14 Mayıs seçimlerine giderken

Dr. Gökhan Çınkara Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Uzun bir aradan sonra yeniden ve yenilenmiş bir halde Independent Türkçe okurlarıyla buluşmanın mutluluğunu yaşıyorum. 

Yazılarıma bir süre ara verdim. Bu süreçte hem dinlenmek fırsatını belki de daha önemlisi dinleme olanaklarını keşfettim.

Şimdi asıl konumuza dönebiliriz: 14 Mayıs seçimleri.

Çarşıda, sokakta ve spor salonlarında her türlü kamuya açık mekânda herkesin tek bir gündemi olduğu görülüyor: 14 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri.

Bu seçim öncekilerden farklı olarak muhalefet ve iktidar bloklarının yani Cumhur ve Millet ittifaklarının farklı siyasi aktörlerle konsolidasyonunu ve sıkı cepheleşmesini bize gösteriyor.

Başat siyasi aktörler (Erdoğan ve Kılıçdaroğlu) seçimin yüzde 50+1 ile kazanılacağının farkında olarak oy havuzlarını olabildiğince doldurmanın aciliyetinin farkındalar.

Seçimi kazanmak en önemli ve tek hedef. 

Siyasetin temel motivasyonu da iktidarı ele geçirmek ve iktidarda kalmak olarak özetlenebilir. 

Erdoğan 20 yılın ardından siyasi mirasını seçim kaybetmemiş, seçimlerle en uzun süre iktidarda kalmış lider olarak kapatabilir. 

Kılıçdaroğlu ise siyasi pozisyonun farkında olarak yüklendiği kültürel kimliğin sınırlarını aşmış, ayrıca kendi siyasi geleneğinin zaman zaman hasmı olan aktörlerle ortaklaşarak iktidarı elde edebilmiş lider olarak Türk siyasi tarihinde yerini alabilir.

Kılıçdaroğlu ve Erdoğan cephesinden bakıldığında pratik siyasette kurucu pozisyonda olabilmenin son seçimi olabilir bu seçimler.

Türkiye'de seçim dönemleri siyasi kutuplaşmanın en yoğun yaşandığı dönemlerdir.

Çünkü liderler seçmenlerinin aidiyet duygularını diri tutmak isterler.

Bu seçimde ise farklı siyasi kamplardan partilerin ve liderlerin iki cephede de yarışına şahit olacağız.

Bu seçimler bu açıdan ideolojik bölünmeleri anlamlı kılacak politik ayrışmaları ihtiva etmiyor.

Peki, bu seçimde seçmenleri yönlendirecek temel dinamik veya motivasyon ne olacak? 

Bence bunun cevabı psikolojide bulunabilir.

Bu seçimler ekonomik, bürokratik, jeopolitik ve toplumsal problemlerin teknik başlıklarda ele alınacağı bir siyasi ortam yaratmaktan uzak görülüyor.

Halihazırda seçmenin ekseriyeti de partilerin programlarında neler yazdıkları ile çok ilgilenmediği anlaşılıyor. 

Bu sebeple seçimde geleceğe dair umudun yeşertilmesi ve mevcut durumdan daha iyiye gidileceğine dair psikolojik durumun güçlenmesi gerekiyor.

Bu ise liderlerin problemli gördükleri alanları rakamlarla ve projelerle ortadan kaldıracaklarını gösteren siyasi mesajlarla olması zor görülüyor.

Liderlerin liderliklerini gösterecekleri radikal kararlar, beklenilmeyen girişimler ve daha da önemlisi olumlu algıları pekiştiren yeni yüzleri öne çıkarmalarıyla mümkün. 

Çoğumuz mevcut koşullarımızdan hoşnut olmadığımızda yeni iş ortamları, sosyal çevre veya arkadaş arayışı içerisinde oluruz.

Belki bu yeni sandığımız durum eskisiyle mukayese edildiğinde ideal olmasa da en azından yeni bir denklem içerisinde olma hissi verir.

Bu da kontrolün yine bizim elimizde olduğu duygusudur. İktidar elimizde mesajıdır bir nevi.

Liderlerin makro iktidar arzusu kadar bireylerin mikro iktidar umudunu yeşertmeleri o derece önemli. 


Seçim stratejilerinde seçmenleri pasif alıcı olarak görmek ve onu sürekli mobilize etmek baskın bir desen olarak görülüyor.

Halbuki zaman değişti ve onunla birlikte toplumsal ilişkiler de dönüşüyor.

Geçmişin toplumsal dinamiklerine uygun siyaset biraz kürsü siyasetini çağırıyordu.

Şimdi ise kürsüler ve miting alanları eskisi kadar seçmenler için cazip gelmiyor. Anlık tepkiler ve etkileşimler daha çok takip edilir oluyor.

Halihazırda çoğu siyasetçi önemli açıklamalarını kürsülere geçerek değil sosyal medya hesaplarından duyurmak suretiyle yapıyor. 

Bu sebeple liderlerin ve onların etrafında kümelenen partilerin seçmenlerin algılarına eğilmeleri önemli. 

Umut vermek bu seçimde kritik demiştim. Bu duygu toplumsal sektörlerin birbirinden farklılaşan ama ulusal üst siyasete çok da değmeyen gündelik ihtiyaçlarına ulaşımla alakalı bir konu. 

Günümüzün Türkiye'sinde büyük anlatılar eski çekiciliğini yitirmişe benziyor.

Türkiye'de birçok gelişmiş ülke gibi bireyselliğin arttığı ve yaşamanın niteliğinin ve niceliğinin artırılmasına yönelik arayışların esas politik gündem olmasını isteyen seçmenlerle dolu.

Belki bu seçmenler siyasetin esas söyleminin merkezinde oturmasa da gün geçtikçe talepleri ve hoşnutsuzlukları yaygınlık kazanıyor.


Türkiye dinamik bir topluma sahip. Siyasette yarışan aktörlerin bu dinamik toplumun değişen taleplerine yanıt üretmeleri mevcut koşullarda güç görülüyor.

Bu da Türkiye'nin ortalamasının bir süre aktörel ve kurumsal bazda siyaseten temsil edilememesi sorununu ortaya çıkarabiliyor.

Seçmenler kendi rasyonaliteleri açısından ikinci iyiyi elbet seçecekler.

Fakat zihinlerindeki Türkiye ve duyumsadıkları yaşam için bir süre daha beklemeleri gerekebilir. 

Bu seçim arzular, korkular ve umutlar için bir yanıt üretmekten ziyade, çelişkilerin ve çözümlerin farklı bir siyasi denkleme ötelendiği süreci imliyor. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU