Başkan Trump ve "adaletin siyasileştirilmesi"

Artık bilindik bir hararetli çatışma bağlamında yer alan bu tarihi an, pek çok tartışmaya yol açacak ve sonuçları tarihe bırakılacaktır

Fotoğraf: Reuters

Hiç kimse hukukun üstünde değildir.


Bu, haklı ve kabul edilmiş bir ilke gibi görünüyor.

Lakin eski ABD Başkanı Trump'a karşı garip ve ilginç bir davada bu ilkenin kullanılması, karşıtı olan fikri, "adaletin siyasileştirilmesini" gündeme getirdi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Tüm dünyayı ve insanları meşgul eden yaklaşan başkanlık seçimlerinin güçlü adayı Donald Trump, iki gün sonra, bir porno oyuncusuna sessiz kalması karşılığında para vermek suçlamasıyla New York mahkemesinin huzuruna çıkacak.

Trump, Amerikan siyaset sahnesine dolayısıyla uluslararası siyaset sahnesine çıktığından beri, tüm eylem ve açıklamalarıyla tartışma yaratıyor.

Bu, yalnızca Trump'ın siyasi tarihi için değil, aynı zamanda ABD'nin tarihi, demokrasisi, ilkeleri ve uluslararası itibarı için de belirleyici bir an.

Siyasi yönelimler öncelikle fikirlere bağlı olduğundan, ABD'nin iki büyük partisi arasındaki çekişme, Obama vizyonuna bağlı Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında bu garip dava ile doruğa ulaştıktan sonra görünür hale geldi.

Bu davada çekişen iki fikir, Demokratların "Hiç kimse hukukun üstünde değildir" fikri ile Cumhuriyetçilerin "adaletin siyasileştirilmesi" fikri.

Her iki fikir de doğru, ancak siyasi amaçlar için kullanılıyorlar.

Dünyadaki demokrasi hiyerarşisinin en tepesinde yaşanan siyasi mücadelelerde ilke ve fikirlerin nasıl kullanılabileceğine dair gelişmeleri izlemekte fayda var.


ABD içinde veya dışında Başkan Biden'ın destekçileri veya muhaliflerinden hiç kimse onun ABD için en iyi başkan olduğuna veya Beyaz Saray'daki performansının büyük ve tarihi olduğuna inanmıyor.

O, hataları ve güçsüzlüğü medya tarafından her fırsatta, pek çok alaycı yorum ve imalarla haber yapılan bir başkan.

ABD ve uluslararası düzeyde tehlikeli politikalar benimsedi ve kararlar aldı. Afganistan'dan kaçışı ve onu Taliban Hareketi'ne teslim etmeyi andıran ani geri çekilme, dünyada diğer herkesten önce ABD'nin Batılı müttefiklerini hayrete düşüren bir şeydi.

Rusya-Ukrayna savaşına yönelik böylesine büyük bir siyasi keskinlik, savaşın benzeri görülmemiş iki noktaya doğru itilmesi, yani dünya düzeninin kendisini tehdit etmek, nükleer silah kullanımı tehdidinde en yakın noktaya ulaşmak, tüm bunlar onun kararlarının sonucu.

Bunlara bir de müttefiklere yönelik mantıksız baskı eşlik etti ki bu da dünyanın birçok ülkesini ABD'nin uluslararası alternatiflerini aramaya sevk etti.

Bu eğilimlerin önümüzdeki günleri etkileyecek yerel ve uluslararası yansımaları bulunuyor.


Şahsen ve ABD'deki bir fenomen olarak Trump ise her fırsatta Demokrat muhalifleri, Başkan Biden, yönetimi ve Biden'ı destekleyen ya da ona karşı tarafsız kalan tüm kurum ve kuruluşlar hakkında konuştu.

Trump, ABD halkını etkileyen tüm dengelere oynamayı iyi biliyor ve destekçilerine hitap etmekte, onlara karmaşık olayları kendi tarzı ve üslubuyla açıklamakta çok iyi.

Hâlâ hileli ve sonuçlarıyla oynanmış olduğunda ısrar ettiği son başkanlık seçimlerinin sonuçlarına göre, on milyonlarca Amerikalı tarafından güçlü bir şekilde destekleniyor.

İki ABD partisi arasındaki şiddetli ve benzeri görülmemiş çatışma ve Amerikan halkı içindeki tarihi bölünme Trump yüzünden değil, tam tersine Demokrat Parti'de meydana gelen büyük sapmadan ve onun Amerikan halkının alışık olduğundan daha fazla sola yönelmesinden kaynaklanıyor.

Eski Başkan Obama'nın 8 yıllık iktidarı, bu yönelimlere Başkan Trump'ın şahsında cisim bulan mantıklı, tarihi bir yanıt üretmek için yeterliydi.

Etki-tepki ve kim kimi etkiledi tartışmasına girmeden, Trump'ın sahneye çıktığında ABD'nin dünyadaki tarihiyle daha tutarlı olan politika ve kararlarından daha ziyade kişisel üslubuyla ve açıklamalarıyla hem içeride hem de uluslararası alanda büyük bir yankı uyandırdığını belirtelim.

Bölgemiz açısından ABD'ye kimin başkan olacağı bizi ilgilendirmez, bu Amerikan halkının, kurumlarının ve dengelerinin kendi tercihi, fakat dünyanın en güçlü ülkesi olarak ABD ile ilişkilerle ilgileniyoruz.

Obama'nın iki başkanlık dönemi ile şimdi Biden döneminde Amerikan yönelimlerinde yaşanan siyasi değişiklikler, bölgede ve dünyada birçok ülkeyi, yaşanan gerçekliğe hizmet edecek ve geleceğe dönük emellerini gerçekleştirecek biçimde uluslararası ittifaklar ve siyasi dengeler kurmayı yeniden düşünmeye sevk etti ve öyle de oldu.


Mevcut ABD yönetiminin tüm dünya ülkelerini Rusya-Ukrayna savaşından yana ya da aleyhte bir tercih yapmaya zorlama girişimi istenilen başarıyı sağlamadı.

Bu, ABD'nin birçok müttefikini ondan uzak yollar ve çözümler aramaya iten siyasi bir bahisti, çünkü yersiz siyasi aşırılık, destek kazandırmaktan çok güvenilirliği kaybettirir.

Dünya yıllardır Çin'in ekonomik gücünün ve dolayısıyla siyasi gücünün muazzam yükselişini izliyor.

Çin-Rusya yakınlaşmasının, Çin Devlet Başkanı'nın geçtiğimiz günlerde Moskova'ya yaptığı ziyaretin ardından görülmemiş bir boyuta ulaştığını görüyor.

ABD'nin dünyayı içine ittiği böylesine çılgınca bir uluslararası çatışmada ve uluslararası sisteme yönelik benzeri görülmemiş ciddi tehditlerin ışığında, Rusya Devlet Başkanı Putin'in, ülkesinin ABD ve Batı'yı Moskova'ya yönelik "varoluşsal tehditlerin kaynağı" olarak sunan yeni bir dış politika stratejisini benimsediğini, ülkesinin yeni bir dünya düzeni kurmaya çalıştığını açıklaması doğaldı.

Yeni bir dünya düzeni arayışı hikayesi, son on yılların tehlikeli ve benzeri görülmemiş bir hikayesi ve daha önce önerilmiş olsa da bu düzeyde bir inanırlılığa ve imkana sahip değildi.

Bunun nedeni de, yalnızca Rusya ve Çin'in ayrı veya birleşik gücü değil, bu daha ziyade, Amerikan stratejisinde, dünyaya bakışında ve ülkeleriyle ilişkilerinde meydana gelen büyük değişikliklerle bağlantılı.

Politikalarında aşırıya kaçması, müttefiklerini ondan uzaklaştırıyor ve ABD'nin güvenilirliğini, taahhütlerini yerine getirme, müttefiklerin çıkarlarını gerçekleştirme, koruma ve himaye etme becerisini sorgulamalarına yol açıyor.
 


Başa dönersek, ABD'de "Hiç kimse hukukun üstünde değildir" ile "adaletin siyasileştirilmesi" ilkeleri arasındaki çatışma, ayrıntıları konusunda tartışma yaratıyor.

İlkeler üzerinde fikir birliği olsa da, sorunları ortaya çıkaran onları yorumlama ve uygulama yolları. Zira şeytan ayrıntılarda gizlidir.


"Hiç kimse hukukun üstünde değildir" ifadesi adil bir ilke ve üzerinde uzlaşılmış bir konu gibi görünüyor.

Ancak ABD'nin eski bir başkanı olarak Trump'a karşı hem de garip ve ilginç bir davada kullanılması, gerek Amerikan vatandaşlarının gerekse dünyanın dört bir yanındaki birçok gözlemcinin karşıtı olan "adaletin siyasileştirildiği" fikrine kapılmasına neden oldu.

Dünyanın en güçlü demokrasilerinde bile, insanlar, bireyler, akımlar ve partiler arasındaki şiddetli çatışmaların, "adalet"i, kurumlarını, ilke ve sistem olarak mutlak değerini sorgulatan usullerle rakipleri saf dışı bırakmak, itibarlarını zedelemek için küçük ve garip yollar aramaya itebileceği izlenimini uyandırdı.

Adalet, kurumları ve mutlak değeri, bilhassa ABD'deki siyasi partiler arasındaki ve eski başkan Trump'ın şahsına yönelik bu şiddetli çekişmenin gelişimi bağlamına yerleştirildiğinde, sorgulamalara maruz kalıyor.

Son söz; artık bilindik bir hararetli çatışma bağlamında yer alan bu tarihi an, pek çok tartışmaya yol açacak ve sonuçları tarihe bırakılacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU