı.

Bireysel olarak kurumda çalışıp bu deneyime katılanların korkudan özgürleşme yolunda ilk adımı attığını, hâkim olan cepheleşmelerden çıkıp Irak'ın kendisine veya bir topluluk ya da gruba değil, Iraklılara ait olduğu temelinde ötekine doğru ilerlediklerini söyleyebilirim.

Kolektif olarak hafıza, toplum içinde yapmak istediklerini gerçekleştiremedi, toplumdan istediğini elde edemedi ve bu da öncelikle toplumun doğasından, ikinci olarak da siyasi sınıf ve kültüründen kaynaklanıyor.

O dönemde bir yanda Irak'ın kışkırtıcı mezhepçi dilin tutsağı ve kendi içine kapanmış bir devlet olarak kalmasını isteyen (ve bunun çalışan) kişiler ve kuruluşlar, diğer yanda grupları ve bunların koruması altında olmayı tercih edenler olduğunu çok iyi hatırlıyorum.

Orta olma fikri, ilkesi ve mefhumunu reddetme konusunda bir fikir birliği vardı.

Kanaatler yabancılaşma ve bunun gerekliliği etrafında dönüyor, kamu yararı adına her türlü iletişimi veya bunun hakkında konuşmayı reddediyordu!

2016 yılında ulusal sorumluluğu üstlenmeden önce bu zihniyete siyasi liderlerde temas ettim.

Devlete inancın yokluğu, dar çıkar ve kazanımların ağır basması, bu liderleri birbiriyle rekabet eden derin, paralel mini devletler yaratmaya yöneltmişti.

2003 yılında kurmak istediğimiz demokratik devletin temelleri yıkılmıştı ve bu, güvenlik ve eğitim kurumlarına da açıkça yansımıştı.

Bunun sonucu 2014'te Musul'da yaşananlar ve 2019 Ekim devrimiydi.


Peki, bunlardan ders aldık mı?

Umarım...

Ancak bu ay boyunca takip ettiğimiz açıklamalar ve röportajlar bunu göstermiyor.

Ötekine karşı adım atmak ya da yolun ortasında onu beklemek istemeyenler var.

Bir ulus ve devlet olarak, Irak ile siyasi sistemi ve ürünü, yani siyasi süreç, herkesin kapsamlı anlamda demokrasiyi değil, kısıtlı demokrasiyi uygulama konusundaki ısrarı doğrultusunda iradeleri kırmak veya hesaplaşmak için kurumlardan faydalanmak ile değil, diyalogla yönetilmeli.

21 yılın ardından artık geçmişten, deneyimlerinden, kardeşlerimizin, komşularımızın tecrübelerinden ders almamızın vakti geldi ki, çocuklarımızın ihtiyacı olmayan hataları ve sonuçlarını tekrarlamayalım.

Irak'ın her zaman temenni ettiğim umut verici geleceği, geçmişi ve tarihin akışını anlamaya dayanıyor.

Bu, ilgili herkesin cesur bir eylemde bulunmasını gerektiriyor, aksi takdirde bu insanların orada burada gizlice söyledikleri gibi "zorluklar ve koşullar" ile yeni bir karşılaşma bizi bekliyor olacak.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU