Türk solundan Güneş-Dil Teorisi'nin yeni sürümü ve uygarlık tarihi

Dr. Şadi Özdemir Independent Türkçe için yazdı

Sevgili arkadaşımız, Demokrasi Platformu'nun değerli üyesi İsmail Asil'in tarihsel planda ele alıp bize sunduğu "Malta Sürgünleri" ile ilgili güzel yazısını okuyunca ülkemiz yakın tarihinde çokça rastladığımız travmalardan, hatta gelgitlerden biri olan "Güneş-Dil Teorisi" ile ilgili bir okumam üzerine yazmak istedim.

Kuşkusuz o tarihlerde çokça yazılıp, üzerinde konuşulan konulardan biri idi. Bu tarihsel kesit, o zamanın cumhuriyetin kurucu kadrolarının; başta M. K. Atatürk olmak üzere, zihin dünyasını yansıtması bakımından ilginçtir. İzleri günümüzde hala yaşamakta, belki de tayin edici paradigmanın önemli bir unsuru olmaktadır.

Nitekim bu konunun yeni versiyonunu önce bir internet sitesinde, sonra elime geçen bir kitaptan da okudum. Siteyi Kaan, İlknur Arslanoğlu, Arif Yavuz Aksoy üçlüsü hazırlayıp tartışıyorlar. Kitap; "Eleştirel Bakışla Güneş-Dil Kuramı ve İlk Güneş-Dil Sözlüğü" adıyla (İthaki Yayınları 2018) çıkmış.
 

 

Daha önceki yıllarda da İsmail Beşikçi, "Türk Tarih Tezi 'Güneş-Dil Teorisi' ve Kürd Sorunu" adlı bir kitap yazmıştı.

Türk Tarih Tezi Güneş - Dil Teorisi ve Kürd Sorunu.jpg

 

Bu kitap bana, yine 70'li yıllarda okuduğum Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın 'Tarih Tezi' ile ilgili yazılarını çağrıştırdı. Yeniden göz attım.

Uygarlık tarihi açısından irdeleyip yazmak istedim. Epeyce tereddüt ettim. Güncel olup hayli ilgi çeken, politik ve magazinsel çokça konu varken bunları yazsam ne yazar? Tüm cesaretimi toplayıp başladım işte.


19'uncu yüzyıl Osmanlı döneminde başlayan Türkçülük akımı, I. ve II. Meşruti meclisler döneminde emekleyerek, 2. yüzyıl cumhuriyet döneminde ayağa kalkmış ULUSLAŞMA süreçleri olarak tarihsel yerini almıştı. Bu süreçlerdeki gelişmeleri şimdilik ele almayacağım.

Ulus-devlet yaratılacaktı. Ama öncelikle dil meselesi halledilmeliydi. Türk dilinin tarihsel kökeni bulunabilirse Türklüğün de tarihi bilinebilirdi.

1930'de Atatürk bu konuları araştırıp çalışmaları için etrafındaki okur-yazarlara emir verir. Çalışmalar sürerken 1935 de Viyana'dan henüz basılmamış bir kitap gelir. Yazarı Dr. Phil. H. F. Kvergic olan "Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili" adlı 40 sayfalık bir çalışmadır.
 

 

Bu çalışma önce ciddiye alınmayıp bir tarafa atılır. Ancak kurnaz yazar Atatürk'ün, dilin Osmanlıcadan arıtılması konusundaki ısrarlı çalışmalarının çıkmaza girdiğini, yeni kelimelerin anlaşılamaz olmak şöyle dursun gülünç duruma düştüğünü anladığını görür.

Atatürk'e bir şekilde ulaşır. Muhtemelen satar. Atatürk okuduğunda bu kitap üzerine çalışılmasını ister. Yakup Kadri'ye göre Vedat Nedim Tör ulaştırmış. Yağdanlıklar zaten çıkmazda olan Kurultay çalışmalarının bir kurtarıcısı olarak bu çalışmayı yeniden ısıtıp dört elle sarılırlar.
 

 

Kitabın adı "Ağ"dan gelir. Teoriye göre; ilk bebekler gibi, ilk insanlar da önce bu sesi çıkarmışlardır. Nedeni de Güneş'e baktıklarında korku, hayret, şaşkınlık ifade eden ve Kızılderililerin çıkardığı "Agh" sesi gibi ses. Bu da zaten Türkçedeki "Ağ", yani "Ak" yani "Güneş" demektir.

O halde bu TEZİN, ya da teorinin adı GÜNEŞ-DİL olmalıdır. Buna benzer birçok kelime vardır ve hepsi de Türkçe kökenlidir. 

Yazılan metinler, Osmanlıca (Farsça ve Arapça ağırlıklı) kelimelerin yerine Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Afet İnan ve Naim Dilmen gibi hocalar Radloff'dan anlamı buluyor, zorlama ile diğer Türkçe lehçelerinden benzerini yerleştiriyor, sonra ertesi gün kendi yazdıklarını da anlamıyorlardı gibi anlatıyor.

F. Rıfkı Atay "Çankaya" 1 adlı kitabında. Yunus Nadi'nin ifadeleri dönemi çok iyi özetler mahiyettedir:

Gazi gayet tılsımlı bir anahtar buldu. Öyle bir anahtar ki en yabancı bildiğimiz kelimeler dahi Türkçe oluveriyor.


Çünkü yine Atay, Atatürk'ün kendisine; "Dili bir çıkmaza saplamışızdır. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır. Ben de işi başkalarına bırakamam. Çıkmazdan biz kurtaracağız" dediğini yazıyor.

Kendi başlattığı bu arılaşma, sadeleşme hareketinin günün kraldan çok kralcılarının ne hale getirdiğinin farkındadır artık.

Bilindiği gibi Atatürk'ün kendisi de bir "Geometri, matematik terimleri" kitapçığı yazar.


Yine bilindiği gibi dil üzerinde modern zamanlarda çok önemli tezlerden birisi de Chomsky'nin "Universal Grammer" çalışmalarıdır. 2

Bu da o zaman kadar Batı biliminin Saussurean yapısalcı ve davranışçı (Behivyorean) dil kabullenmelerini parçaladı. Biyoloji ve fizyolojiye dönüş öne çıktı, böylelikle dilde evrimci görüş yerleşti.

"Descartes doğrultusunda, dillerin yalnızca yüzeysel yapıda birbirlerinden ayrıldıklarını öne süren Chomsky, dile getirilen düşüncelerin evrenselliğini, insan beyninde süreç içinde rastlantısal olarak oluşan bir MODÜL/işlemci aracılığı ile işlendiğini " savunmuştur. 2


1930'lu yıllarda Avrupalı dilbilimciler dillerin aileler şeklinde (İndu- Avrupean, Ural-Altay Asyatik, Kafkasian, Japhetic diller ki bu Hz. Nuh'un oğlu Yasef ilhamı ile isimlendirilmiş) sınıflandırmışlardı.

Bu dönemde Nazi Almanya'sının rüzgarları esmekte idi. Irk farklılıklarına yoğunlaşma eğilimi politik idi. Diğer yandan da Sovyet ve Marksist araştırmacılar; (Marr, Nikitin,  Spirkin) Dilbilimin dil aileleri kuramını reddediyor, dillerin ortak kökenini savunuyor, dillerin gelişmesini ortak yaşama ve çalışmaya bağlıyorlardı.


Yeni bir ulus yaratmanın ikinci halkası ise tarihtir doğallıkla.  "Archeology Under Diktatorship" (Diktatörlükler Altında Arkeolojia) adlı ansiklopedik kapsamlı bir kitabın 3 Atatürk ile ilgili bölümünde Güneş-Dil Teorisi ve bununla ilgili tarih tezlerine alt yapı oluşturan arkeolojik çalışmalara yer verilir.

Yazar Wendy M. K. Shaw bölüm başlığı "Whose Hittites, and why? Languge, Archeology and Quest for  the Original Turks" (Orijinal Türkler için dil, arkeoloji ve araştırma) olan kısımda Ankara'nın nasıl bir ırksal arkeolojik çalışmalara (1933) giriştiğini ve orta Anadolu'da yaşayan Hitit/Eti uygarlığının nasılda İndo-Avrupa kavimleri ile ilişkili değil, Türk olduğunun ispatının amaçlandığını ayrıntılarıyla yazıyor.

Türkler Anadolu'ya 1071 den sonra değil, daha önce kavimler göçü ile Orta Asya'dan gelip buralarda uygarlık kurdukları öne sürülmeliydi.

Bu amaçla yeni bir tarih yazımı ile ilgili ardı ardına Kongreler düzenlendi. Türklerin Orta Asya'dan kopup Avrupa, Ertrüsk'ler,  Anadolu, Mezopotamya uygarlıklarını kurdukları açıktı.

Raphel Pompelly'nin 1903 deki Aşkabad buluntuları Çin, Mezopotamya ve Hindistan'da bulunanlardan daha eskiydi. Göçlerle böylece Aryan kavimlerle İlk (proto) Türklerin 9 bin yıllık bağı da kuruluyordu.

Peki, Moğolların İ.S. 6'ncı yüzyılda tanımladıkları Türk tarihi geçmişi arasındaki bu açık nasıl kapanacaktı?

Hititleri Türk yaparak sıralar Türk'ten çok Türkçü olan Ermeni Agop Martayan (soyadı kanunu ile MARTAYAN, DİLAÇAR olacaktır) dilin Orta Asya kökenini ileri sürerek Sümer'in Türkçe ile İndo-Avrupa dilleri arasındaki kayıp halka olduğunu da bulmuş oldu.

Marr'ın (Nikolay Yakovleviç Marr, 1934 de vefat, Kafkas dilleri üzerinde çalışmalarıyla ünlü Gürcü asıllı Rus dil bilimci) çalışmalarına dayanarak tabi.

Hint-Avrupa kültüründe çok önem arz eden GÜNEŞ'i de hesaba katarsak Hititlerin ünlü "Güneş Kursu" Türkiye'nin sembolü olur.

Ahmet Cevat Emre 'Hatıralarında' 5, "Teori, kongrelerde Batılı Türkologların eleştirileriyle karşılaştıkça, Atatürk'ün bizim profesörlere güveni sarsıldı ve aldatıldığını kabul etme noktasına geldiğini…" anlatır.


Nasıl güveni sarsılmasın ki? Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Genel Sekreteri Dr. Reşit Galip, "Türk Irk ve Medeniyet Tarihine Umumi bir Bakış" adlı konferans konuşmasında bakın neler diyor (İsmail Beşikçi, "Birinci Türk Tarih Kongresi.162-193 den aktarıyor): 

O zamana kadar Sami ve Yerli olduğu sanılan Mezopotamya medeniyeti, yerli sayılması imkansız ve çok daha kadim, sami olmayan bir ırkın malıdır. Bu ırk ve bu medeniyet orta Asya'dan gelmiştir. Bu medeniyetin Mümtaz mümessilleri olan Sümer'ler, bazı muasır yabancı müelliflerin, şimdi çok tekrar etmek istemedikleri bir istihlak ile Turanlı, bizim daha doğru tarihimizle 'Türk' ırkındandırlar. 'Hızını alamayarak'… Golvalıların bir kolu olduğu söylenen ve İtalya'nın en eski kavimlerinden biri olan Ombriyerler Etrüsk'lere Turkus derlerdi…


Etiler'le ilgili olarak da şunları demektedir;

…şimdi sona bıraktığımız Eti'lere, öz yurdumuz Anadolu'nun medeni simasını yükselten, ilk büyük medeniyetini ve ilk büyük İmparatorluğunu kuran haşmetli atalarımıza ve onları takiben garbi Anadolu merkezlerinde devletler kuranlarımıza geliyorum.

Şimdiye kadar yapılmış olan ilmi araştırmalar Etilerin Türk ırkına ait müşterek antropolojik vasıflar taşıdıklarını meydana çıkarmıştır… Fakat Etilerin kıyafetlerindeki en karakteristik şey burnu yukarı bükülmüş kunduralarıdır. Bu bir kar kundurasıdır.

Kadeş'de kullanılmış olması Eti'lerin şimalde soğuk mıntıkalardan geldiklerini gösterir. Bunlara benzer kunduraları, Türkler, Mısır ve Suriye yerlileri arasına ithal ettiler ki, bu, Türk fatihlerinin, şimali menşeini şaşmaz bir surette gösterir


Okuyucu tahmin edecektir ki; Mısır ve Fenike, Fin ve Bask, Kelt ve Kuzey kavimleri, Ege, Girit, Roma için de yarattıkları uygarlıkların özünün Türk olduğu çokça yazıldı ve söylendi.

Bu türden kanıtlar ileri sürerek. Konferans konuşmaları mutlaka "Büyük Reis, Hakikatin şanlı Timsali M. Kemal'i" tazimler ve şükranlarla selamlayarak, İhsan Şerif Bey, Semih Rifat Bey, Prof. Yusuf Ziya Bey, Prof. Aziz Bey, İsmail Hakkı Bey, Prof. Sadri Maksudi Bey, Dr. Orhan Sadrettin Bey, Afet İnan gibiler tüm konuşmaları şiddetli alkışlarla, tarafsızlık, kesin sonuçsuzluk, şüphecilik, ezeli ve ebedi gerçekliğin olmayışı gibi kriterlerden yoksun, bilim dışı yaklaşımlarla gerçekliği tek bir şahısın temsil edebileceği kabullenilerek sonlandırıyorlardı. 


Dil hakkında şunu diyebiliriz belki;

Dil, kurullarca oluşturulacak bir araç değildir, yaşayan, teknoloji ve insan düşüncesindeki gelişmeler sürdükçe yenilenen, ihtiyaç; konuşuldukça ortaya çıkan uyumlu kelimelerden oluşan bir organizmadır.

Yıkıldıkça yeniden yapılan, kendiliğinden süren bir yapı. Doğallıkla tarih ile ve başka kültürlerle ilişkili, al-ver süreçleridir. Tarih/Uygarlık ifadesidir.

Modern anlamda uygarlık; mimari, resim, edebiyat, heykel, fizik, felsefe ve fen gibi estetik ve entelektüel konularda kaydedilen başarıları sağlayan insanların, topluluğun sürmesi için fizik ve sosyal çevre üzerindeki kontrol ve güvenliği sağlama becerileridir. Bu da bazı koşullara bağlıdır.

En başta ekonomik refah; hayatın devam ettirilmesi için gerekli olduğundan fazla miktarda tarımsal, endüstriyel ürünlere sahip olunmalıdır.

Demek ki fizik gereksinmeler sağlandıktan sonra, boş vakit bolluğunda ve güvenlik sağlandığında ancak yaratıcı entelektüel faaliyet gerçekleşebilir.

Ekonomik refahın belli başlı sonuçlarından biri Ticaretin doğuşu ve kültürel alışverişe de yol açmasıdır.

İkincisi sitelerin doğuşudur. Şehirlere yerleşim insanlık tarihinin en göz kamaştırıcı uygarlıklarının kurulmasını sağlamıştır.

Babil, Mısır, Atina, Roma, Paris muhteşem sanat ve yapıları ile göz kamaştırır. Ekonomik faaliyetler kadar ideolojik benimsemeler de önemlidir. Çetin doğa koşulları boş vakit bırakmaz.

Yaşamak için saldırganlaşır. İdeolojik örgütlenme ona avantaj sağlar ancak yüksek bir uygarlık derecesi sağlayamaz.

Büyük uygarlıklar ve kentler ılıman iklimlerde doğmuştur. Ticaret yolları NEHİR BOYLARINDA gelişir. Kentler buralarda kurulur. Çin'de Sarı Nehir, Hint'de İndus, Mezopotamya'da Fırat ve Dicle, Mısır'da Nil.

Doğal kaynaklar; demir, kömür, orman, tarımsal toprak. Bunların yararlı hale gelebilmesi için teknoloji gerekir. Bakır M.Ö. 3500 yıllarında biliniyordu ancak kullanılabildiğinde zenginlik ve refah kaynağı olabildi.

Aynı şey, toprağın işlenmesi, malların taşınması için gemi ve yapımı için orman, ağaç kesimi için demirden balta, demir için kömür için de söylenebilir.

İkincil önemde olan üretim teknolojisi, mal ve hizmet yaratabilme yeteneklerinin bir kısmı o coğrafik koşullarda, bir kısmı da diğer kültürlerden miras ve geçiş yolu ile oluşur.

Nihayet insanın liderlik, örgütlenme ve kent yaşamıyla iş bölümü ekonomik ve uygarlık ilerlemesinde elbette önemli bir faktör olmuştur.

Tarihsel olarak bütün bunları biliyoruz da nasıl oluyor da uygarlık merkezleri zamanla yer değiştiriyorlar, önemli DEVRİMSEL gelişmeler oluyor.

Paleolitik devirde taş balta, boynuz, ehil hayvan, kaldıraç sistemi bulundu. Av kolaylaştı. Tohum ve tarımsal Devrim Neolitik Devri başlattı.

Asya stepleri, kuzey Avrupa, Güney Akdeniz'in verimli alanları 10 yıl bin önceki Buzul çağının sona ermesi ile çöl ve vaha haline geldiği bilinir.

İşte bu koşullar göç ve insan saldırılarını da birlikte getirmiştir. İnsan hareketliliği yeni uygarlıkların doğmasına, eski uygarlıkların da yıkılmasına neden olduğu arkeolojik ve antropolojik araştırmalar sonucu bilinmektedir.

M.Ö. 3000 yılı ile M.Ö. 1600 yıllarındaki Bakır Devri insanlık tarihinin en önemli ilerleme dönemleri olmuştur. Büyük Sahra, Akdeniz, Hindikuş Dağları, Elbruz, Balkanlar, Kafkas bölgeleri ürün alınamayan yıllarda yedek besin biriktirebilen alanlar olmuştur.

Tekerleğin icadı ve kullanılması Sümer'de M.Ö. 3000 yıllarında olmuşken, Hindistan'da 2500, Girit'de 2000, Mısır'da 1600, Çin ve İsveç'Te 1000; Aynı dönemdeki Maya ve İnca da ise hiçbir zaman olmamıştır.

Gemi Çarkı ve Yelkenin kullanımı M.Ö. 1000. yılların sonuna doğru olmuştur. İşte bu buluş uygarlık ve Ticaretin artık Akdeniz'e geçmesine neden olmuş.

Girit ve Helen uygarlığı, Minos Kültürü (GİRİT) Mezopotamya uygarlığını devam ettirmiş, en yüksek düzeye getirmiştir. 5 

Ekonomik faaliyet, kentleşme, üretim fazlalığı, coğrafya ve iklim değişiklikleri bu geçişmelere neden olurken, bütün bunların diğer bir fonksiyonu SALDIRGANLIK VE TALAN ne tür bir rol oynadı insan uygarlık serüveninde?


Dr. Hikmet Kıvılcımlı 'Tarih Tezi' 6 adıyla yayımladığı eserinde ki bu çalışmanın değeri yaşadığımız topraklarda yeterince anlaşılamamıştır.

Dr. Kıvılcımlı, tarihi ikiye ayırır:

  1. Antik Çağ
  2. Modern Çağ.

Antik çağ yazısız, modern çağ ise yazılı tarihtir. Kıvılcımlı işte iki çağ arasındaki GEÇİŞ kanunlarını araştırmıştır. Tam olarak konumuzla ilgili kısımda üstat bu geçişi BARBAR akımlarının sağladığını, bu ZOR'un birçok çağları yıkıp yeni çağlar açtığını söyler.

Buradaki BARBAR sözcüğü Yunanca, YABANCI anlamındadır. Bizim tarihimizde yanlış bir şekilde BARBAROS'a kızıl sakal denilmiş. Kıvılcımlı ise SOKRATES'e atfen buradaki barbarların zengin ve güçlü bir uygarlığı simgelediği ve tarihteki HELEN'i yıkan Persleri (FARS) kasteder.

Yine Amerikalı Morgan'a dayanarak iki "SOSYAL ÇAĞ; VAHŞET ve BARBARLIK dönemi olduğunu yazar.

Diyalektik materyalist tarih anlayışı, insan toplumunun son tahlilde ÜRETİCİ GÜÇLER ile hareket ettiğini göstermiştir. (a.g.e.s.46)


Bu üretici güçler;

  1. TEKNİK: Doğaya karşı alet, cihazlar ve metotlar.
  2. COĞRAFYA: Maddi ortam, iklim, doğa.
  3. MANEVİ ORTAM: Gelenek, görenek kalıntıları.
  4. İNSAN GÜCÜ: Kolektif aksiyon, zor (güç)

Antik Çağda bu 4 faktör çok önemli rol oynadığı halde, Modern Çağda Esas dinamik teknik olmuştur.

Teknik Antik Çağda geri olduğu için az etkili olmasına rağmen diğer üretici güçler süreç içinde değişim yönünde zaferler kazanabilmiş, modern Tarihin ortaya çıkmasında başlatıcı güç olmuş, DEVRİMLER yaratmıştır.

Barbar yığınlarının içinden bir SOSYAL DEVRİM imkansızdır. Ancak eskimiş ilişkileri kökünden söküp atma dinamiği sayesinde TARİHSEL DEVRİM yaratır.

Yani "Tarihsel devrim medeniyetlerin sonu değil, birçok uygarlığın sonu, doğacak bir uygarlığın da başlangıcı olur" (a.g.e. s.51).


Tarihsel Devrimi yapan bu BARBARLAR;

İçinden çıktıkları Kent (Cite) maddi üretici güçlere, tarım ve iş bölümüne sahip olduğu ölçüde eski üretim münasebetleri içindeki diğer toplumları yıkıp, teknik dışındaki diğer 3 faktörü taşıdığı oranda karşısındaki eski medeniyeti yenebilmişlerdir.

Modern çağlarda ise TEKNİK faktörü ağır basar ve artık 'SOSYAL DEVRİM'ler yaratacak kesin darbeyi vuracaktır.

VAHŞİ toplumlardan BARBAR toplumlara geçiş Toprağın mülkiyetindeki kolektiflikten TEFECİ BEZİRGANLIĞA geçişi ancak sağlayabilmiş, Modern toplumlardaki üretici güçlerin sınıflar arasındaki paylaşımı henüz sağlanamamıştır.

Bu sağlandığında ise sosyal Devrimler artık kaçınılmazdır. NEOLİTİK İNSAN BARBARLIK ÇAĞININ(50.000 yıl sürer), PALEOLİTİK İNSAN İSE VAHŞET ÇAĞININ (500 bin yıl sürer) unsurudur.

Vahşet çağında insan, kendisinden daha güçlü olmasına rağmen, örneğin Afrika'dan kuzeye göç eden Homo Sapiens daha akıllı olduğundan NEANDERTAL insanı yeryüzünden silmiştir.

Burada diğer canlı türlerinde olduğu gibi NATUREL SELECTİON, evrim yasaları geçerlidir. Vahşet çağındaki ilkel insan doğadan topladığı hazır ile gelişirken, barbar insan artık ÜRETİME dayanarak yaşamaktadır.

"Vahşi insan, inanılmayacak derecede harika ressam ve heykelcidir. Bu sayede onları hayranlıkla izleyen ve belgeleyen bilim, barbar insanı inceleyerek, Arkeolojik ve Paleontolojik çalışmalar ile tarih öncesini ortaya çıkardığı gibi, yazılı buluntularla da TARİH-MODERN TARİH'i keşfetti" (a.g.e.s.131)


Doktor, modern tarih öncesi ve bu tarihin gelişim ve değişim yasaları ile ilgilidir.

Bütün bunlara niçin değiniyorum? Bilimsel dünya görüş ve ışığında dil ve tarihe baktığımızda insanlık yaşam serüveninin bir yıkım ve yeniden doğuş ile ilerlediğini görüyoruz.

İklim ve coğrafyanın en müsait olduğu ESKİ DÜNYA'nın, Mısır, Hint ve Ön Asya ile Akdeniz Havzasının UYGARLIĞIN doğduğu alan ve beşiği olduğunda bilim hemfikirdir.

O halde bu uygarlıkların kökenini coğrafi ve iklimsel bakımdan koşullarının oluşamayacağı Asya steplerinde aramak, değişmeden günümüze getirmeye çalışmak bir varsayımdan öteye geçemez.

Dil ve tarihte KÖK aramak yapay ULUS yaratmanın beyhude gayretleridir. ULUS, insanlık tarihinin, toplumsal gelişim ve devrimlerinin ancak bir SAFHASI/EVRESİ olabilir.

İçinde bulunduğumuz coğrafya, (Mezopotamya, Verimli Hilal ve Anatolia'yı kastediyorum) gerçekten de modern anlamda UYGARLIĞIN BAŞLADIĞI alandır.

Bu coğrafyada yaşayan kavimler, Sümer, Akad, Med, Asur gibi kadim insanlığın kültürel ve fizik devamı OTOKTON halklardır.

Tarihi materyalizmin ışığında Kıvılcımlı'nın ortaya koyduğu tespitlere göre geri toplumların bu uygarlık seviyesindeki yerleşiklere BASKIN ROL (DOMİNANT) de olması beklenilemez.

Bu ve benzer coğrafyadaki bu günkü yaşayan halkların da dil/tarih açısından ASİMİLE halklar olduğunu söylemek hayli yanıltıcı olur.


Makalemin başında değindiğim sol kökenli bu arkadaşların, yeni birçok sözcük bulduklarını ileri sürerek eski ve unutulmuş (hayli tahribat bırakarak) 'Güneş-Dil Hipotezi'ni yeniden canlandırma için epeyce de emek sarf ettiklerini gördüm.

Emeklerini hiçlemiyor ve saygı duyuyorum. Ancak bilim gereği hayli kuşku ve endişeliyim doğrusu.

Prof. Kramer'in arkeolojik çalışmaları sonucu yazdığı "TARİH SÜMER'DE BAŞLAR" kitabını bizim Muazzez İlmiye Çığ Türkçeleştirdi.

Onun da kütüphaneci ve çalışkan bir Sümerolog olarak ürettikleri zevkle okunacak eserlerdir.

Onun, Kaynak Yayınları 1996 İstanbul'da yayımladığı "Sümerli Luddingirra; Geçmişe Dönük Bilimkurgu" adlı eserinde Sümerlerin kuzeyden deniz yoluyla büyük bir kuraklık sonu Mezopotamya'ya göç ettiklerini yazar.

Sümerlerin konuştuğu dil BİTİŞİMLİ-eklektik- bir dil idi. Sir H.C. Rawlinson, Türkçenin bitişimli dillerin en gelişmişi olduğundan hareketle bu kavmin Türk olabileceğini ortaya atınca bizimkiler, cumhuriyetin ilk yıllarında buna dört elle sarılmıştı.

Bu tür savlar yani diller ile kavimler arasındaki bağ kurma önermeleri artık terk edildi. Dil kökleri bakımından sınıflandırmalar elbette devam etmekte ,ancak tek bir kök değil köklerden söz edilmekte. Yeniden ısıtılıp speküle edilmesinden endişeliyim doğrusu.

Endişeliyim çünkü ULUSLAŞMA sürecindeki birçok otokton ve yaşayan Halkları da tepkisel olarak yanlış doğrultuda etkileyebileceğinden yine kuşkuluyum.

Örneğin Kürt Dili ve Tarihi konusunda da epeyce yazılıp çizildi.

Faik Bulut, şöyle yazıyor:

"Sümer'lerin Türklerden geldiği iddiasının Türk Tarih Tezi'nin dayanağı yapılması, kuşkusuz ayıplanacak bir durumdur. Ama yine de yapılıyor, bilimsellik düzeyinin düşük olduğu yerlerde görüyoruz; bizim Kürderimiz de yapıyorlar ve Kürdler ile Medlerin aynı olduğunu tekrarlayıp duruyorlar.

Bunu Kürdoloji'nin kurucusu, bilim adamı olmadan önce Rus Çarlığı memuru ve asıl önemlisi dil bilimci olmayan Minorsky bir kez ileri sürdü ve sonra yanlış olduğunu kabul ederek geri aldı; Kürdlerimiz geri almıyorlar.

Bir yanlışı yayıyorlar ve bu ise, benim başka bir saptamamı ön plana getiriyor; Türkoloji'nin bir İngiliz ve Kürdoloji'nin bir Rus keşfi olduğu yolundaki saptamam, bizlere hem Kürdoloji hem de Türkoloji'yi içindeki emperyalist yanlışlık, tahrifat ve abartmalardan temizleme konusunda büyük sorumluluk yüklüyor… 7


Gerçekten de bu konuda yazan ve çalışan Cemşid Bender Kürt ve Kürdistan çalışmalarında nerdeyse bu coğrafyada yaşayan tüm kadim kavimleri Kürd ile ilişkilendirmekle kalmıyor, bu kavimlerin Kürd-Medlerden kök aldığını Ortodoks'ça savunuyor.

Bu saplantısını ezilen ulusların varlık ve masumiyetinin ötesine taşırıyor doğallıkla.

"Korku ve Cesaret; Kürt Tarihine Sataşanlar" isimli çalışmasında kendisini eleştiren Kürd aydınlanmasına da veryansın ediyor.

Kürdistan coğrafyasındaki arkeolojik ve etimolojik çalışmaları bilim gözüyle inceleyen, buradaki halkların dil ve etnik özelliklerini birbirleri ile geçişme ve kaynaşmalarını, bu güne uzanan yer, aşiret, söylence, destan ve yazılı tabletlerin günümüz dillerine çeviri metinlerinden yola çıkarak bize inanılmaz ufuk açan Mehrdad R .Izady adlı Kürd bilim insanı olmuştur.

ABD deki inanılmaz çalışmasını büyük bir alçak gönüllülükle "Bir El Kitabı KÜRTLER" 8 (Temmuz 2021 Doz yayınları /İstanbul) adıyla adlandırıp Türkçeye de kazandırmıştır.

M.Ö. 4000-3000 yılları arasında yaşayan kavimleri, mitolojialarını, yer ve klan adlarını günümüzle ilişkilendiren 450 sayfalık kapsamlı eserinde şöyle yazıyor:

Bugün yaşadıkları ülkenin yerli halkı olan Kürtlerin tarihi hakkında hiçbir 'başlangıç' yoktur. Kütler ve tarihleri binlerce yıllık kesintisiz evrimin, ülkelerine dağınık olarak gelen halkların ve düşüncelerin asimile edilmesinin bir ürünüdür. Kürtler kültürel ve genetik olarak, tarih boyunca gelip Kürdistan'a yerleşmiş tek bir halkın değil, tüm halkların torunlarıdır. Hurri, Guti, Kurti, Kaldi, Mard, Zela, Karduçi ya da Ari Medleri, Sagartyanlar, Mittaniler, Kassitler gibi halklar tek başına Kürdlerin atasını ve onların kültürünü değil, tek bir atayı temsil ederler. (a.g.e say.62).


Etnik Kürd adıyla ilk kez M.Ö.1114-1076 tarihlerinde Asur Kralı 1.Tiglath-Pileser'in zafer silindiri şimdilik bu adın en eski kaynağıdır.

Kral fethettiği Van Gölü civarındaki Dağlarda Kurti adında bir halktan söz eder, Hizan yakınlarındaki Kurtie kasabası ve bölgesinden dostum Metin Aydın söz ettiğinde bu bölgenin tarihsel varlığını İzady'den öğrendim.

Asur tabletlerindeki aynı yer ve ad Azu Dağındaki Kurtie olduğunu öğrenen şanslılardan oldum. Bu yer 1930 da ne yazık ki isim değiştirdi.

Klasik Yunan metinlerinde "Cyrti" olarak adlandırılan bu yer bu gün Kürt'lerin etnik adı oldu.1597 de yazılan "Şerefname-Kürt tarihi" 9 (çev. M.Emin Bozarslan, Ünlü Mem U Zin yazarı) Tarihçi Şerafettin-i Bitlisi'nin de sözünü ettiği bu yer, o yerdir.

Okuyucuya yazılı tarihte ilk Türk isminin "Ogkuz boyu Türk" olarak Orhun anıtlarında geçtiğini ve bunun da M.S.8. yüzyıl biri 732, diğeri 735 yıllarına ait olduğunu hatırlatırım.

M.Ö.500-200 yıllarında yaşayan Hunlar için de Çin kaynakları Türk diyordu. Ancak yazılı bir belge ve bulgu henüz yok.

Göçebe kavimler yazılı kültür yaratamamıştır insanlık serüveninde, ta ki yerleşik topluluklar ve kentler(cyte) oluşup üretim fazlası oluşuncaya kadar.


Kürt aydınlanmacılığının ve politik Kürt hareketinin ortaya çıkması ile Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında başka türlü krizler ortaya çıktı.

Tarihsel kesit olarak buna benzer krizler Güney Afrika'da, ABD' de ve Fransa'da da çıkmıştı.

Güney Afrika'da Apartheid rejimi altında bilinçlenen ve kendi siyahlığının farkına varan siyahlar ayrı örgütlenmeyi reddeden ANC (Afrika Ulusal Kongresi) ye karşı daha da radikalleşen küçük bir öğrenci gurubu Siyah Bilinci Hareketi 1960'larda ANC'nin bastırılması ile 1970'lerde ortaya çıktı.

Siyahlar giderek daha görünür olmaya başlayınca, Beyaz liberal ve solcularda da değişim, giderek daha çok Beyazın beyazlık hallerini fark etmesine yol açtı.

Bu da Apartheid'in sonunu getirmek için onların da harekete geçmesini sağladı. Şiddetli eleştiriler "Bayazlık Çalışmaları"nı hızlandırarak 1980'lerde ABD 'de,1990'larda ise Güney Afrika'da Akademi ve Entelektüel çevrelerde yer bulmaya başladı.

Siyah kadınların patriarkal düzene karşı eylemeleri,aynı zamanda Beyaz kadınlara da yöneldi. Beyazlarda da bu söylem eleştirilere karşı ".. kimi zaman soğukkanlı ve liberal düşüncelerle karşılanırken, kimi zaman da öfkeli, tepkisel ve hınç dolu" söylemlerle karşılandı.

Beyazlar sık sık beyazlıklarından utanmayacaklarını, siyahların da artık çok olduklarını homurdanmaya başladılar.

Güney Afrika'da beyazların azınlık olmaları nedeniyle ABD 'ye nazaran daha çok korku ve savunmayla belirginleşen bir "Bayazlık krizi", beyazların artık duymama ve görmemeyi seçmesini de birlikte getirdi.

Evlerine ve korunaklı mekanlarına kapanan beyazlar bir nevi "Renk Körlüğü" geliştirip karşısındakinin rengini görmediklerini ileri sürerken kendi beyazlıklarını görmemeyi seçerek aslında çok boyutlu bir inkar söylemi ve duyguyu sağlıyorlardı.


Esasında ülkemizde de bir çeşit "Etnik Körlük" çoğu sol çevre ve ulusal paradigma merkezli siyasal ve düşünsel alanda "Türklük krizi"ne dönüşüyor.

Benzer şekilde "Kürtlerin ırkçılık yaptığı, kimlik siyaseti güttüğü, tersten milliyetçi oldukları ve asıl Türklerin mağdur olduğu" çok sık söylenmektedir.

Hele gündeme Güney-batı Kürdistan/Rojava ya da Peşmerge direnişi geldiğinde "politik bağımsızlık ekonomik bağımsızlık anlamına gelmeyecek", "Kürdistan Batı'nın ve ABD 'nin uydusu olur, Garnizon Devlet" söylemeleri ile kimi bu hareketi desteklese dahi birçoğu da karşı çıkıyor.

Tıpkı "Cezayir Bağımsızlık Direnişi"nde olduğu gibi. Fransız entelektüelleri Fransız evrenselciliğini ve aydınlanmacılığını sorgulamaya, bu iddiaların ardındaki güçlü ve derinlere işlemiş bir ırkçılık, sömürgecilik, etno-merkezcilik, Avrupa-merkezcilik olduğunu düşünmeye başladıklarında; bu konuda başı çeken büyük filozof ve aktivist Jean Paul Sartre, Fanon'un kitabına yazdığı ön sözde Fransız okurlarına şöyle sesleniyordu;

Bu kitabı okuma cesareti gösterin, en baş nedeniniz de sizi utandıracağı olmalı; Utanç Marx'ın dediği gibi, devrimci bir duygudur. Biz Avrupalılar da sömürgesizleştiriliyoruz; yani her birimizin içinde var olan sömürgeci kanlı bir operasyonla çıkartılıyor. Cesaretimiz varsa kendimize iyice bir bakalım. Ve ne hale geldiğimizi görelim. Öncelikle şu beklenmedik manzara ile bir yüzleşelim; Hümanizmanın striptizi. İşte çıplaklık, güzel değil. Yalancı bir ideolojiden başka bir şey değil, yağmanın ince aklanması; yapmacık tavırları ve sevgisi, saldırgan eylemlerimize kefil oluyor. 10


Türkiye'de Kürt direnişine karşı gelişen "Türklük Krizi" MHP ve İYİ Parti gibi ırkçı –Milliyetçi siyasi oluşumları körüklediği gibi AK Parti gibi "Müslümanlık Sözleşmesi" ile sözleşilen siyasal İslam gibi tarihi kökleri İslam coğrafyasında ve imparatorluk konseptinde gizli bileşkeleri hortlatmakta.

Sol Kemalist ya da etkisindeki sosyalist-balon/bilim çevrelerini de hareketlendirmekte...

Yeni Güneş-Dil çalışmaları ile post-modern tüm diller, böylece etnisiteler aynı kökten olduğu sözleşilmekte.

ABD'de beyazların büyük bir bölümünün daha da katılaşması, Tom Morrison "Seçimlerde Siyahların Yükselişinden büyük bir panik içinde beyazların, üstünlük duygularını ve imtiyazlarını kaybetmemek için açıkça ırkçı olan ve kampanya sürdüren Donald Trump gibi birini seçmek gibi her türlü kötülüğü yapmaya hazır olduklarını" (2016 a.g.e.) yazarken, aklıma önümüzdeki 2023 Türkiye seçimleri gelmiyor değil.

Savaş ve göçmen politikalarının etki ve tepkiyi, her türlü ilkel duyguları -ekonomik ve sosyal çözümsüzlükler yanında- kışkırtıyor ne yazık ki.  

 

 

Kaynakça;

1. Çankaya, F.R.Atay,Dünya Yay.Ankara Cilt.2,s.452
2. Evulationary Emergence of Language. Chris K.,Studert M., Hurford J.H.,Cambridge     University Press,2000,s.2
3.Haz.Michael L.Galaty,Charles Watkinson,Cluwer Academic/plenum Publishers,2004
4.İsmail Beşikçi,Türk Tarih Tezi Kürd Sorunu, İBV Yayınları s.46
5.Uygarlık Tarihi, Shepard B.Clough, çev. Nihal Önol,Varlık Yayınevi Ankara 1965 s.65
6. Dr.Hikmet Kıvılcımlı Tarih Tezi , Tarih ve Devrim Yayınevi 1974, Ankara s.45
7. Faik Bulut, Kürt Dilinin Tarihçesi,Berfin Yayınları,2002,İstanbul s.78
8. Mehrdad R.İzady,KÜRTLER,Bir El Kitabı,Doz yayınları Temmuz 2001 4. Basım.,İstanbul s.77
9. Şerefname Kürt Tarihi Şerefhan Bitlisi Nubihar Yayın İstanbul Farsçadan çev. 488 sayfa 2 cilt
10. Türklük Sözleşmesi ,oluşumu,işleyişi ve krizi,Barış Ünlü,Dipnot Yay., Ankara,s.70

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU