Maduro'nun sol ile imtihanı: Venezuela gerçekten neoliberal bir yola mı girdi?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro / Fotoğraf: Reuters

Geçen pazartesi günü Henry Parra adında eski bir Venezuela Komünist Partisi (PCV) üyesi, Yüksek Mahkemeye (TSJ) başvurarak parti yönetimine kayyum atanmasını talep etti. 

"Venezuela Komünist Partisi'ni kurtarmak" için bir kampanya başlattığını söyleyen bu kişi, partinin mevcut ulusal liderliğini de "yasadışı" olarak nitelendirdi.

2022'deki kongrenin dışlayıcı olduğunu, kongreye sadece azınlık bir grubun katıldığını iddia etti.

PCV yönetimi Yüksek Mahkemeye başvuruda bulunan bu kişinin 10 yıldır parti üyesi olmadığını söylüyor.

Parti zaten şubat ayından bu yana Maduro yönetiminin Yüksek Mahkeme eliyle Komünist Parti'ye el koyma hazırlığında olduğunu duyuruyordu.

10 Temmuz'da yeni bir açıklama yapan Komünist Parti genel sekreteri Óscar Figuera, partiye yönelik son saldırının arkasında Nicolás Maduro'nun bulunduğunu ve PCV'yi siyasi olarak diskalifiye etmeye yönelik devam eden bir girişim olduğunu vurguladı. 

Óscar Figuera, 10 Temmuz Pazartesi günü partiye müdahale talep etmek üzere TSJ'ye giden kişilerin PCV üyesi olmadığını, aksine bazılarının iktidardaki Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi'yle (PSUV) ilişkisi bulunduğunu söyledi. 

Yüksek Mahkeme'ye bunların PCV'yle ilişkisi olmayan bir grup paralı asker olduğunu yineliyoruz. Dolayısıyla parti ya da Venezüella Komünist Partisi üyeleri adına TSJ nezdinde dava açmak için hiçbir yasal dayanakları yoktur.


PCV genel sekreteri, partinin emperyalizmle hesaplaşma konusundaki tutarlı pozisyonuna sadık kalacağını ve aynı zamanda "Maduro'nun neoliberal politikalarına" karşı koyacaklarını söyledi.

Komünist Parti ve genel olarak sosyalistler Maduro yönetiminin, 2018'den bu yana uluslararası piyasaya eklemlenme çabası içinde Chávez döneminde elde edilmiş kazanımları ortadan kaldırdığını ifade ediyor.

Bunların içinde işçilerin ücretlerinin baskı altına alınması ve toplu sözleşme haklarının ortadan kaldırılması da var. 

Maduro'nun sosyalistlere yönelik uygulamaları ile iki taraf arasındaki ideolojik kırılma aynı dönme denk geldi. 

2018'de ABD destekli sağın ayaklanma başlatmasıyla sol, tüm soru işaretlerine rağmen Maduro yönetimini destekleme kararı almıştı.

Fakat Maduro'nun hükümet programının soldan giderek uzaklaşması 2020 seçimlerinde solun ayrı bir cephe kurmasına sebep olmuştu. 

Maduro yönetimi bu arada sendikal hareketi ve emekçilerin taleplerini bastırma politikasını ileriye götürdü. Bazı sendikacılar ve sol militanlar sahte suçlamalarla hapsedildiler. 

Tam o günlerde Yüksek Mahkeme sağcı Acción Democrática (AD), Primero Justicia (PJ) ve Voluntad Popular (VP) adlı siyasi partilerin yönetimlerine kayyum atadıktan sonra sosyalistleri de incelemeye aldı.

Mahkeme tanınmış bir sosyalist lider olan Rafael Uzcategui'nin Patria Para Todos'una (PPT) ve Tupamaro olarak tanınan harekete karşı da benzer adımlar attı.

Aynen bugün PCV'ye karşı gerçekleşen başvuruda olduğu gibi bu partilere yönelik müdahale talebinde bulunan kişiler de iktidardaki PSUV üyesiydi.

Hatta Tupamaro yönetiminin görevden alınmasını ve grubun liderliğinin geçici olarak kendisine verilmesini talep eden Benavides Rondón, o sırada PSUV'un yedek milletvekili listesinde kayıtlı bir kişiydi. 

Yüksek Mahkeme diğer sağcı partilere yaptığı gibi bu iki sol partinin "üyelerine karşı" yöneticilerinin yetkilerini askıya aldı ve kendi atadığı yöneticilerin bu partilerin "seçim kartını, logosunu, sembollerini, amblemlerini, renklerini ve diğer tüm konseptlerini kullanmalarına" izin verdi.

Tupamaro'ya yönelik mahkeme kararı, genel sekreteri José Pinto'nun bir cinayete karışmakla suçlanarak tutuklanmasının ardından geldi. 

Rafael Uzcategui hakkında ise daha tuhaf bir iddia ortaya atıldı. 

Başkentteki Libertador ilçesinin kadın belediye başkanı Erica Farias, bir tivitle Rafael Uzcategui'nin bir fuhuş merkezinde yakalandığını duyurdu.

Olayın aslı, parti merkezinin yanında bulunan bir pansiyonda yaşayan kadınlara polisin kötü davranışına müdahale eden PPT lideri Uzcategui'nin gözaltına alınmasıydı.

Olayla ilgili herhangi bir fuhuş soruşturması yoktu. Ama iktidar yanlısı basın ısrarla Uzcategui'nin fuhuş merkezinde yakalandığı propagandasını yapıyordu. 

Bu durum azınlıktaki bazı Chavez yanlısı örgütlerin 6 Aralık 2020'de yapılması planlanan parlamento seçimlerinde, iktidar partisi PSUV'a destek vermeyecekleri açıklamalarına bir yanıt gibi göründü.

9 sol partinin katıldığı "Devrimci Halkçı Alternatif" adlı sol cephenin üç ana gücü; Venezuela Komünist Partisi (PCV), Patria Para Todos (PPT) ve Tupamaro'ydu.

Aynı seçimlerde, bazı yerlerdeki adaylarına seçimden birkaç gün önce siyasi yasak getirilen Komünist Partiye de bugün kayyum atanması gündeme geliyor.

PCV, Venezuela siyasetinde etkili bir aktör olmamasına karşın ülkenin en eski siyasi partisi.

1930'lardan bu yana sol hareketlere beşik olmuş. Ayrıca ülkede Soğuk Savaş döneminden bugüne ayakta kalmış tek sol yapı. 

Daha da önemlisi 1997 yılında "Comandante" Chávez'in başkan adaylığını ilk destekleyen yapı da PCV'ydi.  

PCV'nin Chávez'i desteklediği sırada henüz "Beşinci Cumhuriyet Hareketi" bile mevcut değildi.

Chávez daha "Bolivarcı Devrimci Hareket-200. Yıl" (MBR-200) lideriydi. 

Bu önemli bir ayrıntı çünkü PCV ile Chávez arasındaki salt bir seçim ittifakı değildi.

Chávez, Komünist Parti ile ortak bir programda anlaşmıştı ve o döneme kadar milliyetçi bir asker olarak tanınıyordu. 

Chávez'e sosyalist lider vasfını kazandıran programın arkasında PCV gibi sol yapılar vardı.

Hatta 2002'de Chávez'i darbeyle indirdiklerinde Karakas'taki başkanlık sarayını işgal eden Washington cuntasını kovalayan 1 milyon Venezuelalıyı sokağa döken de onlardı. 

Bu ortaklık, 2007'de Chávez'in Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi PSUV'u kurmasına kadar sorunsuz sürdü. Chávez, PSUV'un kuruluşuna PCV'yi özellikle katmak istiyordu.

Ayrı bir Komünist Parti'sinin inşa etmekte olduğu Bolivarcı Ulusal Birliğe zarar vereceğini söylüyordu.

Genel olarak sol kesimler de aynı fikirdeydi. Büyük politik baskıya rağmen PCV kendisini feshetmedi ve varlığını sürdürdü. 

Bu noktada PSUV'a katılan diğer sol yapılardan farklı olarak PCV'nin, anti emperyalist ve anti neoliberal program temelli ilkesel duruşunu koruduğu görülüyor.

Çünkü o dönemde Chávez, petrol gelirleri sayesinde sadece halkı ve sol kesimleri değil ABD yanlısı muhalif cepheyi bile manipüle edecek ekonomik araçlara sahipti. 

Sorun, temelde Venezuela'daki petrol rantına dayanan ekonomik yapıdan kaynaklanıyordu.

Kapitalizmin bu yasak meyvesi geçici bir süre halka refah sağlasa da uzun vadede Venezuela'yı uluslararası pazara ve rant burjuvazisine bağlıyordu. 

Venezuela sosyalistleri, krizi ve ekonomik ablukayı -tam da Samir Amin'in tarif ettiği biçimde- emperyalizmle ve burjuvaziyle bağların koparılması için bir fırsat olarak görüyordu. 

Bu noktada sol, Chávez'in "Sosyalist Komünler" ve "Golpe de Timon"(ani rota değişikliği) politikalarını savunuyordu. 

Giderek daha fazla petrol rantına sarılan ve yabancı petrol firmalarıyla ortaklık kuran Maduro ise bu politikalardan uzaklaşıyordu.

Düşük maaşlar, kamu harcamalarının azaltılması ve özelleştirme girişimleri, Maduro'nun kapitalist politikalarını özetliyordu.

Maduro ile solun arasındaki köprülerin yıkıldığı 2020'den bu yana zengin semtlerde bolluk göze çarpıyor. Zira ithal ürünlerden vergi kaldırıldı ve yabancı şirketlere vergi muafiyeti getirildi.

Chávez'in Bolivarcı devriminin en temel politikası olan petrol yasalarına aykırı biçimde bazı şirketlerin yapısında çoğunluk hisseleri yabancıların eline geçti. Özel ekonomik bölgeler kuruldu ve denetim ortadan kalktı. 

Hiperenflasyon ortamında gerçekleşen dolarizasyon, hükümetin de boyun eğmesiyle artık tüm sektörlerde egemen.

Bu durum kapitalistler, bürokrasi ve spekülatörlerden oluşan bir oligarşik yapıyı ortaya çıkardı. Gerçek para, bu bir avuç azınlığın elindeyken milyonlarca insan ayda 30 dolar ile yaşamaya çalışıyor. 

Bu noktada Maduro'nun ekonomi politikalarının bir zorunluluğun sonucu mu olduğu yoksa solun iddia ettiği gibi neoliberal bir yola mı girdiği sorusu gündeme getiriyor.

Hükümet dövize yönelik kısıtlamaların kaldırılması kararını, enflasyonu azaltmak ve ticari faaliyetlerde artışı teşvik etmek için acil bir önlem olarak açıklıyor.

Döviz işlemlerini kolaylaştırmak ve sermaye yatırımlarını teşvik etmek için döviz piyasasının yeniden düzenlenmesini neoliberal bir hamle olarak tanımlamak pek gerçekçi görünmüyor.

Zira bu politika ekonomik büyüme koşullarında hane halkı harcamasını artırma hedefiyle uyumludur.

Hükümet böylece çeşitli kesimlerin elindeki özel tasarrufların ulusal ekonomiye katılmasını sağladı.

Denetimlerin kalkmasıyla kontrol parametrelerini ayarlayarak ticaret, üretim ve yatırımı teşvik etmek neoliberalizm olarak nitelendirilemez. 

Burada esas parametre, büyüme artarken nüfusun refahına yönelik gelir artırıcı politikanın olup olmamasıdır. Ki bu süreçte bir refah artışı gözlenmektedir.

Ayrıca kamu hizmetlerine yönelik sübvansiyonlar devam etmekte ve CLAP gibi devasa bir gıda programı sürmektedir. 

Ücretler baskı altına alınsa da Maduro halen Chávez'den miras "Misiones" sistemini sürdürüyor ve bu sayede halen halka konut dağıtımı, gıda, sağlık, eğitim gibi sosyal politikalara devam edilebiliyor. 

Diğer yandan her ne kadar yaygın kurumsal bir yolsuzlukla sakatlanmış da olsa devlet bürokrasisinin ekonomi üzerindeki egemenliği neoliberalizmle çelişiyor.

Maduro, devletin ekonomik kalkınma üzerindeki yönlendirici rolünü - sosyal ve ekonomik denge mekanizmaları açısından servetin yeniden dağıtım araçlarını korumaya yönelik Chavezci politikayı- sürdürüyor. 

Bu şartlarda Maduro'nun yönetiminde Bolivarcı rejimin neoliberal bir yola girdiğini iddia etmek mümkün değil. 

Ayrıca Maduro'nun ve Bolivarcı rejime bağlı bürokrasinin halen ABD'nin hedefinde olduğu gerçeğinin de değişmediğini göz önünde tutmak gerekir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU