Salgın hastalıklarla mücadelede mevzuatımız yeterli değildir

Doç. Dr. Seydi Kaymaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

I. Genel olarak

Kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak yanında kamunun sağlığını korumak da devletin temel görevlerindedir.

Bu bağlamda, özellikle salgın hastalıklarla mücadele etmek büyük önem taşımaktadır.

Ne var ki, salgın hastalıklarla mücadele konusunda mevzuatımız yeterli değildir.  

Sağlığın korunmasına ilişkin en temel kanun 1930 tarihli 1593 sayılı Umumi  Hıfzıssıha Kanunu’dur.

Zaman içinde bu kanunda değişiklikler yapılmakla birlikte, kanun, günümüz ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır.

Bazı hukukçular tarafından, salgın hastalıklarla mücadele için alınan tedbirlere aykırı davrananların Türk Ceza Kanunu (TCK)’nun 195'nci maddesi hükümlerine göre cezalandırılmaları gerektiği ileri sürülmektedir.

Bu görüşe karşı çıkan hukukçular da mevcuttur. Basına yansıyan haberlerden, koronavirüs isimli salgın hastalığın önlenmesi için alınan tedbirlere uymayanlara, değişik bölgelerde değişik yaptırımların uygulandığı görülmektedir.

Bu da, salgın hastalıklarla mücadele bakımından mevzuatımızın sorunlu olduğunu göstermektedir.

Bu yazıda, özellikle, salgın hastalıklarla mücadele kapsamında alınan tedbirlere uymayan kişilerin fiillerinin suç veya kabahat teşkil edip etmediği etmekte ise hangi suç veya kabahati oluşturduğu, konuyla ilgili uygulanma ihtimali olan ve günümüzde halen uygulanmakta olan kanun maddeleri incelenerek tespit edilmeye çalışılacaktır.


II. Fiilin TCK’nın 195. maddesinde düzenlenen suçu oluşturup oluşturmadığı

TCK’nın 195/1. maddesine göre,

Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.


Maddenin açık ifadesinden de anlaşılacağı üzere bu suçun oluşabilmesi için;

a) Belirli bir kişi veya kişilerin bulaşıcı hastalıklardan birine yakalandığının tespit edilmiş veya bu hastalıktan ölmüş olması,

b) Bu yerin, yetkili makam tarafından karantina altına alınması;

c) Failin, kasten; yani yukarıdaki durumu bilerek ve isteyerek karantina altına alma tedbirine uymaması,

Koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.

Görüldüğü üzere, TCK’nın 195'nci maddesi salgın hastalığa yakalanmış veya salgın hastalık sebebiyle ölmüş bir “kimse”den yani belli bir kişiden; bu kimsenin bulunduğu “yer”den söz etmektedir.

Evrensel nitelikteki suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca, belli bir kişi veya kişilerin salgın hastalık taşıdığı bilinmeden veya belirli bir kişinin salgın hastalık nedeniyle öldüğü tespit edilmeden, söz konusu yer karantinaya alınmış olsa bile alınan tedbire uyulmaması TCK’nın 195'nci maddesindeki suçu oluşturmaz.

Aksi uygulama suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlali olur; kanunilik ilkesinin ve dolayısıyla hukukun ihlali ise en az salgın hastalık kadar tehlikelidir.   


III. Fiilin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 32'nci maddesinde düzenlenen kabahati oluşturup oluşturmadığı

5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32/1'nci maddesinde şöyle denilmektedir:

Yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.


5326 sayılı Kanun'un 32/2'nci maddesine göre, bu maddedeki cezanın uygulanabilmesi için ilgili kanunda açık bir hüküm yer almalıdır. 

Buna göre;  5326 sayılı Kanun'un 32/1'nci maddesindeki yaptırımın uygulanabilmesi için;

a) Bir kanun hükmü ile genel sağlığın korunması amacıyla,  devletin bir makamına yasaklayıcı bir karar alma veya emir verme yetkisi tanınmalıdır.

b) Fiil, başka bir suç oluşturmamalıdır.

b) Söz konusu kanunda, alınan tedbire ve verilen emirlere aykırı hareket edilmesi halinde 5326 sayılı Kanun'un 32'nci maddesine göre ceza tayin edileceğine dair açık bir hüküm bulunmalıdır.

Yaptığımız araştırmada, genel sağlığın korunması amacıyla alınan tedbirlere muhalefet edenlerin 5326 sayılı Kanunu'na göre cezalandırılacaklarına dair bir kanun hükmüne rastlamadık.

Kanunilik ilkesi, kabahat türünden fiiller bakımından da geçerlidir (5326 sayılı Kanun m.4), Kanun ile bir makama genel sağlığın korunması amacıyla emir verme ve verilen emre muhalefet edenler hakkında 5326 sayılı Kanuna göre ceza tayin etme yetkisi tanınmadıkça, salgın hastalığın önlenmesi için idari makamların aldıkları tedbirler ve verdikleri emirlere muhalefet edenler hakkında 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32'nci maddesine göre yaptırım uygulanması mümkün değildir.    


IV. Fiilin 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi yollamasıyla Kabahatler Kanunu’nun 32/1’nci maddesindeki kabahati oluşturup oluşturmadığı  

5442 sayılı Kanunun 11/Ç maddesinde, bu madde uyarınca alınan tedbirlere ve verilen emirlere uymayanlar hakkında 5442 sayılı 66'ncı maddesinin uygulanacağı;

66'ncı maddede ise 11'nci madde kapsamında alınan kararlar ve verilen emirlere uymayanların 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32^'nci maddesine göre cezalandırılacağı belirtilmektedir.

Ancak, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11'nci maddesine bakıldığında, bu maddenin valinin güvenlikle ilgili yetkilerini düzenlediği görülmektedir.  

7145 sayılı Kanunla 11'nci maddenin (C) bendine eklenen fıkra da buna ilişkindir.

Esasen 11'nci maddede de, şu ifadelere yer verilerek güvenlik boyutu ön plana çıkarılmıştır:

Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür.


5442 sayılı Kanunun 11'nci maddesinde, valiye güvenliğin sağlanması amacıyla karar ve alma ve tedbir uygulama yetkisi tanınmakla beraber, genel sağılığın korunması amacıyla bir karar ve tedbir alma yetkisi verilmemiştir.

O nedenle, valinin, salgın hastalıkların önlenmesi amacıyla alacağı karar ve vereceği emirlere aykırı hareket edenlerin 5442 sayılı Kanun'un 11/Ç  ve 66'ncı maddesi yollamasıyla 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32'nci maddesi uyarınca cezalandırılması mümkün değildir.

Yaygınlaşan salgın hastalığın kamu düzenini de bozacağı, o nedenle valinin 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11'nci maddesine göre, alacağı tedbirlere uymayanların aynı Kanununun 66'ncı maddesi yollamasıyla 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 32'nci maddesine göre cezalandırılması gerektiği ileri sürülebilirse de, bu; kanunun amacına uymayan aşırı bir yorum olur. 


V. Fiiil 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 27. maddesi yollamasıyla aynı kanunun 282. maddesindeki kabahati oluşturur

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıha Kanunu'nun 27'nci maddesinde; umumi hıfzıssıha meclislerinin, salgın hastalıklardan korunmak ve hastalığın ortadan kaldırılması amacıyla şehir, kasaba ve köylerde gerekli tedbirleri alabileceği belirtilmektedir.  

1593 sayılı Kanun'un 282'nci maddesinde ise, bu kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenlere veya zorunluluklara uymayanlara, fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, 250 (iki yüz elli) Türk Lirası'ndan bin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verileceği belirtilmektedir.

Buna göre, umumi hıfzısıhha meclislerinin, salgını hastalığın önlenmesi amacıyla alacakları karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, aynı kanunun 282'nci maddesine göre idari para cezası ile cezalandırılabilecektir.

Kuşkusuz ki, bunun için umumi hıfzısıhha meclislerinin toplanıp salgın hastalığın önlenmesi amacıyla bir karar almaları ve tedbir uygulanmasına karar vermeleri gerekir.

1593 sayılı Kanunun 69'ncu maddesinde, salgın hastalık tespit eden sağlık görevlilerinin derhal gereken tedbirleri alacağı ve bütün idari makamların bu tedbirlerin uygulanmasına yardım etmek mecburiyetinde olduğu belirtilmekte; aynı Kanunun Ek-2'nci maddesinde ise, 1593 sayılı Kanunun 69'ncu maddesinde alınmış tedbirlerden çevre sağlığı ile ilgili olanlara uyulmaması halinde bu kanunun 303'üncü maddesinde yazılı kimseler tarafından para cezası tayin edilmesi öngörülmektedir.

Görüldüğü üzere, 1593 sayılı Kanunun Ek-2'nci maddesinde, aynı kanunun 69'ncu maddesinde sözü edilen salgın hastalıklardan çevre sağlığı ile ilgili olanların önlenmesi için alınan tedbirlere muhalefet edilmesi bakımından idari bir yaptırım öngörülmüştür.

1593 sayılı Kanunun 303'ncü maddesinde ise, idari para cezası vermek bakımından değişik kurumlarda çalışan sağlık görevlilerine yetki verilmiştir.

1593 sayılı Kanunun 57'nci maddesinde kanunun kabul edildiği dönemde var olan salgın hastalıklar tek tek sayılarak bu hastalıkların ihbarı zorunlu kabul edilmiş olup, bu maddede yazılı olmayan salgın hastalıkların bu maddeye göre ihbarı zorunlu değildir.

1593 sayılı Kanunun 65'inci maddesinde, Sağlık Bakanlığına, 1593 sayılı Kanunun 57.'nci maddesinde gösterilmeyen herhangi bir hastalığın ihbarını zorunlu kılma ve buna ilişkin tedbir alma yetkisi verilmiştir.

Bu maddeye aykırı hareket edilmesi ayrıca kabahat veya suç olarak düzenlenmediğinden, 1593 sayılı Kanunun 65'nci maddesine muhalefet edilmesi de torba hüküm niteliğindeki 1593 sayılı Kanunun 282'nci maddesinde düzenlenip idari para cezasını gerektiren kabahati oluşturacaktır.  

Fiilin ağırlığına ve failin kusuruna göre, madde öngörülen para cezasının alt ve üst sınırlar arasında belirlenmesi ilgili idareye aittir (5326 sayılı Kanun m.17/1). 5326 sayılı Kanunun 17/7'nci maddesi uyarınca, idari para cezaları  her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 298'nci maddesi uyarınca tespit edilen yeniden değerleme oranında artırılarak belirlenmektedir. 

Kolay yayılabilen ve ölümcül nitelikteki bir salgın hastalığın önlenmesi amacıyla alınan tedbirlere aykırı hareket ederek çok sayıda insanın sağlığını ve hayatını tehlikeye atan kişilerin, miktarı da az olan bir idari para cezası ile cezalandırılması, meydana getirilen tehlikeye ve zarara göre çok yetersizdir.

Kısaca, öngörülen ceza fiil ile orantılı değildir. 1930 yılında kabul edilen 1593 sayılı Hıfzısıhha Kanunu günümüzde ortaya çıkan sorunları çözmek bakımından yetersiz kalmaktadır.

Yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, sağlığın korunmasına ilişkin 1593 sayılı Kanun hükümleri yetersiz olmasının yanında karmaşık olup, özellikle 1593 sayılı Kanunun 303'üncü maddesinde yaptırım uygulanması bakımından değişik kurumlarda görev yapan sağlık memurlarına yetki verilmiştir. 

Umumi Hıfzıssıha meclislerinin kimlerden oluştuğuna ilişkin 1593 sayılı Kanunun 23'nci maddesini aktarmak dahi söz konusu Kanun'un neden yetersiz olduğunu anlamaya yeterlidir.

1593 sayılı Kanunu'nun 23'üncü maddesine göre;

Her vilayet merkezinde bir umumi hıfzıssıhha meclisi toplanır. Bu meclis mahalli sıhhat ve içtimai muavenet müdürü, nafıa mühendisi, maarif, baytar müdürü, mevcutsa sahil sıhhiye merkezi tabibi, bir hükümet ve belediye tabibi ve hastane baştabibi ile garnizon ve kıt'a bulunan yerlerde en büyük askeri tabip ve serbest sanat icra eden bir tabip ve bir eczacıdan ve belediye reisinden mürekkeptir. Meclis valinin veya valiye bilvekale sıhhiye müdürünün riyaseti altında içtima eder. Valinin tensip edeceği bir zat kitabet vazifesini ifa ve zabıtları tanzim eder.


Salgın hastalıklarla etkin bir şekilde mücadele etmek bakımından, zaman geçirilmeden, salgın hastalık halinde alınacak tedbirler, tedbire başvuru koşulları, tedbirlere karar verecek merciler ile alınan tedbirlere uymayanlara verilecek cezaların ayrıntılı olarak gösterildiği bir yasal düzenleme yapılması ve tedbir için mutlaka fiil ile orantılı özgürlüğü bağlayıcı ceza öngörülmesi gereklidir.

Aksi halde, salgın hastalıklarla etkin bir şekilde mücadele edilmesi ve ortaya çıkan hukuksal karmaşanın önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU