Suudi Arabistan ve Ortadoğu'da barış

Her şeyin bir bedeli var; barışın bir bedeli var, çatışmaların ve savaşların da bedelleri var. Bağlayıcı anlaşmalar barışın bir parçası, barış zordur ancak sonuçları iyidir

Fotoğraf: Timothy A. Clary/AFP

Siyasette çatışma esastır ve barış bir istisna veya farklı motivasyonlarla esas durumun gelişmesidir.

Çatışma bir içgüdüdür, barış ise farkındalık ve vizyondur.

Ortadoğu bölgesi yüzyıllardır tarihin anlattığı ve uzun akışı boyunca kaydettiği bir çekişme ve çatışma alanı oldu. Bu çatışmalar son yıllarda yoğunlaştı.

20'nci yüzyılda tarih ve her zaman büyük küçük, uzun kısa savaşlara dönüşen çatışmaları yoğunlaştı.

Yüzyıl, bölgede "Osmanlı Hilâfeti" adı altında acımasız ve acı dolu bir Türk sömürgeciliği başladı.

Neden olduğu felaketleri ve işlediği suçları çok iyi bilen bölge halkları, bu sömürgecilikten ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflaması ve Batı İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin Mağrip (Kuzey Afrika), Bilâd-ı Şam (Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin) ve Mısır'dan bölgeye girmesi ve yayılmasıyla kurtuldu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ardından ulusal kurtuluş dönemi geldi ve bölgenin birçok ülkesinde sömürgeciliğe karşı direniş hareketleri ortaya çıktı.

Bu süreç, sömürgecilerin farklı aşamalarda bölge ülkelerinden çekilmesi ve ülkeden ülkeye farklılık gösteren birçok veriye göre pek çok meydan okumayla sona erdi.

Bağımsızlık tamamlandı ve ortaya bir Türk devleti, İran devleti ve Arap devletleri kuruldu.

Osmanlı halifeliğinin ardından kurulan Modern Türk Devleti azınlıkları önemsemeyen laik bir Türk milliyetçiliğini güçlendirdi.

İran devleti, çalkantılı bir laiklik ile yükselen mezhepçilik arasında bir kimlik mücadelesi yaşadı ve sonunda "İslam Devrimi" adı verilen zeminde karar kıldı ve mezhepçilik açık bir şekilde kazandı.

Arap dünyasında her ülkede devletin niteliği konusunda çekişmeler yaşandı. Monarşiler ve cumhuriyetler oldu.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu ile Batı, komünizm ile kapitalizm arasında, dönemin küresel söylemine uygun olarak "devrim" olarak adlandırılan güçlü bir askeri darbe dalgası yaşandı.

Arap ülkeleri, ya istikrarlı monarşilerde ya da birbiriyle çekişen milliyetçi söylemlere sahip askeri cumhuriyetlerde karar kıldı. İsrail ile çatışma o dönemde hem Arap hem de bölgesel en büyük sloganlardan biriydi.

Kimlik çatışmaları ve devletler arası çatışmalar bir kalemde bitmediği gibi bir anda da tarihten silinip gitmezler.

Dolayısıyla bölgede üç büyük proje arasında onlarca yıldır süren bir çatışma ortaya çıktı.

Projelerden ilki laiklikten vazgeçen ve henüz sona ermemiş bir söylemle Osmanlı sömürge mirasına dönüş arayışında olan Türkiye’nin köktendinci projesi.

İkincisi, Humeyni İranı’nın mezhepçi projesidir. İki proje de üçüncü proje olan Arap ılımlılık projesini temsil eden Arap ülkelerini hedef almaya çalıştı.

Gruplar, örgütler, partiler ve milisler aracılığıyla Arap ülkelerine nüfuz ettiler. Ta ki herkes Arap Baharı olarak bilinen ana ulaşana kadar.

O meşum baharda, iki Arap karşıtı projenin iradesi, Batı'nın Arap ülkelerini vurma ve köktendinci grupların bu ülkelerde iktidarı ele geçirmesini destekleme iradesiyle birleşti.

Ancak bu ortak irade, "kaos istikrarını" yayarak ve bazı Arap cumhuriyet rejimlerini devirerek geçici bir zafer kazansa bile, sonuçta yenilgiye uğratıldı ve çoğu Arap ülkesi siyasi istikrar durumuna geri döndü, ancak bu dönüş bazı ülkelerde henüz tamamlanmadı.

Bu, son yüzyılda meydana gelen ve birçok farklı şekil ve renkte savaşlarla kendini gösteren çatışma ve çekişmelerin kapsamlı bir incelemesidir.

Bu savaşlara tutarlılığı, yaygınlığı ve etkisi değişen söylemler, keskinliğini ve çelişkilerini ifade eden çatışan ideolojiler eşlik etti.

Bu ideolojilerin oluşumunda miras kalan kadim ile küresel etkiler ve her akımın partizan çıkarları iç içe geçiyordu. Böylece günümüze kadar geldik.
 


Bugün daha önce hiç olmadığı kadar barış olasılığı çatışma olasılığından daha fazla.

Bahsi geçen barış, tek başına İsrail ile barış fikrinden daha büyük, tüm bölge ülkeleri, projeleri ve yönelimleri arasında bir barış fikridir.

Suudi Arabistan, büyüklüğü, statüsü ve nüfuzuyla bu yeni akıma, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın artık herkes için net olan vizyonuyla öncülük etti.

Veliaht Prens’in pek çok arzusu ve umudu tutarlı bir mantıktan yola çıkıyor ve merkez olarak Suudi Arabistan'ı, ardından bölgesel olarak bölgeyi, ardından uluslararası alanda dünyayı hedefleyen istikrarlı adımlarla ilerliyor. Bunun örnekleri çoktur.

Bu bağlamda iki anlamlı örnek bulunuyor. Birincisi, Veliaht Prens çevre ve genel olarak iklime ilişkin büyük vizyonu kapsamında önce "Yeşil Riyad" projesini başlattı, ardından onu "Yeşil Suudi Arabistan" projesine dönüştürdü ve daha sonra da hedefini "Yeşil Ortadoğu"ya yükseltti.

İkinci örnek, Hindistan, Suudi Arabistan ve Avrupa arasındaki "Ekonomik Koridor" projesidir.

Bu, onun yıllar önce yayınlamış olduğu ve ülkesini üç kıta, Asya, Afrika, Avrupa arasında bir bağlantı noktası olarak gören vizyonunun bir tezahürüdür. Bu iki örnek, diğer konularda da ölçü olarak kullanılabilir.

Yüzyılların çatışmalarını ve geçmiş on yılların son derece karmaşık, iç içe geçmiş ve örtüşen çekişmelerini çözmeyi düşünen kişi, bunları aşma gücüne sahip bir gelecek vizyonuna sahip olan kişidir.

Geçen birkaç yılda sahada yaşanan da budur. Ekonomi, isteyerek ya da zorunlu olarak tüm bölge ülkeleri için bir öncelik haline geldi.

Uyum, anlayış ve bir arada yaşamanın çıkarları, tüm taraflar için anlaşmazlık ve çekişmenin sonuçlarından çok daha üstün hale geldi.

Böylece Türkiye ile ilişkiler yeniden canlandı ve İran ile Çin'in sponsorluğunda anlaşma imzalandı. Hindistan’a büyük projelerde yer verildi ve İsrail ile barıştan söz edilir oldu.

İran ile anlaşma yapılmasaydı ne Irak'ta durumu sakinleştirmek, ne Yemen krizini sona erdirmek için yapıcı iletişim kurmak, ne Suriye’yi Arap Birliği'ne döndürmek ne de Lübnan’ın bölgedeki doğal, küçük ve etkisiz statüsüne döndürmek kolay olmazdı.

Ekonomik öncelikler, ticari çıkarlar ve uluslararası ortaklıklar belirlenmeden, bölgenin "yeni Avrupa" olmasından bahsedilmeden barıştan söz edilemezdi.

İsrail ile gerçek bir barışın geliştirilmesi için Suudi Arabistan'ın İsrail ve ABD'den talepleri açıklanmıştır ve meşrudur. Bütün taraflarca gayet iyi anlaşılabilir taleplerdir.

Bölgenin ve dünyanın çehresini değiştiren yeni Suudi Arabistan'ın artık kimsenin ciddiyetini ve nüfuzunu test etmesine ihtiyacı yok.

Bu, herkes için artık açık ve net. Suudi Arabistan büyük hedeflere ulaşmak için oluşturulabilecek tüm uzlaşılara hazır.

Ancak bunun karşılığında tüm tarafların açıklanmış ve meşru taleplerine yanıt vermesi gerekiyor, çünkü topal bir barış gelecekte devam edemez.

Filistinlilerin talepleri Suudi Arabistan’ın talepleri kapsamına giriyor ve daha önce Suudi Arabistan'ın sunduğu ve Arap ülkeleri tarafından onaylanan "Arap Girişimi"nin bir parçası.

Suudi Arabistan ile barış, onlarca yıldır Arap-İsrail çatışması olarak bilinen şeyin gerçek sonudur. Suudi Arabistan, öz gücüyle, Arap ve bölgesel ittifaklarıyla ve muazzam İslami etkisiyle bu sonu çizebilecek kapasitededir.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin geçtiğimiz günlerde Amerikan Fox News kanalına verdiği röportajda söylediği gibi, bu gerçekleşirse "Soğuk Savaş'tan bu yana en büyük tarihi anlaşma" olacak.

Sonuçta her şeyin bir bedeli vardır, barışın bir bedeli vardır, çatışmaların ve savaşların da bedelleri vardır. Bağlayıcı anlaşmalar barışın bir parçasıdır ve barış zordur ancak sonuçları iyidir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU