ABD: Başkanın ve halkın gözünde gelecek

Bu, Başkan Biden'ın gelecekle ilgili konuşmasının ülkesi ve halkı adına pragmatik bir propagandanın ötesine geçmediği anlamına mı geliyor?

Fotoğraf: Susan Walsh/AP

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), politikalarına katılsak da yönelimlerine katılmasak da dünyayı ve insanlarını meşgul etmeye devam ediyor. Muhtemelen uzun bir süre daha buna devam edecek.

Bunun kaynağında, ABD'nin bilge adamı ve Başkan Carter döneminde ulusal güvenlik danışmanı olan Zbigniew Brzezinski'nin, evrensel olarak kabul edilen anlamda ve yapıda bir ülkeyi büyük yapan faktörler olarak tanımladığı yetenekler yatıyor.

Bu yetenekler şunlardır; ekonomik güç, vatandaşlar arasındaki sosyal uyumun boyutu, belirli ve açık ulusal hedefler üzerinde fikir birliği ve buluşma, son olarak da silahlı kuvvetler ve gücü.

Bu bağlamda dünya, terazinin kantarı olarak görülen, o olmasaydı dünyanın dengesinin bozulacağı ve belki de onunla birlikte yaşamın pek çok yönünün de doğru olmadığı ABD'nin geleceğini öngörmekle ilgileniyor.

Geçen birkaç gün içinde ABD, gelecek günlerine ilişkin biri hükümet biri halka ait iki tür özel okumaya tanık oldu.

Her ikisi de şu ya da bu şekilde uluslararası düzeyde birçok önemli sahneyi belirleyen eğilimleri yansıtıyordu.

ABD Başkanı Joe Biden 19 Eylül Salı günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda bir konuşma yaptı ve konuşmasının "köşe taşını" ABD'nin iç işlerinden ziyade dış ilişkilerinin oluşturduğu açıkça görünüyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Beyaz Saray'ın Efendisi, Ukrayna'da devam eden savaşın yükünü yalnızca Rusya'nın üzerine yıktı ve küresel barış ve güvenliğin karşısında duranın Rusya olduğunu belirtti.

Biden kadife eldivenlere sarılı olmayan demir gibi bir dille konuştu.

Washington'un, şurada veya burada birkaç turunu kazansa bile Putin'in savaşı kazanmamasını sağlama konusunda kararlı olduğuna dikkat çekti.

Amerikan Başkanı, ülkesinin ve arkasında şüphesiz Avrupa ve NATO'nun, kendi deyimiyle Ukrayna'ya yapılan saldırının hesapsız kalmasına izin vermemeye kararlı olduğunu belirtti.

Bilhassa savaşı takip edenlere, Avrupa'nın Kiev'e verdiği desteğin azalmış gibi göründüğü bir zamanda bu sözler bizi, ABD'nin şiddetli savaşa yönelik sonraki adımlarını sorgulamaya itiyor.

Avrupa'nın desteğinin azalmasının son örneği, özellikle Rusların tarihsel olarak en büyük düşmanı ve Ukrayna'nın en yakın komşusu olan Polonya'nın tutumu ve gelecekte Zelenskiy'e yardım sunma konusundaki isteksizliğiydi.

Bu isteksiz tutum, savaş alanında ve askeri sahnede Avrupa'nın tutumunda temel değişikliklere işaret ediyor.

Biden, Rusya'yı nükleer silahların yayılması anlaşmalarından vazgeçmekle suçlayarak kınamaktan ve azarlamaktan kaçınmadı.

Bu, ABD'nin geleceğinin, yeniden uzlaşma dönemlerine geri dönüşü beklemekten ziyade, geçmişe, Soğuk Savaş dönemine dönüşle bağlantılı olabileceği anlamına geliyor.

Biden'a göre ABD'nin geleceği askerî açıdan nasıl Rusya Federasyonu'na bağlıysa, aynı zamanda öncelikle ekonomik, ardından siyasi olarak da Çin'e bağlı.

Çin ile ABD arasındaki ilişkilerin askeri yönüne gelince, Konfüçyüs'ün torunlarına yakışan bir sakinlik ve ihtiyatla da olsa çatışmanın gelmekte olduğuna şüphe yok.

Tüm Amerikan çevreleri, Çin'in, G20 Zirvesi'nin sonuçlarını ve özellikle de Hindistan'ı Arap Körfezi'ne, ardından Akdeniz sularına ve oradan da Avrupa'ya bağlayacak yeni yolu anlamaya ve açıklamaya çalışmakla son derece meşgul olduğunun farkında.

Çinliler bu sahneyi kaçınılmaz olarak, Çin'i dünyaya bağlamak amacıyla İpek Yolu'nun yıkıntıları üzerinde yükselen uluslararası projeleri, "Kuşak ve Yol İnisiyatifi"ni kuşatma olarak görüyorlar.

Biden'ın Çinlilere verdiği gelecek mesajı, Amerikalıların Pekin ile rekabetin çatışmaya dönüşmesini istemedikleri ve ABD'nin dünyanın geri kalanıyla olan ortaklıklarının mutlaka herhangi bir ülkeyi hedef almadığı şeklindeydi.

Çinliler Biden'ın sözlerine inanmalı mı, yoksa milattan önce Sparta ile Atina arasındaki "Thucydides Tuzağı"nda olduğu gibi mevcut ve gelecekteki güçler arasındaki çatışmaların kaçınılmazlığının farkındalar mı?

Cevap ne olursa olsun Biden ileriye dönük daha güvenli, daha müreffeh, daha eşit, kurdun ve kuzunun birlikte çabaladığı bir dünya arayışında olan ütopik bir ABD imajı sunmaya çalıştı.

Biden'ın söylediklerine dünya çapında pek çok insan ve dikkat çekici bir şekilde Amerikalıların kendisi inanmıyor olabilir. Bu da bizi ABD'nin geleceğine dair halkının öngörülerine bakmaya itiyor.

Birkaç gün önce ABD'nin en önemli merkezlerinden biri olan Washington'daki Pew Araştırma Enstitüsü, Amerikalıların ülkelerinin geleceğine dair görüşlerine ilişkin kamuoyu araştırmasının sonuçlarını yayımladı.

Araştırma farklı köken, yaş ve parti üyesi Amerikalılardan oluşan bir örneklemin eğilimlerini içeriyordu.

Araştırmanın incelediği konular arasında Amerikalıların, imparatorluklarının dünyanın geri kalanıyla uyum sağlama becerisine ilişkin görüşleri de vardı.

Sonuçlar Başkan Biden'ı hayal kırıklığına uğratan türdendi, zira Amerikalıların yüzde 41'i bu konuda karamsar olduklarını belirttiler.

Dünyanın ABD'nin siyasi sınıflarından ya da ekonomik ve askerî açıdan dünyanın geri kalanına yansımaları olan pragmatik tektonik düzenlemelerinden memnun olduğunu düşünmediklerini söylediler.

Bu, Başkan Biden'ın gelecekle ilgili konuşmasının ülkesi ve halkı adına pragmatik bir propagandanın ötesine geçmediği anlamına mı geliyor?
 


ABD'nin birçok uluslararası güçle, özellikle de Asyalı güçlerle arasındaki anlaşmazlık meselelerinin, Amerikalıların yönelimleri ve görüşleri üzerinde açık bir iz bıraktığı aşikâr.

Dahası her ne kadar iç özellikler ve kilometre taşlarıyla bağlantılı olsa da bunlara bir miktar karamsarlığın damga vurduğu da açık ve netti.

Örneğin, Pew'in yaptığı kamuoyu araştırması, katılımcı Amerikalıların yüzde 63'ünün ülkedeki "ahlaki standartlar" konusunda iyimser olmadığını gösterdi.

Bu bölüm, ahlak ile uygarlıkların tarihi, yükselme ve gerilemeleri açısından geleceğini birbirine bağlayan derinlemesine bir araştırmayı gerektiriyor.

Gevşek liberalizm ilkelerinin okullarda çocukların ruhuna aşılanmasının yanı sıra eşcinsellik, kürtaj ve cinsiyet değişikliği gibi konularda ABD'deki iç tartışmayı gözden geçirmek, ülke içinde hüküm süren karamsarlığın doğruluğunu ve bunun bir zamanlar Kurucu Babaların "tepenin üzerindeki şehrin" bir örneği olarak gördükleri cumhuriyetin geleceği ile ilişkisini anlamak için yeterli.

Pew araştırmasındaki kötümserlik, katılımcıların yüzde 59'unun memnuniyetsizliğini ve hatta standartlarının bozulmasından duydukları endişeyi ifade ettikleri eğitim sürecini de kapsadı.

Bilmeyenler için geçmişte ABD'nin dünyaya her düzeyde liderlik etmesini sağlayan şeyin bilimsel liderlik ve araştırma üstünlüğü olduğunu söyleyelim.

ABD'nin halk olarak gelecekle ilgili en endişe duyduğu nokta ise katılımcıların yaklaşık yüzde 44'ün karamsarlığını ifade ettiği ırk meselesiydi.

Zira özellikle beyaz adamın yakında azınlık haline geleceğine dair korkuları göz önüne alındığında, bu konuda bir patlamanın işaretleri açıkça görülüyor.

Bunları özetleyebilir miyiz?

Evet, ABD bile olsa dünya çapında hiçbir ulusun tek başına bir geleceği yoktur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU