Kuşların dilini konuşan Kürt şairi: Feqiyê Teyran

M. Xalid Sadînî Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

İnsanlığın en önemli icadı dil yani lisandır bana göre. Medeniyet ve teknoloji denilen her ne varsa dünyada dil sayesinde olmuştur. Dil/lisan olmasaydı ne bugünkü kültürel ve ne de teknolojik gelişme olmazdı. Ama insanlar birbirleri ile konuşabildiğinden bu yana, hemen her zaman etraflarında bulunan diğer varlıkların da dillerini merak etmişlerdir. İlahi dinler, insanlarla, meleklerle konuşabilen ve ilahi mesajları insanlara tebliğ eden peygamberler yani Allah ile insan arasında seçilmiş temsilciler vasıtasıyla kurumsallaşmışlar. Kimi akıllı ve zeki, kimi deli dahi insanlar ise cinlerle konuşabildiklerini insanlara kabul ettirmiş ve büyücü, sahir ve kahin olmuşlardır.

Lakin insanlar her zaman hayvanların dilini anlamayı istemişler ve özellikle de kuşların dilini. Çünkü kuşlar gökyüzünde uçarak süzülürken çok şey görüyorlar ve insanlar da onların gördüklerini bilmek görmek isterler.

Son günlerde, Giresun Üniversitesi'nin bir bölümünde, halk arasında Kuş Dili denilen ve fakat aslında Islık Dili olarak da bilinen bu "dil" UNESCO çerçevesinde koruma altına alındığından, ilgili üniversite öğrencilerine bu dili seçmeli ders olarak programa koymuş. Tabii ki bu haber yayılır yayılmaz da sosyal medyadaki Kürtlerimiz, "20 milyon Kürd’e Kürtçe eğitim verilmiyor, ama kuş dili öğretiliyor" diye önüne gelen bir şeyler yazdı. Olayı protesto eden edene... Ancak bu doğru değil. Çünkü Türkiye'de, seçmeli olarak hem Kürtçe eğitim serbestisi var hem beş üniversitemizde Kürdoloji Enstitüleri var ve bir de üç üniversitede Kürt Dili Ve Edebiyatı bölümleri var. Buralardaki eğitim serencamını başka bir yazıya bırakacağım. Bugün Kuş Dili'nden bahsetmek istiyorum. Çünkü Kuş Dili bütün insanlar için olduğu gibi bizim için de çok önemli. Ve bizim bu dili konuşan, anlayan şairlerimiz dahi vardır. Onlardan biri de Feqiyê Teyran'dır.

Feqiyê Teyran, Kürt edebiyatın dört köşe taşından biri ve aynı zamanda Tasavvufi Halk Edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu edebiyatın diğer köşe taşları ise; Divanına henüz ulaşamadığımız, ama çok güzel kaside ve gazellerini görebildiğimiz “Eli Herîrî (1500?-1570), Kürtçe Divan Edebiyatının şaheserlerinden olan Divanıyla Melaye Cizîrî (1568-1640) ve Kürt edebiyatının en meşhur eserlerinden olan “Mem û Zin” in sahibi Ehmede Xanî (1651-1707)’dir.

Eserlerinde ve şiirlerinde aşk ve irfanı kaynaştıran, İranlı büyük aşk ve tasavvuf şairlerinden Feriduddini Attar’dan etkilenerek Vahdet-i Vücûd düşüncesini, mahalli kültür ve kavramlarla samimi ve herkesin anlayabileceği sadelikte işleyen Feqiye Teyran, yaklaşık olarak 400 yıl önce yaşamış olmasına rağmen, ona hakkettiği önem ve değer verilmemiştir. Bugüne kadar Feqiye Teyran ve Kürtçenin diğer şairleri üzerine yapılan bütün çalışmalar; kitaplar, sempozyum ve konferanslar birer başlangıçtır. Eminim ki, ülkemizde Kürtçeye ve Kürt edebiyatına, hakkettiği değer ve önem verildiği andan itibaren, ülkemizde barış ve huzur daha kolay temin edilebilecektir. 

Feqiye Teyran’ın şiirlerinde kullandığı dilin gerek sadeliği ve edebi dil olarak değeri, bütün engellemelere rağmen günümüze kadar gelebilmiş olması da, onun ve Kürtçenin bir başarısı olarak değerlendirilmelidir. İşte biz de, onun yüzyıllar sonra da olsa bu zaferine ortak olmak için, onun üzerine çalışmalar, okumalar yapıyoruz.

Ne yazık ki, bu güne kadar, Feqiyê Teyran’ın bir Mürettep Divan’ına rastlayamadık. Ancak, Şeyhi Senan, Bersisi Abid, Zembilfiroş vb. gibi bir kaç uzun sayılabilecek mesnevisinin yanı sıra önemli miktarda kaside ve gazelleri de mevcuttur ve bendeniz tarafından Nûbihar Yayınları arasında 1999 yılından beri peyderpey yayınlanmaktadır.

Onun asıl ismi Muhammed, lakabı Feqiyê Teyrandır; Kürtçede feqî öğrenci, teyran ise kuşlar demektir, yani “Kuşların Öğrencisi”.

Peki, neden Kuşların Öğrencisi? Çünkü o bihakkın kuşların dilini bilen ve anlayan bir insandı da ondan.

Nasıl mı? Şöyle; 

Derler ki, dünyada bulunan kuşlar arasında büyük bir kaos ve karmaşa baş göstermiş. Kuşlar birbirine kindar, diğer varlıklara karşı düşman olmuşlar. Bunun üzerine dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelmişler ve büyükleri, diğer kuşlara hitaben demiş ki; 

Ey kardeşlerim, görüyorsunuz bizim aramızda sevgi ve muhabbet kalmadı. Aramızda nifak ve kargaşa had safhada. Gelin Süleyman Peygambere danışmanlık yapan Hüdhüd'e gidelim ve o bize bir yol göstersin.

Kuşlar, Hüdhüd'ü bulmuş ve ona derdini anlatmışlar. Hüdhüd ise kuşlara şöyle yanıt vermiş;

Ey kardeşlerim, siz yolunuzu şaşırmışsınız. Rabbinizi kaybetmişsiniz. Onun içinde bu güzel dünyada huzur ve barışınızı da kaybettiniz. Sizin tekrar Rabbinizi, sizi barış ve huzurla yaşatanı bulmalısınız. Ama bu yol çok zorlu ve türlü engeli olan bir yoldur. Oraya kadar gücünüz ve nefesiniz yeter mi, pek emin değilim.

Kuşlar, “Ey Hüdhüd, sen yol yordam bilensin, sen ki peygamberlere rehberlik yapmış kutsal bir kuşsun, düş önümüze götür bizi Rabbimize. Zira artık böyle yaşamak istemiyoruz” demişler ve de çok ısrar etmişler.

Israrlarına dayanamayan Hüdhüd, düşmüş kuşların önüne, onlara nasihat ede ede, yolun zorluk ve sıkıntılarını değişik şiir ve hikayelerle anlatarak önce ‘Talep/İstek Vadisi’nden geçirmiş. Kuşların bir kısmı daha yolun bu ilk vadisinde yorulmuş ve gitmemek için türlü bahaneler uydurmuşlar. Ardından ‘Aşk Vadisi'ne gelmişler, bir kısmı da orada kalmış. 

Hüdhüd ‘Marifet Vadisi’ni de geçip ‘Tevhid Vadisi’ne gelene kadar kuşların çok azı kalmış ardında. Ama kalanlar ‘Hayret Vadisi’ni geçip ‘Fakr ve Fena Vadisi’ne ulaşınca, artık geriye dönmenin mümkün olmadığını anlamışlar. 

Fakat diğerleri, bugün dünyada ismini bildiğimiz kartal, keklik, üveyik, tavus, serçe ve diğer bütün kuşlar her biri bu vadilerden birinde kaybolmuşlar. Hüdhüd, ancak kendisiyle beraber otuz kuş olarak bütün meşakkatlere rağmen, her vadiyi aşmış ve Kaf Dağı'nın ardına varmış.

Orada onlar bir elçi karşılamış ve Rablerinin bulunduğu tarafa götürmüş ve demiş ki onlara; 

Siz buraya Otuz Kuş olarak geldiniz ve o kadar olacaksınız. Karşıya bakın; Rabbiniz orada.

Bakmışlar ki karşılarında kocaman bir ayna ve aynada görünen kendileridir. Anlamışlar ki, herkesin Rabbi kendi içinde imiş. Rab onların gönlünde, ruhlarında imiş. Rab başka yerde değil, bizzat insanın içinde aranmalı imiş.

İşte Otuz Kuş/Simurg hikayesini Feriduddin-i Attar, Mantıkut-tayr kitabında böyle hikaye etmiş. Gulşehri ve başka birçok Osmanlı şairleri Simurg Efsanesini yeniden yazmışlar.

Bizim Feqiyê Teyran'da bu hikayeyi okuduğundan, bildiğinden bu yana, her şeyini kuşlardan öğrendiğini bize göstermek için ismini Kuşların Öğrencisi olarak değiştirmiş ve böyle kalmış.

Hâsıl-ı kelâm, kalbimize yönelelim. 

İster Kürt, ister Türk ya da başka bir şey olalım. Gideceğimiz yer kalbimizdir. 

Varacağımız yer de orası.

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU