Dün, bugün, yarın; her zaman biz ve bu lanet Batı hakkında

Batı’ya karşı duramayan bir nesneysek, öyleyse neden kendimizi yorup, bir zamanlar olmayan bir şeyin şimdi olacağını varsaymaya zahmet edelim?

İllüstrasyon: Foreign Policy

Birimizin iki göz ve tek dille doğmuş olması, görme ve gözlemin konuşmaya göre öncelikli olduğunu, bir konuşup, iki kere gözlemlememiz ya da bir konuşmadan önce iki kere gözlemlememiz gerektiğini gösteriyor.

Böyle bir değerlendirme bölgemizdeki pek çok kişi arasında pek yaygın değil.

İç savaşlar, milyonlarca mülteci ve aşırı yoksulluk Arap Maşrık (Levant) bölgesini öğütürken, Batı'nın içinde bulunduğu durumu yeren ve sefaletin, kendisinin, bizim ve tüm dünyanın sefaletinin kaynağı olarak yalnızca Batı'yı gören sesler çoğalıyor.

Bunlara göre bizde ise her türlü hakikat, iyilik ve güzellik vardır. Batı bizim topraklarımıza gelinceye kadar tarihimiz parlak kalmıştır.

Kültürümüz o ana kadar eksiksiz ve en saf halde kalmıştır. Siyasi hayatımız adaletsizliği, zulmü ve saldırganlığı tanımamıştır. Bunlar başkaları hakkında duyduğumuz şeylerdir.

Girdiğimiz veya dahil olduğumuz hiçbir çatışmada doğruyu ve hakikati temsil etmeyen taraf olmamışızdır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bugün güçlü bir şekilde ortaya çıkan bu bilinç, uzak geçmişte Zerdüştlüğün kendisini en iyi formüle edici olarak kabul edildiği, iyilik tanrısı ile kötülük tanrısı arasındaki savaş ile ilgili eski mitlerin sıkıcı bir tekrarından başka bir şey değil.

Ama aynı zamanda ilk günah nedeniyle cennetten dünyaya inen insanlıkla ilgili Tevrat’ın yorumundan da bir şeyler içeriyor.

Bu günaha gelince, bizim durumumuzda, her zaman ve her yeri zehirleyen ve zehirlemeye devam eden Batı yılanının bölgemize gelişinden başka bir şey değildir. Ancak bu mitsel bilinci kendi mitselliği öldürüyor.

Zira Batı tüm bu kötülükleri sürekli ve sabit bir süre boyunca yapabilecek kapasitede olduğu sürece, ona direnmenin ve karşı koymanın ne anlamı var?

Herkesin bu gerçeği kabul etmesi ve bu kadere teslim olması daha iyi değil mi?

Ayrıca, eğer biz her zaman özneye dönüşemeyen, her şeye gücü yeten, var olan ve bilgili bir Batı’ya karşı duramayan bir nesneysek, öyleyse neden kendimizi yorup, bir zamanlar olmayan bir şeyin şimdi olacağını varsaymaya zahmet edelim?

Her halükarda, bugün bazıları Batı'da yaşayan ve burada dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan özgürlük fırsatlarına sahip olan gazeteciler, sanatçılar, hizipçi aktivistler ve üniversite profesörleri de bu tür mitler hakkında anlaşılmaz bir şekilde konuşuyorlar.

Bunların arasında, bir kişinin elde etmek için çabalaması gereken en iyi şeyin, Veliyy-i Fakih ve din adamları ​​tarafından yönetilen bir devlette yaşamak olduğuna inanan İslamcılar var.

Bazıları hâlâ üstün saf ırklar ile alt ırkların varlığına inanan milliyetçiler var ve neredeyse hepsi Suriye veya Kuzey Kore'deki mevcut rejimin insanlığın gelişmesi için en verimli toprak olduğu konusunda hemfikirler.

Bu insanların hepsi, elbette, kendilerinin de yüz milyonlarca Avrupalı ​​ve Kuzey Amerikalıya (elbette kurtulanlardan olan Noam Chomsky hariç) karşı aynı iğrenç kategoriye giren ırkçılar olduklarına dair en ufak bir şüphe duymadan "Batı ırkçılığına" karşılar.

Bu Batılılar bu dünyaya sadece onu yok etmek için gelmişlerdir ve bu düşünceyi kanıtlamak için tarih cömertçe ve aşırı bir şekilde kullanılır. Ancak tarihleri seçiciliğinin yanı sıra tamamen tarih dışıdır da.

Tarım devriminin, sanayi devriminin, iş bölümü ve bürokrasinin getirdiği dönüşümler ve yenilikler üzerinde durmadan, Batı'yı, tüm Batı'yı ve tüm aşamalarını nasıl değerlendirebiliriz?

Eleştirmenin Batılı ülkelere yönelik siyasi ve siyasi olmayan pek çok itirazı olabilir. Ancak "düşman", "kafir", "haydut", "yağmacı", "emperyalist" ve "şeytani" gibi sıfatların yalnızca tek bir tarafı, Batı’yı tanımlamak için kullanıldığını gördüğünde akıllar bazı kaygılara kapılıyor.

İlaçların, hastanelerin, asfalt yolların, okulların, gazetelerin, teknolojinin, kadınların durumlarının, ölüm oranlarının, ortalama insan ömrünün ve tabii ki halkların özgürlükleri, azınlıkların koşulları, sığınma ve göç yerleri tarihleri olmadan tarihi nasıl yargılayabiliriz?
 


Tabii ki, Batı'nın bu muhalifleri, özellikle de Batı'da ders verenler arasında, rastlantısal olguları abartmaya çalışan, Batı'nın gelişiyle köleleştirilen kadını özgürleştirenin biz olduğumuz sonucuna varan akademisyenler de buluyoruz.

Bunlara göre ülkelerimizden kaçanlar da bunu yalnızca Batı emperyalizminden kaçmak için yapıyorlar. Ama bunların beş dili ve bir yarım gözleri var.

Daha da kötüsü, söylediklerini dinleyenlerin, görüş ve gözlem zayıflığı, konuşma akıcılığı ve inandırıcılık bakımından kendilerine benzediğini düşünüyorlar.

Bu şekilde ve bu kişilerin tarihlerinin karikatürize edilmiş bir sonucu olarak, yine Batı'nın amansız bir muhalifi olan Iraklı liderlerden biri şunu yapabildi; İsrail’in Mossad servisini İmam Ali bin Ebu Talib'e suikast düzenlemekle suçlamak.

Burada, bu çılgın forumda, tarih ve medeniyetin dönüşümleri üzerine kafa yoran teorisyenler aramak boşuna olur.

Bunların arasında Spengler, Toynbee, Sorokin ve hatta Huntington yok. Sanayi ve teknolojide elde ettikleri gerçek başarıların kılıcıyla "Batı hegemonyasına" vuran Çinliler ya da Hintler yok.

Bunun yerine derin bir yenilgi ve atalet duygusu, ikiyüzlülük dolu davranışlar, "Batı hegemonyasına" karşı koyma modellerine duyulan hayranlıktan hayat bulan verimli bir intihar potansiyeli içeren bir karışım var.

Ancak ister Bolşevizm, ister Stalinizm, Hitlerizm veya Maoizm olarak adlandırılsın, Batı hegemonyasına karşı koyma modelleri tarihin bir kalıntısı haline geldiğinde, harika bir geleceğe giden yol olarak geriye sadece Humeynicilik kaldı!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU