Sınırları ve içerisini havaya uçurmak: Yardım bahanesiyle Gazze'ye yük olmak

Fotoğraf: AP

Üzerinde ittifak edilmemiş bir anlatıya göre Bağlantısızlar Hareketi'nin kurulduğu 1955'teki Bandung Konferansı'nda, Cemal Abdunnasır ile dönemin Çin Başbakanı Çu Enlay arasında ilgi çekici bir diyalog yaşanmış.

6 yıl önce kurulan rejimin en rasyonel diplomatik yüzü olan Enlay, Mısırlı lidere şunu sormuş:

Siz Arapların sayısı on milyonlarca, oysa İsrail 2 milyondan az; öyleyse neden onu yok etmek için hepiniz bulduğunuz bütün silah ve teçhizat ile sizden ne kadarını öldürdüğünü umursamadan onun üzerine yürümüyorsunuz?

Aranızdaki sayı farkı nedeniyle İsrail'in hepinizi öldürüp ortadan kaldırması mümkün değil, dolayısıyla bu fark, milyonlarınızın Filistin'i kurtarmasını garanti edecektir.


Bu anekdotu anlatanlar, Çinli komünistlerin bilincinde sayı unsurunun önemini ya da Uzun Yürüyüş deneyiminden ve Çin Devrimi'nin resmi anlatısına göre, bu deneyim sırasında kat edilen muazzam mesafeden ne ölçüde etkilendiklerini ima ediyor olabilirler.

Ancak olay ne kadar doğru olursa olsun ve doğru olması halinde Abdunnasır'ın verdiği cevap doğru olsun ya da olmasın, 50'li ve 60'lı yıllarda böyle bir dil yok değildi.

Politikacıların konuşmaları, şairlerin şiirleri ve dergi kapaklarındaki karikatürler bu fikre kur yapıyordu; güçlü kalabalıklar bir avuç "yabancı"ya saldırıyor ve onları "süpürüp" atıyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ancak söz konusu dil 1967'den sonra içine çekilmeye başladı ve çok dar İslamcı çevreler dışında ortadan kayboldu.

Ama son zamanlarda toplumların eylemlerini sanki kopan fırtınalar, sarsan depremler, patlayan volkanlar gibi azgın doğa eylemleriymiş gibi sunan bir retorikle buna benzer şeyler duymaya başladık.

Hamas'ın askeri komutanı Muhammed ed-Dayf, yayımladığı ses kaydında "Ürdün ve Lübnan'daki, Mısır, Cezayir, Mağrip, Pakistan, Malezya ve Endonezya'daki halkımıza" diye seslenerek onlardan şunu istedi:

Filistin'e doğru yarın değil, şimdi yürüyün, sınırların, rejimlerin ve kısıtlamaların sizi cihat etme ve Mescid-i Aksa'nın özgürleştirilmesine katılma şerefinden mahrum bırakmasına izin vermeyin.


Aynı sıralarda Hamas Siyasi Büro üyesi Halid Meşal, Ürdün'de konuşuyor ve kanların Filistin halkının kanına karışması için Hamas'a destek verilmesi çağrısında bulunuyordu.

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'ye göre kanların karışması, Dayf'a göre Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için harekete geçenler için bir ödülse, müminlerin çoğu, kendilerine yakın olan özgür camilerde namaz kılmayı tercih ettiler.

Bunun ötesinde, İsrail soykırımı öldürme, sınır dışı etme ve aç bırakma ile ölümcüllüğünü sergilemeye devam ederken, Dayf ve Heniyye'nin verilmesini önerdikleri karşılık, İsraillilerin dayattıkları meydan okuma ile alakasız görünüyor.

Sınır ötesi silahlı müdahale ("tek kişiymiş gibi harekete geçmek") her Arap ülkesinde bir iç savaşın reçetesidir ve onu doğrudan çatışmaya itmeye yönelik çağrıların artmasıyla birlikte Ürdün'de bunun endişe verici işaretleri ortaya çıktı.

Ürdün'le ilgili artan endişeye, İbrani devletinin siyasi ve güvenlik yetkililerinin "yakın bir darbe" hakkında neredeyse her gün yaptıkları duyuruların gölgesinde Lübnan'a ilişkin benzer bir endişe eşlik ediyor.

Hal böyleyken İran, bir başkasının toprağı olan Suriye çiftliğinde aldığı son darbeden sonra, yine bir başkasının toprağı olan Lübnan çiftliğinden karşılık vermeye karar verirse ne olur?

Mesele rejimlerin "zayıf" ya da "gerici" olması değil, zaten parçalanmış olan toplumların silah taşımaları halinde birbirleri ile çekişme durumundan savaşma durumuna geçecek olmasında yatıyor.
 


Gerçek şu ki, Maşrık'ın (Levant) modern tarihi bundan ibarettir;

1956'dan sonra Nasırcılığın kışkırttığı bir ortamda Suriye bölündü ve Suriyelilerin büyük bir kesimi (Halk Partisi, Suriyeli milliyetçiler ve azınlıklar...) bastırıldı.

Irak'ta darbe oldu, Lübnan'da iç savaş çıktı, Ürdün askeri darbe ve iç savaşla tehdit edildi.

Filistinli örgütlerin kışkırttığı bir ortamda ise Ürdün'ü küçük bir iç savaş, Lübnan'ı büyük bir iç savaş kasıp kavurdu.

Bugün Humeyni'nin kışkırttığı bir ortamda da Maşrık'taki tüm ülkelerle birlikte bölge dışındaki ülkeler, aleni ve gizli bir iç savaş arasında gidip geliyorlar.

Bu ve bunlar İsrail'e verilen bir yanıt değil, fanatizmi bilemenin ve geniş çaplı bir enerji ile serbest bırakmanın, aynı enerji ile kendisini ifade etmesini bastırmakla birleştiği kendi kötülük isteyen nefsimize bir yanıttır.

Bu salıverme ve baskılama nedeniyle her şeyi havaya uçuran inisiyatifin korkusuyla felç olma ile kendisi felce uğrayıp bizi de kendisi ile felce uğratmadan önce her şeyi havaya uçuran inisiyatif arasında gidip gelen bir durumda kalıyoruz.

Bu bize içleri olmayan ya da içleri arızalı ve en iyi ihtimalle ertelenmiş toplumlar olduğumuzu söyleme imkânı tanıyor.

Bu, inisiyatiflerin şu andaki şaşırtıcı sessizliğinde açıkça ve en net şekilde görülüyor. Mevcut güç dengesine göre ne yapacağımızı bize söyleyen kimse yok.

Hamas'ın hemen ardından "kazandık" demek için İsrail'e ateşkes kararının dayatılmasını beklemesi dışında, ondan kararına dair hiçbir şey duymuyoruz.

Aynı şekilde Hizbullah'tan, güney Lübnan'ın kaderini Gazze'nin kaderine bağlaması dışında kararına işaret eden hiçbir şey duymuyoruz.

Ne var ki Gazze'nin kaderi de İsrail'in kararıyla bağlantılı. Buna karşılık gerek Gazze'de gerekse güneyde enkaz altından çıkıp savaşa karşı çıkan sesler duyulduğunda, direndiği varsayılan içeride disiplin talepleriyle karşılanıyor.

Bu büyük umutsuzluk, hurafeleri ve kurtarıcıyı beklemeyi teşvik etmek dışında hiçbir şeyi teşvik etmiyor.

Zafer ise büyünün ağzından çıkıyor ve kendisine "dayanışma içindeki tek milletiz" diye haykırmaya devam ederken, bölünmüş ve çatışan toplumlarımızın Gazze'nin omuzlarına yüklediğimiz yükleri eşlik ediyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU