Erdoğan ile beş sene daha: Dış politika

Batu Coşkun Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Seçim sonuçlarının neticelenmesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan alışılagelmişin dışında bir tebrik telefonu trafiği ile karşılaştı.

2018 Genel Seçimleri sonrasında yaşananlardan farklı olarak Batılı liderler de Erdoğan'ı seçim başarısından dolayı tebrik etti.

Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tebrik içerikli Türkçe bir mesajı Twitter hesabı üzerinden paylaştı.

ABD Başkanı, Erdoğan'ı arayarak tebriklerini iletti ve iki ülke arasında çözülmeyi bekleyen F-16 meselesine değindi.

Yüksek AB yöneticileri Erdoğan'ı kutlayarak Türkiye ile ortaklığın devam etmesi yönünde irade belirtti. 


Batı dünyasında beklentililerin dışında olumlu karşılanan Erdoğan zaferinin artık Erdoğan'ın statükolaşması - ve tabiri caizse daha tahmin edilebilir bir aktöre dönüşmesiyle doğrudan alakalı olduğunu düşünüyorum.

Nitekim Türkiye ve Batı arasında değerler bazlı gelişen dinç bir ilişkiden ziyade transaksiyonel bir ilişki artık her iki taraf için de daha tercih edilebilir hale gelmiş gözüküyor.

Muhalefet adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun da seçim çaresizliği içerisinde zenofobiye evirilen söyleminin ve kampanyasının açıkça AB ile varılan göç mutabakatına saldırmasının da bu konuyla ilgili olduğunu söylemek mümkün.  

Batılı liderler böylece Türkiye'de değişimden ziyade statükonun korunmasının önemini Erdoğan'a tebrikleri şeklinde yinelemiş gözüküyorlar.

Yeni Erdoğan dönemine yapılan bu olumlu girizgâh Türkiye ve Batı arasında yaşanacak kademeli bir ilişki yumuşamasının başlangıcı olma ihtimalini beraberinde getiriyor. 

Nitekim, Türkiye'nin dış politikası geçtiğimiz iki sene içerisinde hızlı bir rasyonelleşme paradigmasına evirildi.

Bölgedeki gelişmelerden ayrı okuyamayacağımız şekilde Türkiye, Arap Baharı sonrası dış politika dönemine sağlam bir şekilde giriş yaptı.

İdeoloji eksenli çatışmaların yaşandığı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve İsrail ile kapsamlı bir normalleşme gerçekleşti.

Hatta bunun da ötesinde Abu Dabi ve Riyad ile önceki dönemde rafa kaldırılan stratejik eksenli ve çok yönlü ilişkiler hızlı bir şekilde ilerliyor.

Seçimin hemen ertesinde karşılıklı olarak yürürlüğe giren BAE-Türkiye Kapsamlı Ortaklık Anlaşması bunun en sarih örneklerinden. 


Arap Körfezi ile gelişen kapsamlı ilişkiler Erdoğan'ın önümüzdeki 5 sene içerisinde de ana dış politika gündemlerinden biri olacak.

Türkiye ile Katar arasında zaten halihazırda güvenlik sektörünü de yakından ilgilendiren kapsamlı bir ortaklık mevcut.

Ek olarak BAE'nin geçen sene Bayraktar üretimi TB2 İHA'larından satın alması güçlü olan Ankara-Abu Dabi ekonomik ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştı.

Önümüzdeki bu dönemde Suudi Arabistan'ın da benzer bir satın alım yapmasını bekleyebiliriz. 


Türkiye'nin askeri-sanayi kompleksi Suudi Arabistan'ın toplumsal ve ekonomik dönüşümünü niteleyen 2030 Vizyonu ile uyum içerisinde olma potansiyeline sahip.

Esasında Körfez'de ABD güvenlik şemsiyesinden ziyade daha otonom bir güvenlik modeline olan ilgi Türkiye'nin savunma sanayisi için büyük bir fırsatı beraberinde getiriyor.

Ortak üretim, uzun vadeli tedarik anlaşmaları ve teknik eğitim gibi meseleler Doha, Riyad ve Abu Dabi ile önümüzdeki beş sene içerisinde gündem maddesi olabilir. 


Erdoğan'ın bir tür "miras" projesi olarak irdelediği Kanal İstanbul girişimi için de Körfez destekli bir finansman talep ettiği uzun süredir bir spekülasyon konusu.

Kanal İstanbul'un hayata geçirilmeye başlandığı bir senaryoda da Arap Körfezi, Türkiye'de stratejik önemi olan bir girişime büyük ihtimalle ortak olacaktır. 


Körfez'e ek olarak da Erdoğan'ın Ortadoğu gündemi bu dönemde Kahire ve Şam ile normalleşen ilişkiler ekseninde gelişecek.

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin Erdoğan'ı arayarak tebrik etmesi ve büyükelçilerin karşılıklı atanmasına dair bir iradenin ortaya konması Mısır ile olan sürecin nihayetlenme arifesinde olduğunu gösteriyor. 

Beşşar Esad rejimi ile gerçekleştirilecek olan normalleşme adımları haliyle daha çetin bir süreç sonrasında nihayetlenebilir.

ABD'nin de Esad rejimini tekrardan uluslararası kamuoyuna kabul ettirme girişimlerine temelden karşı olmasıyla beraber bu meseleyi diğer normalleşme adımlarından farklı değerlendirmek gerekiyor.

Ankara Esad ile olan ilişkisine temkinli yaklaşacak ve muhtemelen ABD'den gelebilecek olası tepkilere karşı Esad ile gelişecek olan süreci bölgesel formatlarda yürütmek isteyecektir. 

Bu dahilde Arap başkentlerinin halihazırda Moskova üzerinden yürütülen arabuluculuk faaliyetlerine eklenmesi bu beş senelik dönemde beklenebilir.

Arap Dünyası, Körfez ve Türkiye'nin ortaklaşa olarak Esad ile angaje olduğu bir format ABD için kabul etmesi daha kolay bir senaryo olabilir. 


Erdoğan'ın bölge ülkeleriyle geliştirdiği ilişki rehabilitasyon döneminin doğal bir uzantısı da ABD ve AB ile olan ilişkiler.

Bu beş senelik dönem Batı ile asgari zeminde ilerleyen ilişkilere tekrardan can vermek için önemli bir fırsata dönüşebilir.

Karşılıklı taahhütlerin yerine gelmesiyle hem Ankara'yı hem de Washington ve Brüksel'i tatmin edecek gelişmelerin yaşanması bir önceki döneme göre daha muhtemel gözüküyor.

Bu gelişmeler doğal olarak Türkiye'de iç politika yapımına yönelik bazı hususların iyileştirilmesi ve iyi yönetişim uygulamalarına dönüş ile mümkün olacaktır.

Dış politikada yaşanan rasyonelleşme bu tarz bir iç politik tasarımın habercisi olabilir. 

Batı ile ilişkilerin geliştiği bir dönemde Erdoğan'ın Ukrayna savaşında arabuluculuk iddiası kuvvetlenecektir.

Erdoğan'ın siyasi kariyerinde son yıllarına girdiği bu "miras" döneminde prestiji yüksek bir arabuluculuk zaferi en önemli dış politika hamlesi olarak ortaya çıkabilir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU