Süryani cemaati cumhuriyet tarihinin ilk kilisesini açıyor

Süryani toplumu bu yıl inşaatına başlanan kiliseyle birlikte İstanbul’da yeni bir ibadethaneye sahip olacak. Kilisenin bir diğer özelliği Türkiye Cumhuriyeti tarihinde inşa edilmiş ilk kilise olacak olması

Fotroğraf: Twitter

Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır.

Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır

Lozan Anlaşması’nın “Azınlıkların Korunması” başlıklı bölümde yer alan 40. Madde işte böyle diyor. 

Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni ve Musevi toplumu başta olmak üzere cemaatlerine ait okullara kiliselere sahipken Süryani toplumu yıllardır okullarının olmayışıyla mücadele veriyor, başka cemaatlerin kiliselerinde misafir olarak ibadet ediyor.

Fiiliyatta, Türkiye Cumhuriyeti devletinin organları genellikle azınlıkları sadece, Rum, Ermeni ve Musevi olarak tanımlarken Lozan’dan doğan haklardan yalnızca bu üç grubun yararlanmasına olanak tanıdı. 

2003 yılında çıkan 24.01.2003 tarihli Vakıflar yönetmeliğinde Rum, Ermeni, Musevi, Bulgar, Gürcü, Süryani ve Keldaniler de azınlık olarak sayıldı. 

Cumhuriyette azınlık haklarından feragat eden Süryani toplumu bu süreçten sonra Lozan Anlaşması’ndan doğan bu haklarını yavaş yavaş elde etmeye başladı. 

En önemli adımları olarak 86 yıl sonra 2014’te açtığı anaokuluyla başlangıç yapan Süryani toplumu, bu yıl inşaatına başladığı kiliseyle İstanbul’da yeni bir kiliseye sahip olurken cumhuriyet tarihinde de bir ilki gerçekleştiriyor.
 

YUSUF ÇETİN.jpeg
İstanbul, Ankara ve İzmir Metropoliti ve Patrik Vekili Yusuf Çetin / Fotoğraf: Mizgin Tabu - Independent Türkçe


İstanbul, Ankara ve İzmir Metropoliti ve Patrik Vekili Yusuf Çetin, Lozan Anlaşması’ndaki azınlık statüsünü Rum, Ermeni ve Musevi toplumun dışında kalan diğer cemaatlerin kabul etmediğini söylüyor.

Tarlabaşı’ndaki Süryani Meryem Ana Kadim Kilisesi’ndeki makamında ağırlayan Çetin, “Yalnız bizler değil, bazı azınlıklar da ‘Biz kendimizi azınlık kabul etmiyoruz’ dedi. O zaman patriğimiz de bunu dile getirdi. Bu topraklarda insanlar istese de istemese de Müslüman olmayan azınlık sayıldı. Bizler de azınlık masasına bağlıydık. Diğer azınlıklar Lozan Anlaşması’ndan doğan haklarından yararlanabildi. Okullar açtılar, hastaneler vs. Biz Süryaniler bir istekte bulunduğumuz zaman ‘Siz azınlık değilsiniz’ dediler” diye konuştu. 

Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin ise Lozan meselesine ilişkin olarak “Lozan Anlaşması’nın imzalandığı tarihten beri biz zaten azınlığız. Lozan’da alınan karar hiçbir cemaati kapsamıyor. Sadece Müslüman olmayan herkes azınlıktır. Biz desek demesek de Lozan’ın ilk gününden beri azınlığız. Değişen yönetmeliktir. Lozan’a aykırı olmasına rağmen yönetmeliklerde 'Ermeni, Rum, Musevilerin dışında azınlık dışında kimse okul kuramaz' diye bir madde yer alıyor. Bu madde yönetmeliğe aykırı” dedi.
 

SAİT SUSİN.jpeg
Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin / Fotoğraf: Mizgin Tabu - Independent Türkçe


2013’te mahkemeye başvurarak bu maddeyi iptal ettirdiklerini söyleyen Susin, artık Lozan aslına döndüklerinden bahsetti.

“Uzun bir süre o dönemki patriğimiz ‘Biz azınlık değiliz’ dedi. O günün şartlarıyla da bunun doğru olduğuna inanıyoruz” diyen Susin, “Zaman içinde gördük ki biz zarar görüyoruz bundan. Tamam, biz asli vatandaşız ama çocuklarımıza kendi dilimizi öğretemiyoruz” diye konuştu. 

Patrik Vekili Çetin, bu konuya ilişkin şöyle bir ekleme yaptı: 

Aslında Müslüman olmayanlar hep azınlık statüsüne tabi tutuldu. Biz Süryaniler neden bu duruma düştük?..

Şahsi görüşüme göre, Rumlar olsun Ermeniler olsun çoğu batıda yaşıyordu. Babıali’ye yakın.

Bizimkilerin batıda bir gücü yoktu çünkü fazla nüfusumuz yoktu. Hep doğu, mahrumiyet bölgesindeydik.

Bildiğiniz üzere birçok köyde birkaç sene öncesine kadar okul bile yoktu. Açılamadık dünyaya. Hem maddi yönden hem eğitim yönünden.

Bir de diğer devletler de vardı; Ermenistan, Yunanistan, Kıbrıs.

Bunun yanı sıra lobileri vardı. Bizim bunlardan hiçbiri yoktu.

Suriye ve Irak’ta vardı cemaat ama o da 1900’lerin başında göç etti.

Kapalı kaldık. Hakkımızı aramadık değil de arayamadık.


“Mardin’de 7 kilisede sırayla ayin yapılıyor ki kapanmasın”

Cumhuriyet tarihinde Türkiye topraklarında ilk kez bir kilise inşa ediliyor.

Yeşilköy’de inşa edilecek bu kilise, yıllardır başka cemaatlerin kiliselerinde misafir olan Süryani toplumuna ait.

Süryani toplumunun İstanbul’a çok geç geldiğini söyleyen Çetin, İstanbul’da büyük bir boşlukla karşı karşıya kaldıklarını anlattı: 

Kilise ihtiyacı duyuldu. Cemaat değişik semtlere dağıldı. Kardeş Latin Katolik cemaatinden kilise istemeye mecbur kaldık.

Ancak misafiriz, her şey iki rahibin dudağı arasında. İstediği zaman çıkın buradan diyebilir.

Şimdiki hükümetimiz biz Süryanilerin bu konuda çok mağdur olduğunu bilerek bize gereken yardımı yaptı.

Tüm kurumlar prosedür konusunda yardımcı olmaya çalıştı. Yoksa kolay değil.


Susin, “1950’lerden sonra yoğun olarak İstanbul’a gelmeye başladık. Burada kiliseye ihtiyacı olan tek cemaat biziz. 7 ayrı kilisede ayin yapıyoruz. Bir tek bu kilise bizim. (Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi) Onun dışında hepsi kardeş cemaatlere ait. Çok ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Biz de bunu devlet kurumlarına aktardık. Bize cemaatin çok yoğun olduğu Yeşilköy, Florya, Bakırköy’de bir yer tahsis edilmesi istendi. 1951’den beri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mülkiyetinde olan Latin Katolik Mezarlığı’nın boş kısmında kilise yapmamıza izin verdiler” dedi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Susin, bu izin üzerine Latin Katoliklerin tapuyu geri almak istediklerini mahkeme sürecinin başladığını söyledi.

Ancak Susin tapu Latin Katoliklere geçse bile 100 senelik bir kullanım anlaşması yapıldığına dikkat çekti.

Susin, ayrıca kilise arsasının bize tahsis edilmesinin azınlık olup olmamakla ilgisi olmadığını söylerken şunları ekledi:

Mardin’de Süryani’ye kilise vermenizin hiçbir anlamı yok. Çünkü bakacak kimse yok.

Burada Rum, Ermeni’ye bir kilise yap deseniz yapmaz. Çünkü mevcut kiliselerine bakamıyorlar.

Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkarken nüfusun yüzde 12’si azınlıkken şu anda binde 1,5 azınlık var.

Yani bizim doğduğumuz büyüdüğümüz yerlerde kiliselere bakacak kadar insanımız yok.

Mardin’de 7 kilise var, sırayla ayin yapılıyor ki kilise kapanmasın.

 

AYİN FOTO.jpeg
Fotoğraf: Mizgin Tabu - Independent Türkçe


Kilisenin yapım masrafları yine cemaat içindeki bağışlarla yapılıyor.

İBB’nin tahsis ettiği arazide inşaata başlanacak kilise için Süryani cemaati Latin Katoliklere bağış da bulundu.

Ancak tapu Latin Katoliklere geçerse Süryani cemaati bir miktar daha bağış yapacak.

İki tarafla da anlaşma yaptıklarını söyleyen Vakıf Başkanı Susin, “Bizim şu anda kendi arsamızı alıp da kilise yapmamızdaki tek engel maddiyat. Şu anda Yeşilköy’de istediğimiz yerde bir mülkiyetimiz olsa kilisemizi yapardık. Yeşilköy’de bir dönüm yer 5 milyon dolar. En az 3 dönüm yer almaya kalktığımızda 15 milyon dolar. Bugünkü ekonomik şartlarda bu parayı toplamamız çok zor. O yüzden biz devletten bir yer tahsis etmelerini ama kendi imkânlarımızla kilise yapacağımızı söyledik” şeklinde konuştu. 


“Kendi kilisemizde rahatlıkla ibadetimizi yapalım istedik”

Süryani kilisesinin tarihi M.S. 38-43 yıllarına dayanıyor.

İlk patrikliği Antakya’da kurulan Süryani cemaatinin şu anki merkezi Şam’da.

Ancak Suriye’deki iç savaş dolayısıyla geçici bire süre için patriklik Lübnan’da bulunuyor.

İstanbul, Ankara ve İzmir Metropoliti Yusuf Çetin, 2 bin senedir kiliselerin bağımsız olduğunu söylüyor.

Çetin, “Burada kiliselerini misafir olarak kullandığımız cemaatlerle her şeyimiz ayrı. Doktrinimiz ayrı, stilimiz ayrı, kiliselerimiz sade. O yüzden biz en çok bunun üzerinde durduk. Dedik ki; biz uzun zamandır başka cemaatlerin kiliselerinde ayinlerimizi yapıyoruz. Hem yaşlılarımız doğdukları yerlerdeki gibi burada dini vecibelerini yerine getirecekleri yerler aynı olsun hem kendi alın terimizle yapacağımız doktrinimize stilimize uygun kilisemizde rahatlıkla ibadetimizi yapalım istedik” diye anlattı. 

Doğu-Güneydoğu Bölgesi’nde yüzlerce kiliseye sahip Süryani cemaatinin yaklaşık 30 kilisesi kullanabilir halde.

Çetin, ayrıca 8-9 manastırın da kullanılabilir olduğunu söylüyor ancak yüzlerce metruk, yıkılmış veya elden çıkmış kilisenin olduğunu hatırlatıyor. 

2012 yılından beri başlayan mülk iadelerin 50’yi tapusunu geri alan Süryani cemaatinin sadece bir manastırının tapusu kaldı.

Mor Gabriel Manastırı’nın bir bölümünü aldıklarına dikkat çeken Çetin, geri kalan kısmı için hukuki sürecin devam ettiğini söyledi.

Vakıf Başkanı Sait Susin araya girerek süreci şöyle açıklıyor: 

Büyükşehir ilan edildiğinde biliyorsunuz ki köyler mahalle olur. Mahallenin tüzel kişiliğinde kayıtlı olan her şey hazineye geçmiş olur.

Mardin büyükşehir statüsüne geçince 55 gayrimenkulde önce hazineye geçti, daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verildi.

Çünkü zamanında biz bu köylerdeki manastır, kilise ve mezarlığı köyün tüzel kişiliğinde bırakmışız, vakıflarımıza yazmamışız. Torba yasa çıktığı zaman 55 tapu iade aldık.

2007’de kadastro çalışmaları yapıldığı zaman manastıra ait bölgenin bir kısmı Orman Bakanlığı’na bir kısmı da hazineye devredilmişti.

Bununla ilgili bir hukuk mücadelesi verildi. Mor Gabriel’den, hazineye geçen büyük kısmı iade edildi. 2-3 parsel var.

Geçen gün Vakıflar Genel Müdürü ile birlikte ziyaret ettik. Onu da kısa sürede iade edeceklerini düşünüyoruz.

Burada yasayla ilgili bir sıkıntı var. Orman olarak ilan edilen bir bölgenin iade edilmesi mümkün değil.

Sonuç olarak hazineye kalan kısmı büyük çoğunlukla iade edildi, ama orman kısmıyla ilgili bir çözüm bulunmaya çalışılıyor.

 

YUSUF ÇETİN RÖP .jpeg
Patrik Vekili Yusuf Çetin Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı


5500 yıllık tarihe sahip olan Süryani cemaatinin dört metropolitliği Türkiye’de yer alıyor. Ancak patriklik merkezi Şam’da.

Çetin merkezi burayı taşımanın zor olduğunu dile getirirken inanç hürriyetine değindi: 

Savaştan önce 2,5 yıl kadar Suriye’de yaşamıştım. Şimdi yaşadığımız sıkıntıyı kimse orada yaşamıyor.

Her gün yeni kiliseler yeni manastırlar yapılıyordu. İnanç konusunda hiçbir gün sorun yaşanmadı.

Herkesin haçları boynunda, arabalarında Meryem Ana’nın resmi var, ama kimse karışmıyor. O hürriyet, o rahatlık…

Türkiye’de nüfusumuz da çok azaldı. Bir de bu kararı verecek olan Sen Sinod (Kutsal Meclis).

Bugüne kadar kimse bu olaya sıcak bakmamış doğrusu. Hali hazırda orada kalmasını istiyorlar.


“Lisanımızı terk etmek istemiyoruz”

Süryanilerin en büyük bir problemlerinden biri de “dil”.

Kaybolmakta olan diller arasında yer alan Süryanice ağırlıklı olarak Ruhaniler tarafından konuşuluyor.

Halkın Süryaniceyi bilmemesinden dolayı ayinler üç dilde yapılıyor; Süryanice, Arapça, Türkçe.

Patrik Vekili Çetin, şehirde yaşayan kesiminin Süryanice bilmediğini, sadece Türkçe konuşabildiklerini söylüyor.

Mardin’de yaşayan yaşlılarınsa sadece Arapça bildiklerini dile getiren Çetin, “Yeni nesil, çocuklarımız Süryanice de Arapça da bilmiyor. Bu yüzde ağırlığı Türkçe’ye veriyoruz. Süryanice’ye de mümkün oldukça ağırlık vermeye çalışıyoruz. 3500 senelik bir yazısı olan lisanımızı da terk etmek istemiyoruz” dedi. 
 

KENAN GÜRDAL.jpeg
Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin (solda) ile Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakfı İkinci Başkanı Kenan Gürdal (sağda) / Fotoğraf: Independent Türkçe


Sadece anaokuluna sahip olan Süryani toplumu dilin gelişmesi için pek bir şey yapamıyor.

Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakfı İkinci Başkanı Kenan Gürdal, “Okulda çocuklara Süryanice şarkılar ve sayıları öğretiyoruz. Böylece çocukların kulaklarını doldurmaya çalışıyoruz. Ayrıca her nesnenin üzerinde hem Süryani hem de Türkçe isimleri yazılı. Çocukların gözleri o yazıya da aşina oluyor. Ancak takdir edersiniz ki anaokulunda okuma-yazma yok. Sadece kulak ve gözlerini doldurmaya çalışıyoruz. İnşallah okul açarsak ilkokulda bu eğitimi tamamen verebilelim” ifadesini kullandı. 

Okulun bir kâr beklentisi olmadığını hatırlatan Gürdal, genel bütçenin yetmediğini ayrıca vakıf bütçesinden de katkı yaptıklarını ekledi.

51 kişilik kapasiteye sahip okul açıldığı 2014 yılında 23 kişiyle başladıklarını hatırlatan Gürdal, “İkinci sene 30-32 kişi buldu. Üçüncü sene 46 kişi oldu. Bugün 50 kişiyiz, tam kapasiteye ulaşmış durumdayız” diye konuştu. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU