Ahvaz ve Filistin-İsrail çatışması

İki Arap halkı arasındaki ilişkiler 1923 yılına kadar uzanıyor

Merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, İran Devrimi sonrasında Ahvaz şehrinde yaptığı konuşmada / Fotoğraf: Twitter

İran'a zorla ilhak edilen Ahvaz Arap halkı meselesi bazı boyutlarıyla Filistin meselesine benzese de diğer boyutlarıyla ondan ayrılır.

Ancak ben burada sadece bu meseleye odaklanmak istemiyorum. Daha ziyade Balfour Deklarasyonu'ndan bu yana, yani 20'nci yüzyılın ikinci on yılında İngilizlerin Filistin'i sömürgeleştirmesinden günümüze kadarki süreci incelemek istiyorum.

Aynı zamanda, İsrail Devleti'nin kurulmasından bugüne kadar iki Arap halkı arasındaki ilişkileri ele alacağım.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İki konu arasındaki benzerlikler ve farklılıklar

İlk olarak, İran'da Rıza Han Pehlevi liderliğindeki darbe rejimi 1925 yılında Ahvaz'ı işgal ettiğinde, Kaçar Hanedanlığı'nın Arabistan Krallığı'nı ilk işgalinin üzerinden yaklaşık 80 yıl geçmişti.

Filistin, 1920'de İngiliz mandası altına girdi. Bundan önce Osmanlı hegemonyası altındaydı.

Bu da Arapların Ahvaz ve Arabistan'ı her daim İran'ın ve onun coğrafi-siyasi çevresi içinde gördükleri anlamına geliyordu.

Her ne kadar Arabistan yüzyıllar boyunca tam veya yarı bağımsızlığa sahip olsa da Emeviler döneminde Cerir bin Atiyye tarafından yazılan şu şiir dizesi söylediklerimi doğruluyor:

Gidin amcaoğulları Ahvaz sizin evinizdir
Araplar sizi tanımasa da Tiri Nehri (sizin evinizdir)


Arap dünyasının kıyısında yer alan Arabistan'ın aksine, Filistin bu dünyanın kalbinde yer almaktadır. İslam inancına göre dini bir statüye sahip.

Aynı zamanda Yahudiler de Kudüs'ü kutsal kabul ederler. Müslümanlar'a göre Mescid-i Aksa iki kıbleden biri ve ilki.

Aynı zamanda kutsal mescitlerin üçüncüsü. Mescid-i Aksa, Hz. Muhammed'in gökyüzüne olan yolculuğuna tanıklık etti.

Dolayısıyla Filistin meselesi Arap halkları için dini ve milli bir mesele olarak kabul ediliyor.

Ahvaz meselesi ise geçmişteki bazı tarihi dönemler hariç, tüm Arap ülkeleri için bir İran meselesi olarak kabul edildi.

Bazı rejimler, bazı partiler ve sivil toplum kuruluşları ise şu anda bunu bir Arap milli meselesi olarak görüyor.


İran İslam Devrimi öncesinde Ahvaz ve Filistin

Filistin ve Ahvaz Arap halkları arasındaki ilişkiler 1923 yılına kadar uzanıyor.

O tarihte Filistin Müftüsü ve Filistin halkının lideri Şeyh Emin el-Hüseyni Arabistan'ın başkenti el-Muhammara'yı ziyaret etmişti.

El-Hüseyni, bu ziyaretinde Arabistan Kralı Emir Hazal ile görüşerek kendisinden Mescid-i Aksa'nın kubbesinin yeniden inşası için 9 bin rupi (o dönemde İngiliz Hindistan'ının para birimi) bağış almıştı.

Mesele şu ki, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Kudüs dosyası sorumlusu ve Emin el-Hüseyni'nin akrabası olan merhum Faysal el-Hüseyni, 2000 yılında Şam'da kendisiyle konuştuğumda bu ziyaretten haberdar değildi.
 

Emin el-Hüseyni başkanlığındaki Filistinli alimlerden oluşan bir heyetin el-Muhammara'yı ziyareti ve el-Fiyliyye Sarayı'nda Şeyh Hazal el-Kaabi ile görüşmesinden bir kare.jpg
Emin el-Hüseyni başkanlığındaki Filistinli alimlerden oluşan bir heyetin el-Muhammara'yı ziyareti ve el-Fiyliyye Sarayı'nda Şeyh Hazal el-Kaabi ile görüşmesinden bir kare

 

1924 yılında Yahudiler ve Araplar arasındaki çatışmalar sırasında Emir Hazal şu açıklamayı yaptı:

Ben ve birliklerim Arap toprağının herhangi bir karışını çiğneyenle savaşırız. Tüm birliklerimizle birlikte Kudüs için feda oluruz. Arap toprağını kirleten bir Yahudi ırkı bırakmayız.

('Birlikler', Ahvaz sözlüğünde, 'aşiretler' manasına geliyor.)


1948'de Filistin topraklarında İsrail Devleti'nin kurulmasından sonra Ahvaziler; Arap-İsrail çatışması haberlerini, 1956'da Mısır'a karşı gerçekleşen üçlü saldırıyı, 1967 ve 1973 savaşları gibi bir dizi küçük ve büyük savaş da dahil olmak üzere Arap dünyasındaki önemli olayları yakından takip ettiler.

Ahvaz halkı, Şah rejiminin İsrail ile ittifakı nedeniyle Filistin hareketiyle özdeşleşti.

Muhammed Musaddık hükümetinin (1951-1953) Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin İsrail'i tanıma önerisine karşı çıkması dikkat çekici.

Ancak Şah Pehlevi, Musaddık'a karşı yapılan Anglo-Amerikan darbesinden sonra sürgünden döndüğünde İsrail'i 'de facto' bir şekilde, yani realiteyi kabul ederek tanıdı.

Şah Pehlevi ile İsrail arasındaki ilişkiler güvenlik, askeri ve ekonomik iş birliği açısından gelişmiş ve Pehlevi, İsrail'de gayrı resmi bir büyükelçilik açtı.
 

Arabistan'ın son emiri Şeyh Hazal el-Kaabi.jpg
Arabistan'ın son emiri Şeyh Hazal el-Kaabi

 

Şah Pehlevi İran'ında Arap karşıtı söylemler bu savaşlar esnasında yoğunlaştı.

Arapların, İsrail ile girdikleri çatışmalarda yaşadıkları her gerileme ve yenilgide, Arabistan'daki Arap olmayan çoğunluğun sevincine tanık olduk.
 

Yüksek Ulusal Komite liderleri Muhyiddin Âl Nasır, Dehrab el-Kaabi ve İsa el-Mezhur.jpg
Yüksek Ulusal Komite liderleri Muhyiddin Âl Nasır, Dehrab el-Kaabi ve İsa el-Mezhur

 

Şah Pehlevi'nin yakın dostu ve devrimden sonra İslam Cumhuriyeti rejimiyle güvenlik alanında iş birliği yapmaya başlayan General Hüseyin Ferdust, İstihbarat ve Devlet Güvenlik Örgütü'nün (SAVAK) Başkan Vekili ve İran Genel Teftiş Teşkilatı Başkanı.

Ferdust, 'Ferdust'un Anıları' adlı kitabında, İsrail dış istihbarat servisi Mossad'ın 1960'lı yılların başında Yüksek Ulusal Komite'yi (Arabistan Kurtuluş Cephesi) açığa çıkarma, Kuveyt ve Irak'taki bazı üyelerini takip etme konusunda SAVAK ile yaptığı iş birliğinden bahsediyor.


Devrimden sonra Ahvaz halkı ve Filistin-İsrail çatışması

İran'da Şah Pehlevi yönetiminin iktidardan uzaklaştırılmasıyla birlikte İsrail varlığına verilen desteğin dayanaklarından biri ortadan kalktı ve İran'daki Arap karşıtı söylem geriledi.

Ancak bu söylem tamamen ortadan kalkmasa da İran-Irak savaşı esnasında popülist çevreler arasında yeniden şekillendi.

İran dini sistemi; ideolojik, dini ve siyasi yayılmacı nedenlerle özellikle İslami fraksiyonlarla beraber Filistin davasını desteklemek üzere ortaya çıktı.

İranlı kitleler ile İran'daki totaliter rejim arasındaki uçurumun genişlemesi, İran toplumunun Filistinlilere yönelik kızgınlığını ve düşmanlığını uyandırdı.

Bu durum elbette Ahvaz halkının bazı kesimlerini, özellikle de Şah Pehlevi döneminde yaşamamış olan gençleri etkiledi.

Ahvaz halkının devrimden sonra elde ettiği bazı kültürel ve sosyal kazanımlara rağmen, dini rejimin bazı kurumlarının nüfus yapısını Arap olmayanlar lehine değiştirme planlarında ısrarcı olduklarını gördük.

Ayrıca Ahvazilere karşı ayrımcı davranışlarda bulunduklarını, baskı yaptıklarını ve zaman zaman onlara karşı katliamlar gerçekleştirdiklerine şahit olduk.

Görünen o ki durum artık 100 yıl öncesinden ve hatta devrim öncesinden farklı bir hal aldı.

Bir Ahvazi hükümeti veya otoritesi olmamasına rağmen, ulusal çıkarlar veya Ahvazi çıkarları söylemi öncelik haline geldi.

Filistin meselesine karşı davranış geliştirmek de buna dahil. 

İran rejimine sadık olanları hariç tutarsak, herhangi bir Ahvazi siyasi grup veya kişinin, İran Dini Lideri Ali Hamaney'in, İsrail'i silme tezini paylaştığını görmedik.

Ahvaz'daki sanatçılardan, şairlerden, aktivistlerden ve aşiret liderlerinden Gazze ve Filistin'i desteklediklerine dair duyumlar aldık.

Genç aktivistlerin ve entelektüellerin ise Filistin ve İsrail taraflarına herhangi bir sempati duymadan durum hakkında sessiz kaldıklarını görüyoruz.

Genel resme baktığımızda, Ahvaz bölgesini takip eden Arap medyası ve bazı kanalların Gazze ve Filistin halkının çıkarları doğrultusunda yürüttüğü duygusal dolduruş, Ahvazlıları etkiliyor.

Bunun yanı sıra İsrail'e sadık İranlıların ırkçı tutumları nedeniyle, Gazze'de olanlara sempati duyan Ahvazlıların çoğunlukta olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durum İran'daki İsrail yanlısı muhalefete ters düşüyor.
 


Burada şunu da belirtmek gerekiyor; Bugünlerde İsrail yanlısı ve Arap karşıtı televizyon kanallarının yayınlarının yanı sıra, Ahvaz bölgesinde yaşayan bazı Arap olmayanların sergilediği neşeli davranışlar, yurtiçi ve yurtdışındaki İran milliyetçisi ve monarşist muhalif söylemler, Ahvaz Araplarının duygularını tahrik ediyor.

İranlıların çoğu Şah Pehlevi döneminde Filistin'e, İslam Cumhuriyeti döneminde ise İsrail'e bağlıydı. Bu bağlılıklarının, İran'daki egemen rejimlere olan düşmanlıklarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Bu son derece siyasi bir meseledir ve Filistin-İsrail çatışmasının tarihinde herhangi bir derinlik içermiyor.

Burada, bazı Ahvaziler tarafsız kalmak ya da İsrail'e yanaşmak isteseler bile, İsrail yanlısı ve Arap karşıtı ırkçılıkla dolu İran muhalif medyasının onları Filistinlilerin yanında yer almaya ittiği söylenebilir.

Tıpkı 48 Araplarının (İsrailli Araplar) bazı unsurlarının İsrail devletine, onun sağcı ve solcu partilerine mensup olması, onların icraatlarını savunması gibi, son yirmi yılda yurtdışındaki bazı Ahvazi unsurlar ve gruplar arasında benzer bir olguya tanık olduk.

Bu olgu, Ahvazilerin Hamas ve diğer Filistinli örgütlerin İslam Cumhuriyeti rejimine karşı mücadelelerinde kendilerine yardım etmediği bahanesiyle, İsrail'in kurumlarıyla siyasi iş birliği olgusu.

Bunun aksine Filistinli İslami gruplar İran rejimini, Ahvazilerin mücadelelerini bastırırken destekledi.

Ahvazlı gruplar da eylemlerini, Arap ülkelerinin İsrail ile normalleşmesi veya Filistin Yönetimi ile İsrail arasındaki anlaşmalar nedeniyle haklı çıkarıyor.

Ancak 7 Ekim'de Gazze Şeridi'nde başlayan kanlı olaylar ve ardından Gazze Şeridi halkına karşı işlenen katliamlar, onları bu alanda sessiz kalmaya ya da tüm bu olaylardan İran'ı sorumlu tutmaya sevk etti.
 


Ahvaz Araplarının müttefikleri

Burada Ahvaz Araplarının İran rejimine karşı mücadelelerindeki müttefiklerine bir göz atmalıyız.

Azerbaycan Türkleri, İsrail'i tamamen savunan Azerbaycan'a sadık olmakla, Filistinlilere sempati duyan Türkiye'ye sadık başka biri olmak arasında bölünmüş durumda.

Çoğu sessiz ve tek kelime etmiyor. Bir grup Kürt ise Filistinlilere ve Araplara saldırıyor. Bazıları da Filistinlileri savunuyor.

Başka bir kesim de sadece İran rejiminin bölgedeki durumu alevlendirmedeki rolüne odaklanmakta ve İsrail'in bu konudaki rolüne değinmiyor.

Bu, yurt dışındaki bazı Ahvazi grupların tutumlarına benziyor.

İran'daki Kürt söylemi, bölgedeki ve Tahran'daki duruma benzer.

İran'daki Kürt sorununun çözümünde Irak'ta yaşananlarla bir karşılaştırma yapılırsa, ülkelerin kendine has koşulları dikkate alınmamış olur.

İran'daki Kürtler, yıllar boyu yöneticisi kim olursa olsun İsrail'i kendilerine bir dost olarak gördüler.

Muhalif Sünni Beluci Dini Lideri Molla Abdulhamid İsmail'in tutumu, bölge halkının büyük bir kısmı gibi, Hamaney ve Tahran'daki rejiminin hoşuna gitmeyen iki devletli Filistin-İsrail çözümünün benimsenmesi yönündeki tutumuyla aynı doğrultuda.

Sonuç olarak, Ahvazilerin siyasi talepleri İran içindeki diğer Türk, Kürt ve Beluci halklarınınkiyle benzerlik arz ediyor.

En nihayetinde ise onlar, Filistin halkıyla dilsel, kültürel ve tarihsel bağları olan Araplar.

 

 

Independent Arabia

DAHA FAZLA HABER OKU