Gazze'de barış planı

Kusurları ne olursa olsun, İsrail'in şu anda değerlendirdiği ve hepsi de daha fazla şiddete ve kan dökmeye yol açarken, kalıcı bir barışa ulaşma şansını da azaltacak olan seçeneklerden kesinlikle daha iyi olacaktır

Fotoğraf: AP

Geçen 10 yılda, İsraillilerle Filistinliler arasındaki "barış sürecinin" uzun süredir sonsuz bir erteleme egzersizine dönüştüğü belirgindi.

Ancak son yıllarda sürekli ve yaygın şiddetin yokluğu bir istikrar yanılsaması da yaratmıştı.

Ne var ki statükonun sürdürülebilir olduğu hissine teslim olmayanlar bile, Hamas'ın 7 Ekim'de güney İsrail'e saldırması ile patlak veren yıkıcı savaş karşısında şoke oldular.

Geçen 3 hafta, korkunç boyutlarda can kayıplarına sahne oldu ve İsrail için bu saldırı, 75 yıllık varoluşu boyunca yaşadığı en yıkıcı sivil kayıptı.

Bu savaşın ilk 15 gününde, beş yıldan fazla süren İkinci İntifada ve o zamandan bu yana yaşanan her türlü şiddet döneminde öldürülen Filistinlilerin toplam sayısından daha fazla Filistinli öldürüldü.

Daha da kötüsü, İsrail'in (her ne kadar ulaşılması zor olsa da) Hamas'ı ortadan kaldırma yönündeki hedefi doğrultusunda ilerlemesi halinde, binlerce Filistinli sivilin daha ölmesi muhtemel görünüyor.

Aynı sonuç, İsrail'in Hamas'ın altyapısını ortadan kaldırma yönündeki daha az iddialı hedefi söz konusu olduğunda da geçerli.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu durumda ilk öncelik uçuruma doğru gidişin durdurulması olmalı.

Bu amaca ulaşmak için Hamas'ın rehin aldığı İsrailli sivilleri kayıtsız şartsız serbest bırakması gerekiyor.

Yakın zamanda bazı rehinelerin serbest bırakılması ileriye doğru atılmış bir adımdı ve daha fazlasının serbest bırakılmasını beklemek gerçekçi olacaktır.

Ancak İsrail şu anda herhangi bir şekilde ateşkesi konuşmayı düşünecek bir ruh halinde görünmüyor ve Biden yönetimi İsraillilere en azından bu seçeneği değerlendirmeleri için baskı yapmaya hazır değil.

Bunun yerine ABD, İsrail'i Gazze'ye yönelik kara harekâtını daha fazla rehine serbest bırakılıncaya kadar ertelemeye davet etmekle yetinmiş görünüyor.

Böyle bir harekâtın başlaması, benzeri görülmemiş bir katliama yol açacak, daha geniş bir bölgesel çatışma riskini artıracak ve belki de bazı Arap ülkelerinde istikrarı tehdit edecek.

İsrail'in Gazze'yi işgal etmesi, Filistin Ulusal Otoritesi'nin Batı Şeria'daki halk öfkesi karşısındaki zayıflığını da büyütebilir.

Bu varsayımların arka planında İsrailli yetkililerin, Gazze'de "eşi benzeri görülmemiş acı" olarak adlandırdığı durumu sona erdirmek için yaptığı son acil ateşkes çağrısı nedeniyle BM Genel Sekreteri'ni küçümsemelerini, tehlikeli bir durumun ifadesi, umursamazlık ve yıkıcı bir saldırganlık ruhunun yayılması dışında görmek zor.

Rehin alınmış İsrailli sivillerin serbest bırakılmasının Arap ve uluslararası diplomasinin "ertesi gün" ne olacağı, yani İsrail'in devam eden operasyonu sonrasında ülkeyi kimin yöneteceği sorusuna hızlı bir cevap bulması için yeterli alan açacağına dair hâlâ bir miktar umut var.

Bu soruya cevap ararken tamamen ihtimal dışı görülmesi gereken ilk fikirler, Filistinlilere herhangi bir özel düzenleme dayatmak ve onları buna boyun eğmeye zorlamak ile ilgili fikirlerdir.

Filistin Otoritesi'nin mevcut yapısıyla Gazze Şeridi üzerinde yeniden kontrolünü sağlaması aracılığıyla bu soruya yanıt bulunabileceği ihtimalinin de çok fazla tartışmaya yol açmadan göz ardı edilmesi gerekiyor.

Öte yandan, mevcut haliyle Filistin Otoritesi'nin ölümcül ve yıkıcı İsrail saldırısı sonrasında Gazze'yi yönetme sorumluluğunu üstlenmeye hazır olup olmadığı da şüpheli.

Filistin Otoritesi bu rolü oynamaya istekli olduğunu ifade etse bile, özellikle de devam eden savaşın baskısı altında azalan meşruiyeti hızla zayıfladığı için bunu yapması mümkün olmayacak.

Ancak diğer taraftan Filistin Otoritesi, eğer uygun şekilde yeniden yapılandırılırsa, "ertesi gün" ve sonrası için en iyi seçenek olarak sunulabilir.

Bu, son 30 yılda barış sürecine büyük zararlar veren yapısal zayıf noktaları inandırıcı şekilde ele alan bir çerçeve içinde İsrail işgalini sona erdirmeye yönelik bölgesel olarak benimsenen, uluslararası olarak desteklenen bir çabanın başlatılması için bir bağlantı sunuyor.

Filistin Ulusal Otoritesi, 1994 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Filistin halkı adına imzaladığı Oslo Anlaşmaları kapsamında Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde geçici bir yönetim birimi olarak kuruldu.

Ancak Filistin Otoritesi ve FKÖ kısa sürede, Oslo çerçevesinin anlaşmaların imzalanmasından sonra hâkim olan kanaati, yani 1967'de İsrail tarafından işgal edilen topraklarda bir Filistin devleti kurulması vaadini yerine getirememesinden kaynaklanan bir meşruiyet aşınmasına maruz kalmaya başladı.

Bu hedefi gerçekleştirme olasılığına ilişkin kademeli hayal kırıklığı ve buna eşlik eden Hamas ile başından beri Oslo çerçevesine karşı çıkan diğer siyasi hareketler tarafından benimsenen silahlı direnişe verilen destekteki artış, bu aşınmaya katkıda bulundu.

Bunlar, FKÖ'nün tüm Filistinlileri temsil ettiği ve Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğu iddiasının devam eden güvenilirliğinin sorgulanmasına yol açtı.

Filistin Otoritesi'nin kronik kötü yönetiminin yanı sıra, birçok Filistinli siyasi grup ve yönelimin yönetimden dışlanması, Filistinliler arasında FKÖ ve Filistin Otoritesi'nin konumunu zayıflattı.

FKÖ ve Filistin Otoritesi'nin uzun zaman önce reforme edilmesi ve yeniden şekillendirilmesi gerekirdi ve bu görevin aciliyeti hiçbir zaman bugünkü kadar büyük olmadı. İlk adım, FKÖ'nün, Hamas ve Filistinli İslami Cihat dahil olmak üzere tüm büyük siyasi grup ve güçleri kapsayacak şekilde derhal ve koşulsuz olarak genişletilmesi olmalı. Hamas, işgal altındaki Filistin topraklarında 2006 yılında yapılan son parlamento seçimlerinde salt çoğunluğu elde etmişti. O tarihten bu yana parlamento seçimleri yapılmamış olsa da kamuoyu yoklamaları Hamas'a yönelik ciddi halk desteğinin devam ettiğini gösteriyor. Dahası, eğer Hamas ve benzer düşüncelere sahip gruplar barış sürecinde temsil edilmezlerse, FKÖ nasıl inandırıcı bir şekilde şiddeti reddetmeye bağlı kalmayı taahhüt edebilir. Bunu barış sürecini yeniden başlatmaya yönelik herhangi bir girişimin parçası sayabilir.

FKÖ, barış sürecinin gereklerinden vazgeçmeye gerek kalmadan genişletilebilir. Ancak bu sürecin, son 30 yılda belirtilen hedeflere ulaşamamasının ardındaki temel nedenleri ele alacak şekilde kökten değişmesi gerekiyor.
 


İsrail'in ilk olarak ve her şeyden önce, 1967'den bu yana işgal ettiği topraklarda Filistinlilerin egemen bir devlet kurma hakkını resmen tanıması gerekiyor.

İsrail bunu yaparak, özünde FKÖ'nün İsrail'in güvenlik ve barış içinde var olma hakkını tanımasına karşılık vermiş olacak.

Bu tanıma 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmaları'nın karşılıklı tanıma başlığı altında temel taşını oluşturdu.

Böyle bir tanıma sağlanıncaya kadar, genişletilmiş FKÖ, kabul edilebilir bir çözümün ne olabileceğine ilişkin Filistinlilerin görüşlerinin tamamını yansıtan bir program benimseyebilir.

Program ayrıca müzakere çerçevesinde, "iki devletli çözüm" çatısı altında bir Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak ciddi bir barış sürecinin başlatılması ihtimalini de korumalı.

Son olarak ve temel yasa uyarınca Filistin Ulusal Otoritesi, genişletilmiş Filistin Kurtuluş Örgütü'nün kabul ettiği bir hükümet aracılığıyla, birkaç yıllık geçiş dönemi boyunca Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistin halkının işlerini yürütme konusunda tam sorumluluk üstlenebilir.

Bu dönemde, İsrail ile Filistin Otoritesi arasındaki tüm mutabakatlar ve İsrail ile Filistin Otoritesi'nin tüm eylemleri, şiddetsizlik konusunda karşılıklı katı bir taahhütle desteklenmeli.

Bu dönemin sonunda ise Filistin Ulusal Otoritesi, geçiş döneminin başında kararlaştırılan bir tarihte genel seçim yapmalı.

Benzer reformları daha önce 2014 yılında ABD merkezli Foreign Affairs dergisinde yayınladığım bir makalede de önermiştim.

O zamandan bugüne, bu tür reformların benimsenmesinin yararlılığı konusunda hiçbir şüphe olmadı, ancak bu, iç anlaşmazlıklar ve hizipsel bölünmeler nedeniyle resmi olarak yapılamadı.

Mevcut durumun ciddiyeti göz önüne alındığında, ölen binlerce kişi açısından iş işten çoktan geçmiş olsa da belki reformun zamanı artık geldi.

Arap ülkelerinin teşviki ve desteğiyle bu plan ileriye yönelik güvenilir bir yol sunabilir.

Bu görüş kusurları ne olursa olsun, İsrail'in şu anda değerlendirdiği ve hepsi de daha fazla şiddete ve kan dökmeye yol açarken, kalıcı bir barışa ulaşma şansını da azaltacak olan seçeneklerden kesinlikle daha iyi olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU