Uzay utandı...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Biz artık Tayyip Erdoğan'ın her söylediğinin tersini yapmasına alıştık. O kadar alıştık ki, ondan her an ani manevra bekler hale geldik.

Misal, Ekim 2021'de şöyle seslenmiş halkımıza:

Bir tarafta 810 milyon insan en temel gıda maddelerine ulaşamazken diğer tarafta büyük sermaye sahipleri birkaç dakikalık turistik uzay seyahati için yüz milyonlarca doları harcayabilmektedir.


Sonra ne oldu?

55 milyon dolara bilet alıp turistik uzay seyahatine sözüm ona astronot yolladı.

Sözüm ona astronot diyorum zira arkadaşa, "Çık bi uzay yürüyüşü yap da gel" desen yapacak durumu yok.

Öyle sigarası, içkisi olmayan sıhhatli bir vatandaş da pekala çıkabilir o uzay seyahatine...

Nitekim daha evvel parayı bastıranların gittiği uzay seyahatleri hafızalardadır.

O halde bu "Astronot Alper" nasıl ortaya çıktı?
 


Malumunuz, Tayyip Bey daha evvel seçim çalışmaları dahilinde uçmuş uçmuş, 2023'te Ay'a "sert iniş" yapacağımızı açıklamıştı.

Tabii, şimdi, aklı başında hiç kimse Türkiye'nin hızla uzay teknolojilerine vakıf olup roket üretebileceğini ve Ay yüzeyine sert de olsa inebileceğini düşünmedi.

Zaten Tayyip Bey de aklı başında kimselere hitap etmemişti.

Aslında bizim trajedimiz burada.

İnternete girip, benim bu söylediklerimi işitebilecek kesimlerin dışında kalan, günlük hayatını bir biçimde sürdürürken dört işlemi yapmakta zorlanan kütleye hitap ediyor Tayyip Bey.

"Astronot Alper" onların astronotu.

Pazardan marul alamayan yığınlar, "Tayyip Erdoğan bizi uzaya çıkardı!" diye gururla dolaşıyor.

İktidarın bizim cebimizden finanse ettiği gazeteler, televizyonlar, "Uzayda Türkün ayak sesleri!" diye yayın yapıyor.

Selçuklu, Kuruluş Osman, Abdülhamid palavraları arasında televizyonlarda uzay güzellemeleri... Astronot Alper'in uzayda namaz görüntüleri...

Ayıptır söylemesi, uzay utandı, bunlar utanmıyor...

Genel seçimler öncesinde de "yerli ve milli otomobil" gösterileri vardı. Kent meydanlarında TOGG sergileri düzenleniyordu.

Cahil yığınlar, hiçbir parçası yerli olmayan, pili bile Çin'den gelen, Türkiye'de sadece montajı yapılan, dahası asla satın alamayacakları o otomobille fotoğraf çekiliyordu!..

İktidar açıkça toplumdaki bu cehalete yatırım yapıyor.

Üstelik bunu bizim paramızla yapıyor.

Evet, "Astronot Alper"e alınan uzay biletinin parası da bizim cebimizden çıktı ama sadece o kadar değil.

Uyduruktan bir müessese olan Türk Uzay Ajansı'nın dünya kadar personeli de fırlatma öncesi ABD'ye gitti.

Öyle boş boş takıldılar. Tüm masraflarını biz karşıladık.

Bu esnada SMA hastası çocukların aileleri sokaklarda valilik izniyle tedavi parası dileniyor.

Pazardan marul alamayan yığınlar, pazar artıkları içinden sağlam sebze meyve bulmaya çalışıyor.

Emekli, insan haysiyetine hakaret anlamına gelen emekli maaşıyla nasıl yaşayabileceğini düşünüyor kara kara...

Fena bir çıkmazın içindeyiz.

"Emekli maaşları insan haysiyetine hakarettir" dedim. Öyledir.

Örgütsüz, grev benzeri bir yaptırım gücü olmayan milyonlarca emekli en temel insani ihtiyaçlarını karşılayamayacak bir maaşa mahkum edilmiş vaziyette, giderek daha vahim şartlarda yaşamaya çalışıyor.

Bu toprakların tarihinde hiç yaşanmamış bir vakayla, açlıkla sınanıyoruz.

Tayyip Erdoğan'ın avukatları her önlerine gelene "cumhurbaşkanına hakaret" davası açıyor ya, aslında memlekette her şeye olduğu gibi emekli maaşlarına da karar veren cumhurbaşkanı, milyonlarca emekliye, onlara reva gördüğü maaş vesilesiyle hakaret ediyor.

Evet, hakaret...

Emekçilerin, emeklilerin vergileriyle kendilerine saraylar inşa edip içinde ziyafetler düzenliyorlar ve Emine Hanım çıkıp halka, "Porsiyonlarınızı küçültün" diye akıl veriyor!

Bunların tamamı yoksul halka, insanlık haysiyetine hakarettir.

Milyonlarca insanın porsiyonları küçülürken, tüm kaynaklar iktidarın doymak bilmez mensuplarına, tarikat şeyhlerine, yandaş sermayedarlara, bankalara, tefecilere akıyor.

Ve tabii, kaynak yetmiyor...

Her şeyi satıp savıyorlar.

En başta, "Biz artık Tayyip Erdoğan'ın her söylediğinin tersini yapmasına alıştık" demiştim ya...

Bakın, Tayyip Erdoğan 2015'te yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:

Vatanı satmak nasıl olur biliyor musunuz? Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur.


Şimdi bunların tamamıyla birlikte, vatan topraklarının fiili satışına da başladılar.

Yıllar önce söylemiştim; "Satacak bir şey kalmadı, dağı taşı satacaklar" demiştim.

Şimdi orman arazilerine ve meralara göz diktiler.

Büyükşehir Yasası'yla beraber köylere ait mera ve tarım alanları "hazine arazisi" sıfatıyla TOKİ'ye devredilmeye, satılmaya başladı.

Yakında nasıl bir yağma yaşadığımızı herkes daha iyi idrak edecek ama bu faciayı tersine çevirebilecek miyiz, işin o kısmını bilemiyorum.

Anlayacağınız, bir yandan uzaya çıkarken bir yandan köylünün otlağını, merasını pazarlayan tek ülke olmanın gururunu yaşıyoruz.

Ne diyeyim, karmaşık bir durum; bu işi çözse çözse "uzaylı" Mustafa Topaloğlu çözebilir...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU