Türkiye'de ceza infaz sisteminin iki temel sorunu: Cezasızlık algısı ve cezaevi popülasyonu

Prof. Dr. Caner Yenidünya Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

8. Yargı Paketi'nde beklenen düzenlemeler gelmedi

Kamuoyunda 8. Yargı Paketi olarak adlandırılan Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi TBMM Genel Kurulu'nda 02 Mart 2024 tarihinde kabul edilerek 7499 sayılı kanun numarası ile yasalaşmış ve 12 Mart 2024 tarihli Resmî Gazete'de ilan edilerek yürürlüğe girmiştir.

Yasa ile (Anayasa Mahkemesinin son dönemde verdiği iptal kararları da gözetilerek) maddi ceza hukuku, muhakeme hukuku ve infaz hukuku yönünden pek çok önemli değişikliğe imza atılmıştır.

Bununla birlikte kamuoyuna yansıyan, toplumda cezasızlık algısının ortadan kaldırılmasına ilişkin düzenlemeler yapılacağı, cezaevinde belirli bir süre kalınmadığı müddetçe hükümlülerin denetimli serbestlik altında şartla salıvermeden faydalanamayacağı yönündeki düşünceler yargı paketinde kendisine yer bulamamıştır.

Halbuki Adalet Bakanı Sn. Yılmaz Tunç 20 Ocak 2024 tarihinde ulusal bir TV kanalında verdiği demeçte, 8. Yargı Paketi'nin mart ayına kalmadan yasalaşacağını ve toplumda cezasızlık algısını ortadan kaldırmaya özgü düzenlemeler içerdiğini ifade etmiş, örneğin "bir yıl ceza alan bir kişinin bunun en az 5 ayını cezaevinde çekmesinin hedeflendiğini" kamuoyuna duyurmuştu. 

Cezasızlık algısı, ülkemizde ceza hukuku ile az çok ilgilenen ya da bir suçun mağduru olmuş herkesin malumu olan bir durumdur.

Ancak ülkemiz bu konuda bir paradoks yaşamaktadır. Zira hem cezasızlık algısı hem de cezaevlerindeki aşırı doluluk mücadele edilmesi gereken iki temel sorundur.

Dolayısıyla ülkemizde ceza adalet sisteminin ters etkileşim içeren iki olguya da çare üretmesi gerekmektedir.

Peki, nasıl oluyor da bir yandan hapis cezalarını infaz etmemekle zafiyetinden şikâyet edilen bir sistem, aynı zamanda dünyanın popülasyon olarak en kalabalık cezaevlerine sahip olabilir?

Bu soruya ve soruna dürüstçe ve bilimsel olarak yanıt verilmediği müddetçe çözümü üretebilmek mümkün değildir.

Sayın Adalet Bakanının serzenişi, bir vatandaş olarak kabul görebilir ancak mevcut cezaevlerimizin 1 yıl ceza alan bir kişiyi 5 ay cezaevinde tutabilecek teknik altyapısı, kapasitesi mevcut değildir.

Bu gerçek itibarıyla de bahsi geçen düzenlemenin hayata geçmesi ancak mevcut cezaevi kapasitesinin iki üç katına çıkarılmasıyla mümkün olabilir ki bu da aslında sorunu kalıcı olarak çözmeyecektir.

Aşağıda ilk olarak ülkemizde bu problemin nasıl doğduğunu, boyutunun ne olduğunu ve ardından asıl sebebini ve nihayet çözüm önerimizi aktarmaya çalışacağız. 


Cezasızlık algısı nasıl başladı?

05 Nisan 2012 tarih ve 6291 sayılı kanunla denetimli serbestlik altında cezanın infazı şeklinde sisteme dahil edilen bir kurum (CGTHİK. m.105/A) zaman içerisinde başka yasal düzenlemelerle genişletilmiş, şartla salıverme sürelerinin de kısaltılmasıyla adi suçlarda cezasızlık algısına yol açan bir süreç yaşanmıştır.

Gerçekten o dönemde ve bugün ceza infaz kurumlarında yaşanan doluluğu azaltmak adına icat edilen bu müessese, şartla salıverme içerisinde mevcut denetimli serbestliği (CGTİHK m.107/7-11), şartla salıverme öncesinde uygulanan bağımsız bir infaz rejimi haline sokmuştur.

Cezaevlerinin rahatlatılmasında başka bir amaç taşımayan denetimli serbestlikle salıverme, yasa gerekçelerinde topluma daha iyi ve insancıl bir infaz rejimi olarak tanıtılmıştır. 

Kapalı kurumda infazın gereklerini ve amaçlarını ortadan kaldıracak boyutlara ulaşan kapasitenin üzerindeki popülasyonu azaltmaya matuf çabalar, 2012 yılından sonra da devam etmiş, 2016, 2020 ve 2023 yıllarında yapılan yasal düzenlemelerle her seferinde artan bir şekilde hapis cezasının infazında kolaylaştırmalar gerçekleştirilmiştir. 

Şu halde temelde asıl sorun, Türkiye'de cezaevlerinin kapasitesinin üzerinde bir doluluğa sahip olmasıdır.

Ancak bu gerçeğin kabulü ile sebeplerinin tespiti yapılmadıkça çözüme ulaşılabilmesi de mümkün değildir.

Nitekim soruna odaklanmaksızın doluluğu azaltmaya matuf çabalar (denetimli serbestlikle erken tahliye, açık cezaevi izni, şartla salıverme sürelerini kısaltma) daha derin toplumsal sorunları beraberinde getirmiştir.

Örneğin bu tarz buluşlar adi suçlarda (hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, kaçakçılık, zimmet, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma) cezasızlık algısına yol açmış, bu algı, suçla mücadelede büyük bir zafiyete sebep olmuştur.

Belirtelim ki devlete karşı suçlarda gösterilmeyen tolerans bu suç türlerinde kontrolsüz bir şekilde gösterilmiş ve mağdur hakları yönünden de haksız sonuçlara yol açılmıştır.

Zira adi suçların pek çoğunda kamu dışında gerçek kişi mağdurlar vardır ve onların hakları korunmamakta, mağdurlara karşı işlenen bu suçlar yapanın yanına kar kalmaktadır.

Keza infaz baskısı olmadığından şüpheli/sanıklar etkin pişmanlık içeren suçlarda indirime de ihtiyaç duymamakta, ceza adaleti sistemi yıllarca yargılamalarla uğraşıp ön kapıdan gireni, yine ön kapıdan yolcu etmektedir.

Bu durumun yargı ekonomisi, adalet psikolojisi, suç politikası yönünden pek çok mahzurları ortaya çıkmıştır.


Türkiye'de cezaevi popülasyonu görünümü

AB İstatistik Ofisinin (Eurostat) 2021 verilerine göre, her 100 bin kişiden 356'sının cezaevlerinde bulunduğu Türkiye, ceza infaz kurumlarındaki doluluk oranı yönünden Avrupa ülkeleri içerisinde 1'inci sıradadır.  

Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran, aynı yıl her 100 bin kişide 106 olarak gerçekleşmiştir.

Adalet Bakanlığı'nın 2022 yılı verilerine göre, Türkiye'de cezaevlerinde bulunan kişi sayısı 314.142'dir.  

Bu kişilerin 275 bin 965'i hükümlü (264 bin 935'i erkek, 10 bin 360'ı kadın ve 670'i çocuk); 38 bin 537'si tutuklu (35 bin 318'i erkek, bin 813'ü kadın ve bin 46'sı çocuk) kimselerdir.

Bu da cezaevleri kapasitesi yönünden yüzde 117,8 nispetinde bir yoğunluğa işaret etmektedir. 2

2024 Mart ayına gelindiğinde de bu rakamın 314 bin 375, nüfusa oranının ise her 100 bin kişide 366 mertebelerinde olduğu görülmektedir. 3

İstatistiklere bakıldığında Avrupa'da Türkiye'den sonra cezaevi doluluk oranlarının en fazla olduğu iki ülke 2024 Mart ayı itibarıyla Belarus ve Rusya Federasyonu'dur.

Belarus'ta cezaevi doluluk oranı 100 bin kişide 345, Rusya Federasyonu'nda ise 300'dür. 4

Avrupa Birliği ülkeleri açısından bu rakamlar örneğin Almanya'da 67(2022 yılı verisi), Polonya'da 199 (2024 yılı verisi), Fransa'da 109 (2023 yılı verisi), İtalya'da 104 (2024 yılı verisi), Macaristan'da 203 (2023 yılı verisi), Belçika'da 97 (2023 yılı verisi), Çek Cumhuriyeti'nde 181 (2024 yılı verisi), Norveç'te 54 (2024 yılı verisi) şeklindedir. 5

Global ölçekte cezaevi doluluk oranlarına bakıldığında, her 100 bin kişide cezaevinde olan insan sayısı bakımından 1'inci sırada yer alan ülke bin 86 oranıyla El Salvador'dur.

Sırasıyla onu takip eden ülkeler; 794 ile Küba, 637 ile Ruanda, 576 ile Türkmenistan, 538 ile Amerikan Samoası, 531 ile Amerika Birleşik Devletleri, 499 ile Panama, 475 ile Guam, 428 ile Palau, 424 ile Uruguay, 413 ile Seyşeller, 409 ile Bahamalar, 400 ile Antigua ve Barbuda, 390 ile Brezilya, 377 ile Tayland, 368 ile Virgin Adaları ve 366 ile Türkiye'dir. Türkiye bu sıralamaya bakıldığında cezaevi nüfus oranı bakımından listenin 17'nci sırasındadır. 6 

Cezaevlerindeki insan nüfusu bakımından global listenin başında yer alan ülke 1 milyon 767 bin 200 kişi ile Amerika Birleşik Devletleri'dir.

Sırasıyla onu takip eden ülkeler; 1 milyon 690 bin ile Çin, 829 bin 672 ile Brezilya, 573 bin 220 ile Hindistan, 433 bin 6 ile Rusya Federasyonu, 314 bin 375 ile Türkiye'dir.

Bu listeye bakıldığında cezaevlerindeki kişi nüfusu bakımından Türkiye 6'ıncı sıradadır. 7

Cezaevlerinde kapasitenin üzerinde hükümlü bulunması infaz hukukunun amaçlarına da uygun değildir.

Bir kişinin işlediği suç dolayısıyla cezalandırılmasından beklenen önleme, caydırıcılık ve ıslah gibi amaçlar ancak insan kişiliğine saygılı, temel bir disiplin içeren, cezaevinden çıkışa hazırlayan, eğitim ve sosyal faaliyetlerle desteklenen bir cezaevi yaşamı ile mümkündür.

Nitekim hürriyeti bağlayıcı ceza mahiyeti itibarıyla kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakarak caydırıcılık, kefaret ve bu esnada uygulanan iyileştirici tedbirlerle rehabilitasyonu hedefler.

Hükümlülerin özgürlüklerinden yoksun kalmalarından kaynaklanan kaçınılmaz elem dışında cezaevinin fiziksel koşulları, yaşam alanlarının yetersizliği gibi sebeplerle zorlanmaları infazın insancıl olması özelliğiyle de bağdaşmaz.

Çünkü bir suç işlemiş olsa da özgürlüğü sınırlanan hükümlünün insan onurunun korunması, bir birey olarak nesne yerine konulmaması, maddi ve manevi varlığının korunması hukuk devletinin temel görevlerinden biridir.
 


Problemin sebepleri ve çözüm önerileri

Görüldüğü üzere ülkemizde ceza infaz politikalarıyla cezasızlık algısına yol açan sebep, cezaevi popülasyonunun azaltılması çabalarıdır.

Cezaevi doluluk oranlarının artışında nüfusun gençliği, göç, sosyal, kültürel, ekonomik değişimlerin rolü yadsınamaz.

Tüm bu faktörlerin kontrol altına alınması yahut suçluluğa olan etkilerinin azaltılması devletin sosyal, ekonomik, kültürel aktiviteleriyle mümkündür.

Ülkemizde ise herhangi bir alanda toplumu rahatsız edici bir yöneliş ya da belirli bir suç kategorisinde artış ortaya çıktığında, bu duruma sebebiyet veren amillerle sosyoloji, psikoloji, tıp, iktisat, kriminoloji, viktimoloji gibi bilimlerin verileriyle mücadele etmek yerine, acilen suç değilse suç olarak düzenleme, zaten bir suç tipi varsa cezaların artırılması çare olarak seçilmekte, tabir yerindeyse sineklerin çekiçle ezilmesi yoluna gidilmektedir. 8

Böylece toplumda infial uyandıran, sosyal medyada parlayan her olay sonrasında bu yaklaşım tarzıyla kamuoyunun sakinleştirilmesi hedeflenmektedir.

Halbuki ölçülülük temel hak ve özgürlüklere müdahale içeren ceza hukuku yasalaşma çabaları açısından biricik çıkış noktalarımızdan birisi olmalıdır.

2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu'nun bu anlamda ceza sistemi açısından zaten başlangıçta ölçülü bir kanun olmadığını, suç tipleri karşılığında öngörülen yaptırımların bilimsel, istatistiki, sosyolojik araştırmaya dayanmadığını, kişisel argümanlarla tespit edildiğini kabul etmek gerekir.

Nitekim Türk Ceza Kanunu'nun uluslararası suçlar, kişilere karşı suçlar, topluma karşı suçlar ve millete ve devlete karşı suçlar kısımlarından 64 belli başlı suç tipi baz alınarak Almanya, Hollanda, Norveç ve İspanya Ceza Kanunlarıyla mukayesesinin yapıldığı bir çalışmada, TCK'nın bu ülke kanunlarına göre görece daha ağır cezaları içerdiği karşılaştırmalı olarak ortaya koyulmuş ve bir tablo halinde yayınlanmıştır. 9

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun hazırlanmasında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun hükümleri dışında 2000'li yıllarda mevcut Almanya, Polonya, Rusya, İspanya ve İsviçre gibi ülke kanunlarındaki düzenlemelerin esas alındığı bilinen bir gerçektir.

Ancak yaptırım sisteminin belirlenmesinde özgün bir yaklaşım tercih edilmiş, ayrıca infazda mevcut 647 sayılı İnfaz Kanunu'nun şartla salıvermeye ilişkin 1/2 olan oranı yerine, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da 3/2 oranı esas alınmıştır.

Böylece 1 Haziran 2005'te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu ve ilgili mevzuat tabiri yerindeyse "cezacı bir yaklaşımı" yansıtmıştır.

Bu tercih yukarıda bahsettiğimiz gibi 2012 yılında infazın kolaylaştırılması ihtiyacına yol açmış, ancak 2016 yılına kadar ve bu yılda yapılan yeni kolaylaştırmalar da cezaevlerindeki doluluğa çare olmamıştır.

Nitekim 2020 yılında 7242 saylı kanunla şartla salıverme süreleri yeniden düzenlenmiş, özellikle adi suçlarda tekrar 647 sayılı kanunun 1/2 oranına geri dönülmüş, denetimli serbestlikle bir yıl erken tahliye için cezaevinde en az altı ay kalma koşulu kaldırılmıştır.

Tüm bu yasalar, düzenlemeler, yaşananlar dikkate alındığında tek bir çözüm yolunun kaldığı artık Türk Ceza Kanunu'nun suçlar karşılığından öngörülen yaptırım sistemini infaz hukukunun taşıyamadığını kabul etmek ve topyekûn Türk Ceza Kanunu'nu elden geçirerek bu yanlış cezalandırma eksenli politikanın terk edilmesi gerekmektedir.

Böyle bir yasa çalışmasının mümkün olmadığı, ortaya çıkabilecek uyarlama sorunlarının yargının yükünü artıracağı, başka karmaşa ve hukuki problemlere yol açacağı düşünülebilirse de her 3 - 4 yılda bir çıkarılan örtülü özel aflar (cezaevinde çekilmesi gereken cezanın miktarını azaltan veya niteliğini hafifleten düzenlemeler) yerine sorunu kesin olarak çözüme kavuşturmak ceza adaletinin ve suç politikasının temel ilkelerine daha uygundur. 

Cezaevlerindeki doluluğu etkileyen bir diğer sorun tutuklama koruma tedbirinin bir ön cezalandırma gibi uygulanması eğilimidir.

Sadece ceza muhakemesinin amaçlarına hizmet etmesi, delillerin karartılmasının ve şüpheli/sanığın kaçmasının önlenmesi hedeflerini gözetmesi gereken tutuklama, tatbikatta bu amaçlar dışında bir peşin cezalandırma, toplumun çeşitli kesimlerinde işlendiği iddia olunan suçla ilgili ortaya çıkan rahatsızlığı/infiali dindirme aracı olarak kullanılmaktadır.

Hatta toplum bu durumu o kadar normalleştirmiştir ki, kamuoyunun malumu olan herhangi bir suç olgusunda yargı makamlarının tutuklama kararı vermemesi tepkiyle karşılanabilmektedir.

Halbuki bir kimsenin tutuklanması suçlu olduğu anlamına gelmediği gibi, tutuklanmaması da suçsuz olduğu anlamını taşımamaktadır.

Ülkemiz cezaevlerinde son yılların verileri dikkate alındığında yüzde 12-15 civarında tutuklu oranı mevcuttur.

Tutuklama koruma tedbirinin uygulanmasında titiz davranılması, alternatif koruma tedbiri olan adli kontrolünün tercih edilmesi de cezaevlerindeki aşırı doluluğun önlenmesinde nispeten faydalı olabilir. 

 

 

Notlar:

1.  https://ec.europa.eu/eurostat/web/products-eurostat-news/w/ddn-20230512-2 (erişim tarihi: 27.03.2024).
2.  Türkiye Adalet Bakanlığı Resmi Sitesi- https://cte.adalet.gov.tr/Resimler/Dokuman/istatistik/istatistik-1.pdf
(erişim tarihi: 27.03.2024)
3.  https://www.prisonstudies.org/country/turkey (erişim tarihi: 27.03.2024).
4.  World Prison Bref: https://www.prisonstudies.org/country/russian-federation ,
https://www.prisonstudies.org/country/belarus (erişim tarihi: 27.03.2024)
5.  World Prison Bref: https://www.prisonstudies.org/highest-to-
lowest/prison_population_rate?field_region_taxonomy_tid=14 (erişim tarihi: 27.03.2024)
6.  World Prison Bref: https://www.prisonstudies.org/map/oceania (erişim tarihi: 27.03.2024)
7.  World Prison Bref: https://www.prisonstudies.org/map/oceania (erişim tarihi: 27.03.2024)
8.  Temel hak ve özgürlüklere müdahale oluşturan alanlarda ölçülülük ilkesini vurgulamak adına Fransız Hukukçu
Guy Braibant’ın “sineğin çekiçle ezilmemesi”, Alman Hukukçu Fritz Fleiner’in “serçelere topla ateş
edilmemesi” aforizmaları meseleyi ortaya koymaktadır. Bkz. Kocaoğlu, S. Sinan, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun Ölçülülük İlkesi Açısından İrdelenmesi, Ankara 2020, s.30.
9.  Bkz. Kocaoğlu, s.44-58, 87-117.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU