Milei faşist mi?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Luis Robayo/AFP

Buenos Aires ya da burada yaşayanların kısaca "Capital" olarak isimlendirdikleri yer Pendik'ten daha küçük 200 kilometre karelik bir alana kurulu. 

Güney Amerika'nın en çok turist çeken şehrine "Capital" denmesinin altında buranın sadece Arjantin'in değil kıtanın başkenti olduğuna dair bir gurur yatar. 

Buenos Aires'in ününe duyulan bu inanç, toplu taşımacılıktan altyapıya her anlamda kıtanın ilk modern kenti olmasından geliyor.

Sadece "Avrupai" göründüğü için değil; modern siyasetin ve işçi sınıfı hareketlerinin de ilk örneklerine ev sahipliği yaptığı için. 

Bu caddeler, 20'nci yüzyılın başından 1983'e kadar birkaç "Paris Komünü"ne, sayısız işçi ayaklanmasına tanık olmuş ve birkaç bin işçinin kanıyla yıkanmıştır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kent, 1536'da İspanyol fetihçi Pedro de Mendoza tarafından "kardeşin kardeşi yediği" bir lanet üzerine kurulduğu düşünüldüğünde bugün oldukça sakin bir yer.

Her ne kadar yaş ortalaması artık eskisi kadar düşük olmasa da daima dinamizmini göçmenlerden alan kozmopolit yapısı onu canlı tutuyor. 

Her yerde siyaset tartışan, kızan, alay eden, bağıran ya da ders veren kent halkı geçen asırdan kalan geleneği sürdürüyor.

Seçimlerden bir hafta önce iki başkan adayının ekranlarda canlı tartışmasını izlediğimiz günün ertesinde yaşı hallice komşuma sordum: 

"Señora, tartışmayı izlediniz mi?"

"Ah" dedi Milei'i kastederek, "zavallı bilmiyor, rezil oldu."

"Ee ne düşünüyorsunuz?"

Tartışmaktan ve gerekçelendirmekten kaçınarak "Olsun yine de oyumu ona vereceğim" dedi.

Kimisi buna öfke diyor, kimi can sıkıntısı; ben yoğunluk demeyi tercih ediyorum. 
 

Javier Milei Reuters.jpg
Javier Milei / Fotoğraf: Reuters

 

Arjantin hep Latin Amerika'nın ritmiyle dans eden bir kentti; ancak hiçbir zaman bu yoğunluğu elden bırakmadı. 

70'lerin en radikal sol hareketi ile en kanlı diktatörlüğü burada karşı karşıya geldi.

Ama diğer taraftan 80'lerin tek ciddi askeri cunta yargılaması da burada yapıldı. 

90'ların neoliberalizmini dibine kadar yine burası uyguladı. Bir hamlede ulusal parasını, silahlı kuvvetlerini tasfiye etti.

90'ların sonunda yüzyılın en derin krizine girip, 2000'lerin başında en radikal devletçilik politikalarını da uygulayan yine burası oldu.

Şimdi ise değişik bir durum var; insanlar artık dediğini yapacak siyasetçiye değil yapamayacak olana oy veriyor. 

Ona oy verenlerin çoğu, Milei'in dediklerini yapabileceğine inanmıyor. 

Milei vaatlerinin yarısını bile yerine getiremeyecek. Kongre'de yeterli desteği yok.

Ekonomiyi "dolarize" edemeyecek ya da merkez bankasını kapatamayacak. 

Rakibi Massa onu tartışma sırasında öyle bir perişan etti ki sabahı, soluğu liberal parti "PRO"nun lideri Mauricio Macri'nin yanında aldı.

O Macri ki bir gün önce "Bu zavallının kongrede desteği yok, hiçbir dediğini yapamaz, çok kolay içine sızılır, ipleri kaptırır" diyordu. 

Dediği gibi de oldu: Kritik bakanlıkların hepsini Macri'ye vermek zorunda kaldı Milei. 

En önemlisi yağmacı ve hırsız dediği -Macri'nin 2018'de ekonomi bakanı olan- Luis "Toto" Caputo'yu yeniden aynı yere atadı. 

Caputo, tarihe bir ülkeyi en çok borçlandıran bakan olarak geçmişti.

50 milyar USD borcu ekonomi bakanı olarak alıp sonra merkez bankası başkanı olarak bu borcu "alacaklılara" dağıtmıştı.

Bu eski Wall Street trader'ı iki yıldan kısa sürede ülkeyi bir borsa spekülatörü becerisinde şişirip içini boşaltmıştı.
 

Javier Milei Reuters (2).jpg
Fotoğraf: Reuters

 

Milei seçimi kazanınca ilk iş, ABD'nin Arjantin Büyükelçisi Mark Stanley'i ve "Toto" Caputo'yu yanına alıp yine borç aramaya gitti. 

Milei konusunda herkesin kafası karışıktı, şimdi liberallerin ("burjuvazi" diye de okunur) hükümete ağırlıklarını koymalarıyla daha da karıştı.

Ülkenin en zengin ailelerinden birinin başındaki Macri, seçimde aday bile olmadan iktidarı eline aldı.

Şimdi uluslararası sermayenin ve Arjantin oligarşisinin çıkarlarını garanti altın aldıktan sonra Milei'e her şeyi yıkilometrea özgürlüğü mü verecek? 

İşte bu soru eski bir tartışmayı gündeme getiriyor: Burjuvazi faşizm ister mi?

Seçimden kısa süre önce Troçkist partiler birliği "FITU"da bir Milei çatlağı oluştu.

Bazı Troçkist liderler bir mektup yayınlayarak her ikisi de işçi sınıfının karşısında konumlansa da sandık nezdinde Milei ve Massa'nın aynı olmadığını ilan ettiler.

Bu seçimde taktiksel bir şekilde, önümüzdeki dört yıl boyunca "işçi sınıfının mücadelelerine en uygun düşmanın seçilmesi" için çağrıda bulundular. 

Bu noktada, önerinin sahipleri 1932 Almanya'sı ile Arjantin arasında bir benzerlik kuruyor ve Troçki'nin Hitler'le Brüning'i bir tutmadığını hatırlatıyordu. 

Brüning başbakanken Naziler tarafından devrilmiş muhafazakâr parti lideriydi. Troçki, Brüning'i Hitler'le bir tutmamakta haklıydı. 

Bugünün sorusu şu: Kuşkusuz Massa ile Milei aynı değil ama Milei'i Hitler'le bir tutmak doğru mu?

Birisi paramiliter çetelerle darbe ve komplo yoluyla iktidara gelmiş biri, ötekisi örgütlenmeden bile yoksun aşırı sağcı bir fenomen.

Kıtada Milei'e en yakın siyasi profil Brezilya'da Bolsonaro'ydu.

Ordunun, evanjelik sağın ve büyük toprak sahiplerinin desteğini alan Bolsonaro da aşırı sağcı bir yönetimdi.

Milei, Bolsonaro ölçüsünde gerici kesimlerin desteğine henüz sahip değil ama ondan daha radikal söylemlere sahip.

Solun "düşmanını seçme özgürlüğü olarak demokrasi" anlayışını bir kenara, Batılı ülkelerin tümünde aşırı sağın (ya da faşizm) iktidara geldiği ya da gelmekte olduğu gerçeğini de diğer kenara koyalım.

Ukrayna'dan Suriye'ye, Gazze'den Pasifik'e süren çatışmaların bizi küresel bir savaşa doğru sürüklediği endişesini de not edelim.

Bu tabloyu II. Dünya Savaşı öncesine benzetenler olacaktır.

Ama bu defa farklı olarak ekonomik ve siyasi kriz emperyalist merkezlerden çok, Afrika, Yakın Doğu, Latin Amerika gibi gelişmekte olan bölgelerde patlak verdi. 

Göç hareketlerinin de etkisiyle emek ücretleri hiç olmadığı kadar baskılanmış durumda.

Ayrıca dünyanın hiçbir yerinde egemen sınıflar işçi sınıfından gelen devrimci bir tehditle ürpermiyor. 

Yine de bir benzerlik var: Gerici kitle hareketleri.
 

Javier Milei Reuters (1).jpg
Fotoğraf: Reuters

 

Demokratik haklara, kurumlara ve özgürlüklere yönelik tehdit aşağıdan yükseliyor.

Bu noktada Troçki, Hitler'in güçlenmesinin temel nedeninin sosyal demokrasinin işçi sınıfına ihaneti olduğunu söylüyordu.

Ona göre sosyal demokratlar işçi sınıfının yarısını burjuvazinin çıkarlarına uygun biçimde manipüle etmişti.

Bunun yarattığı tepki sebebiyle işçiler Brüning'e değil Hitler'e destek vermişti.

Dikkat edilirse Troçki burada, Stalinist Komünist Enternasyonal'in faşizmin "mali sermayenin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü" gibi dolaylı bir tanıma ihtiyaç duymaz.

Faşist hareketi doğrudan sermayenin bir aparatı olarak konumlandırmaz.

Onun özerkliğini tanır ve burjuvazinin kendi rejimini ayakta tutamadığı koşullarda ikisi arasındaki uyum ve sınırlara dikkat çeker.

Yani faşizm aniden girilen ekonomik krizlerin kaçınılmaz sonucu ya da burjuvazinin işçi sınıfını yönetemez hale gelince eline geçirdiği demir yumruk değildir.

O uzun bir sürecin ve değişik siyasi süreçlerin neticesinde kitlelerde vücut bulur. 

Sadece bu aşağıdan gelme özelliği bile burjuvaziyi korkutmaya yeter.

Hiçbir burjuva, yoksul kitleleri ardında sürükleyen bir şefe devleti teslim etme heveslisi değildir. 

Eğer 19'uncu yüzyılın sonunda kültürden tıp alanına kadar üretilen Alman milliyetçiliğinin kaynaklarına bakarsak, ari ırk doktrininden toplama kamplarına Nazi politikalarının, salt Avrupa'daki krize bağlanamayacağını anlarız.

Çok şükür Milei bir Hitler değildir; en azından şimdilik.

Zaten bu karşılaştırma da anlamsızdır; çünkü tarihin bir anında ortaya çıkilometreış ve ne olduğu tartışmalı bir siyasi akımla örgütlenme sürecini tamamlamış, ideolojik açıdan olgunlaşmış, kadrolaşmış ve rejimi değiştirmiş bir akım aynı kefeye konmaz.

Yani bir akımın faşist olmasıyla rejimin olması farklı şeylerdir.

Fakat geçen iki asır boyunca tek tek her ülkede halkın büyük mücadelelerle elde ettiği kurumsal, demokratik hak ve özgürlükleri yok etmeyi hedef alan, bunun yerine iktidarı ele geçirmiş dar bir kliğin otoritesini koymak isteyen, emekçilerin örgütlenme ve eylemini silahlı kuvvetler dahil devletin tüm baskı araçlarıyla ezeceğini söyleyen bir kitle hareketinin lideri ya da siyasi fenomeni faşist olarak tanımlamak için hepimizi toplama kamplarına koymasını mı beklemeliyiz?

Küresel sağın senkronize hareketlerine bakarak her an bu tip bir siyasetin faşizmi aratmayacak krizlere yol açacağı şüphesini de mi taşımayalım?

Evet şu an Milei'in paramiliter çeteleri yok ama Trump ya da Bolsonaro'nun militan kitlesinin, her iki ülkede seçim arifesinde ya da hemen sonrasında kongre binalarını bastığını unutalım mı?

Bu hareketi aşırı sağ olarak tanımlasak bile içinde bulunduğumuz küresel koşullarda belki klasik anlamıyla değil ama bir "neo-faşizm"e doğru evrildiğini tespit edebiliriz.

Hareketin nasıl tanımlanacağından çok, bu dinamik gerici harekete karşı mücadelenin nasıl örgütleneceği önemli. 

Arjantin'deki tartışma ise solun Milei'in karşısındaki adayı (Massa) destekleyip desteklemeyeceğine indirgendi. 

Oysa, ilk olarak, zaten Milei'in kazanacağı 13 Ağustos'ta ön seçimlerden birinci sırada çıktığında belliydi. 

İkincisi, Peronizmin adayı Massa'nın kazanma ihtimali yoktu. Çünkü kendisi 4 yıllık başarısız hükümetin bir üyesiydi.

Ayrıca Milei'in denkleme girmesiyle Peronist-Liberal karşıtlığı anlamını yitirmişti. 

Bu koşullarda sandık üzerine yürütülecek bir tartışmanın anlamı kalmamıştı.

Yapılması gereken solun ve tüm emek güçlerinin bu yeni neosağcı dalgaya karşı bir arada durmasıydı.

Milei'e faşist diyebilmek için onun ardında 20'nci yüzyıldaki korporativist örgütlenmeleri görmeyi bekleyenler yanılıyor. Aradıkları şey 1970'lerin

Pinochet diktasında bile yoktu. 

Üstelik korporativizm her zaman faşizm anlamına da gelmez.

Yine Arjantin'de Peron örneğinde görüleceği gibi demokratik hakları genişleterek de yapılabilir.

Milei ordu içindeki darbeci kanatla açık bir ilişki sürdürüyor, Videla ve Pinochet diktatörlüklerini övüyor ve son askeri cuntadan hapiste olanlara af getireceğini söylüyor.

Gösteri/yürüyüş hakkının cezalandırılmasından bahsediyor.

Yalana dayalı ve rakibi düşman ilan eden tipik bir faşist propaganda biçimi yürütüyor.

Kendini bir Mesih gibi sunuyor ve her sözünü mistisizmle destekliyor. 

Yoksulları ve ezilenlerle dayanışmayı yücelten Katoliklikten nefret ediyor ama Tanrı'nın kapitalizmin, emperyalizmin, güçlünün ve zenginin yanında olduğunu salık veren Evangelist Pentakostalizmi övüyor.

Yahudi değil ama bağlı olduğu ve düzenli ders aldığı bir Haham var. Onların ibadethanelerine, mezarlarına gidip Tevrat okuyor.

Çünkü Evangelizm ve egemen Yahudilik onun en büyük değeri olan paranın küresel sahipleri.

Arjantin milliyetçiliği yapmıyor ama ABD ve İsrail milliyetçiliği yapıyor. Öyle ki mitinglerinde Arjantin bayrağı değil İsrail bayrağı dalgalandırıyor. 

Arjantin bayrağının ya da Arjantinlilerin emeğinin onun için bir önemi yok.

Merkez bankasını kapatıp, ulusal parayı kaldırıp yerine USD getirmeyi vaat ediyor.

Planı, ulusal olan her şeyi en açgözlü ve yağmacı ulus ötesi mali sermayenin eline vermek.

Naziler gibi o da Sosyal Darwinizm'i savunuyor. Çünkü anarko-kapitalist ideolojisi, üstün olanların hayatta kalması fikrine dayanıyor.

Onun hayal ettiği dünyada insanlar organlarını ve çocuklarını serbestçe alıp satabilecek.

Kurmak istediği düzende herkes silah taşıyıp, "suçluya" ateş etme yetkisine sahip olabilecek. 

Sadece kürtaja ve feminizme değil, aynı zamanda herhangi bir alanda kadınlara kota ayrılmasına da karşı.

Şimdi onun başkanlığı döneminde Kadın Bakanlığı kaldırılıyor. 

Devletin kreş açamayacağını ve dahası eğitimin bir insan hakkı olmadığını söylüyor.

Ona göre tüm eğitim ve öğretim kurumları özel şirketlere devredilmeli.

Milei'in diğer neosağcı akımlarla farkı, devleti küçültme iddiası değil.

O geriye büyük bir güvenlik ve propaganda aygıtı kalacak biçimde sadece devletin demokratik ve sosyal kurumlarını tasfiye etmeyi planlıyor. 

Faşist demeyelim de siz söyleyin ne diyelim?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU