Fransa seçimleri: Nasıl bir Fransa ve nasıl bir Avrupa Birliği?

Naman Bakaç Independent Türkçe için, Kayhan Karaca, Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger ve Belkıs Kılıçkaya ile Fransa seçimlerini konuştu

Fotoğraf: AFP

Yarı başkanlık sisteminin geçerli olduğu Fransa'da, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu 10 Nisan 2022'de yapıldı. İkinci tur ise 24 Nisan 2022 Pazar (bugün) yapılıyor.

İlk turda mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yüzde 27,6 ile ilk turu önde bitirirken, aşırı sağcı Ulusal Cephe (FN) Partisi lideri Marine Le Pen yüzde 23,2 ile ikinci, yüzde 21,95 oy alan aşırı solcu Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi'nin lideri Jean-Luc Melenchon ise yüzde 21,95 ile seçimi üçüncü sırada bitirdi.

Analistlerin genel olarak seçimlerin ilk turundan sonra, Fransız siyasetinin üçe ayrıldığı veya bölündüğü hususunda mutabık oldukları görünüyor.

Mevcut Cumhurbaşkanı Macron'un temsil ettiği küreselleşmeci, Avrupa Birliği yanlısı, merkez sağ ve liberal politikaları ile öne çıkan siyasi temsiliyet, diğeri Le Pen'in siyasi temsiliyetinde cisimleşmiş, mülteci düşmanlığı ve İslam karşıtlığı politikaları öne çıkaran, ulus(al) devlet yanlısı ve aşırı sağ çizgisindeki AB ve NATO karşıtı milliyetçi-muhafazakâr kesim, üçüncüsü ise aşırı solcu Melenchon'un temsiliyetinde ifadesini bulan, ağırlıklı olarak sosyal politikaları öne çıkaran, ekonomik eşitsizliklerin mağdur olduğu kesimleri içine alan sol-liberal kesim. 

Fransa seçimlerini yakından takip edenlerin mutabık olduğu bir diğer husus ise, yüzde 30'lara varan ve giderek artan; aşırı sağ ve milliyetçi dalganın varlığı. 

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun yapıldığı Fransa'da seçim, Macron ve Le Pen arasında geçecek. Seçimi etkileyen iç ve dış faktörlerle birlikte Melenchon'un temsil ettiği seçmenlerin tercihi de, seçimin kaderini belirleyecek dinamikler olarak gözönünde tutuluyor. 
 

Macron ve Le Pen'in vaatleri.jpg
Görsel: AA

 

Tüm bunların ışığında Cumhurbaşkanlığı seçiminde Macron ve Le Pen'in seçilmesini sağlayacak olan; siyasi, iktisadi, sosyal ve dış politika alanlarındaki vaatleri apayrı bir önem arzediyor.

Macron ve Le Pen'in, Fransa ve Avrupa Birliği için ne vaat ettiklerini, dünyada yükselen enflasyon ve ekonomik kriz için önermelerini, Ukrayna-Rusya savaşı dolayımında NATO ve AB için nasıl bir vizyona sahip olduklarını ve en önemlisi Fransız seçmenin hangi saiklerle oy tercihinde bulunacağını anlamak için uzun yıllar Fransa'da yaşayan NTV Strasbourg Temsilcisi Kayhan Karaca, Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger ve Fransa'da uzun yıllar yaşamış 24 TV Programcısı, gazeteci Belkıs Kılıçkaya ile konuştuk. Fransız siyasetini yakından takip eden bu üç isme şu iki soruyla Fransa seçimlerini ve Fransa'nın geleceğini sorduk.

Soru 1: Fransa'yı uzun yıllardır bilen üç isim olarak Fransız toplumunun politik eğilimlerinde yaşanan serüveni düşündüğünüzde, dünden bugüne toplum neye evriliyor sizce? Siyaset kurumu bu evrimin neresinde ve ne kadarını temsil ediyor?

Soru 2: Fransa seçimlerinde Macron ve Le Pen şahsında simgeleşen siyasal temsiliyetin, Fransa ve Avrupa Birliği'ne yönelik vaatleri veya vizyonları nedir? Aşırı sağın artış eğiliminde olduğunu sizde gözlemliyor musunuz? Fransa'yı sizce nasıl bir gelecek bekliyor? 


Kayhan Karaca: Macron yeniden seçilirse, ufukta parlak bir Fransa görünmüyor
 

Kayhan Karaca-NTV Strasbourg Temsilcisi.jpg
NTV Strasbourg Temsilcisi Kayhan Karaca

 

1-  Fransa 1990'ların başında Sovyetik rejimlerin çökmesiyle başlayan düzensiz ve kuralsız küreselleşmeden nimetlenen ülkeler arasında elbette. En azından Fransız iş dünyası. Fransız toplumunun her katmanı küreselleşmeden eşit düzeyde nasibini alamadı, alamıyor. Bu tabii tüm Batı toplumlarında böyle ama Avrupa'nın en ulus-devletçi ve merkeziyetçi ülkesi Fransa'da bu daha belirgin. 

Küreselleşme, Batı dünyasında birçok endüstriyel sektörü yok etti. Madencilik, demir-çelik, ağır sanayi fabrikaları büyük ölçüde yok oldu. Mesela Fransa'nın kuzey ve kuzeydoğu bölgeleri 1990'lara kadar ağır sanayi ve madencilikle geçinirdi, ancak bu sektörler şimdi yok olmuş durumda. İşsizlik patladı. Gençler küçük ve geleceği olmayan işlerde çalışmaya başladı. Bu bölgelerde 1980'lerin sonlarına kadar Fransız Komünist Partisi iyi oy alırdı. Şimdi aşırı sağcı lider Marine Le Pen'in partisi alıyor bu oyları. Neden? Çünkü sistemi eleştiriyor.

Kapitalist mantığa uymasa da dar gelirli ve sürekli gelecek kaygısıyla yaşayan insanların bu tür radikal söylemleri işitmeye ihtiyacı var. Bu insanlar Le Pen'i kendi sesleri olarak görüyor. Hangi ideolojiyi temsil ettiğine bakmıyor çoğu. 

Küreselleşme beraberinde kültürel bir dönüşüm de getirdi. Fransızlar kendi kültürlerine olağanüstü bağlıdır. En azından 50 yaş üstü kuşak öyledir. Oysa bugün ne görüyor bu Fransızlar? Tükettiği neredeyse her ürün yurt dışından geliyor. Çocukları, artık o anlı şanlı Fransız mutfağını tanımıyor. Bugün Fransız gençlere sufle nedir diye sorsanız yanıt alamayabilirsiniz.

Fakat döner kebap veya bir Kuzey Afrika spesiyalitesi olan kuskus nedir diye sorarsanız hepsi ne olduğunu söyler. Aynı örneği sinema, televizyon ve müzik için de verebilirim. Fransız gençliği neredeyse Alain Delon ve Jean-Paul Belmondo'yu unutacak. 1960 ve 1970'lerin bu iki ünlü aktörünün filmleri nadiren gösteriliyor TV kanallarında. Eğlence sektörünü tamamen ABD ele geçirmiş durumda. 


"İkinci Dünya Savaşı sonrası bastırılan milli ve milliyetçi söylem normalleşiyor"

Fransız hükümetleri, kültürü muhafaza etmek için ellerinden geleni yapıyor ama nafile. Tüm bunlar toplumun bazı kesimlerinde iz bırakıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası bastırılan "milli" ve "milliyetçi" söylem yeniden normalleşiyor.

Bugün Fransa'da Le Pen dışında ikinci bir milliyetçi lider daha var: Eric Zemmour. O örneğin insanlara 1950-1960'lı yılların nostaljik Fransa'sını pazarlıyor. Hatta Kapet Hanedanı, 14. Louis, Napolyon Bonaparte, Voltaire, Balzac, Clémenceau, de Gaulle vs... Fransız tarihinde övünülecek ne varsa bulup referans olarak kullanıyor. Küreselleşme sürecinde yönünü şaşırmış, pusulası kalmamış sıradan Fransıza cazip geliyor bu göndermeler. 


"Fransa'da devlet, laiklik ilkesi adına Müslümanlara Anglosakson tipi özgürlük tanımıyor"

Elbette bir de Fransa'nın toplumsal dokusundaki dönüşüm var. Fransa son 30-40 yılda gerçek anlamda çok kültürlü, çok dinli bir toplum haline geldi. Bunun en gözle görülür örneği hiç şüphesiz Müslümanlar. Bundan 20-30 yıl öncesine kadar Müslümanların çoğu hâlâ göçmendi. Fakat bugün bu kitlenin çoğunluğu Fransız vatandaşı. Buna Türkiye kökenliler de dâhil. Fransa'da yaklaşık 800 bin Türkiye kökenli yaşıyor.

1960'lardan itibaren gelmeye başlayan ilk kuşak Müslümanların torunlarının çocukları oluyor bugün. Ve bu Müslümanlar artık eşit dinsel hak talep ediyor. "Yahudi'nin neyi varsa ben de istiyorum" diyor. Aslında anayasal hakkını talep ediyor. Mesela bundan 20 yıl önce Fransa'da hiçbir süpermarkette "helal ürün" reyonu bulamazdınız. Bugün "helal" reyonu olmayan market kalmadı.

Fransa'da devlet ve devletin elit kadroları "laiklik" ilkesi adına dindar Müslümanlara Anglosakson tipi bir özgürlük tanımaya yanaşmıyor. Müslümanlar Almanya'da, İngiltere'de kolayca cami inşa edebiliyor, fakat Fransa'da çok daha zordur. Örneğin ABD'nin Paris büyükelçisi makamında ezanlı iftar yemeği verir her yıl. Fransa'da hayal dahi edemezsiniz.

Özetlemek gerekirse Müslümanların hak talep etmesi de, çoğu zaman "İslamcılar" ile sıradan Müslümanlar arasındaki farkı görmek istemeyen sağ ve aşırı sağcı partiler, hatta son zamanlarda kimi sol partiler, tarafından siyasi malzeme olarak kullanılmakta. Bunu görmek için Fransız haber kanallarındaki tartışmaları birkaç hafta seyretmeniz yeterli. 


"Sol siyaset yapanlar, gerçekçi alternatifler üretemediğinden, aşırı sağcılara geniş bir kulvar açılmış durumda"

Dolayısıyla siyaset kurumu aşırı sağın tezlerini çürütmeye çabalamak yerine bu tezleri yeniden ambalajlayıp kullanmayı tercih ediyor son 10-15 yıldır. Merkez sağda bu akımı 2007-2012 arası Cumhurbaşkanlığı yapan Nicolas Sarkozy başlattı. O tarihlerde aşırı sağcılar Türkiye'nin olası AB üyeliğini sürekli gündeme getirirdi Sarkozy'yi zorda bırakmak için.

Sarkozy ve partisi de aşırı sağ korkusu nedeniyle bazı müzakere başlıklarını tek taraflı askıya alarak Ankara'nın AB sürecini baltaladı. Merkez sağın, aşırı sağa teslimiyeti bu tür ödünlerle başladı. Aşırı sağ da böyle zemin kazandı. Türkiye, Müslümanlar, göç, göçmen ve sığınmacı korkusu, AB, küreselleşme süreci... tüm bunlar Avrupa genelinde son 20 yılda yükselişe geçen aşırı sağın ekmek teknesi haline geldi.  

Avrupa ve Fransız soluna has başka sorunlar var. Sol 1991'de SSCB çöktükten sonra sistemik bir gerileme sürecine girdi. Kolektifi yani sendikaları unuttu, kendisini büyük ölçüde bireysel haklara adadı. Sosyal haklarla yeterince ilgilenmez oldu. Halbuki küreselleşmenin marjinal hale getirdiği işsiz ve dar gelirli sayısı çığ gibi arttı son 30 yılda. Merkez sağ ve merkez sol partileri işi palyatif çözümlerle götürmeye çalışıyorlar.

Sol adına siyaset yapanlar somut ve gerçekçi alternatifler üretemediğinden aşırı sağcı olarak tanımlanan milliyetçi-muhafazakarların önünde çok geniş bir kulvar açılmış durumda. İşin ilginci, aşırı sağcılar yakın geçmişte Donald Trump ve Vladimir Putin tarafından, değişik hedeflerle ve imkânlarla, açıkça desteklendiler. 


"Le Pen'in AB içindeki modeli Macaristan Başbakanı Orban ve partisi"

2- Macron ve Le Pen, ayrı Fransa ve ayrı Avrupa vizyonu demek. 

Macron; küreselci, NATO ile büyük ölçüde sorunu olmayan, Atlantikçi, federal Avrupacı, mevcut AB sistemini savunan, ekonomik ve siyasal liberalizmin sembolü bir lider. 

Marine Le Pen ise bunların tam tersi: küreselleşme sürecine mesafeli, 2009 öncesi olduğu gibi NATO'nun askeri kanadından çıkmak istiyor, ABD ve Rusya'ya neredeyse eşit mesafede duruyor, federal Avrupa fikrine karşı, mevcut AB'yi içeriden değiştirip ulusal egemenliklere dokunulmayan, uluslarüstü karakteri olmayan, sadece işbirlikleri temeline dayalı bir "Hür Uluslar Avrupası" yaratmak istiyor. Bu konuda Avrupa'daki tüm aşırı sağcılar, AB şüphecileri, ulusal egemenlikçiler ve kimi muhafazakârların desteğine sahip. 

Le Pen'in AB içindeki modeli ise Macaristan Başbakanı Viktor Orban ve partisi. Le Pen, iktidara gelmesi halinde, Fransa'yı Orban'ın Macaristan'ına dönüştürmeye çalışacak. Yani mümkün olduğunca milli ve manevi değerleri ön plana çıkaracak. Bol bol halk oylaması yapmaya çalışacak. Göç ve islamizmle mücadele yasaları hazırlayacak. Fransa'nın taraf olduğu kimi Avrupa Konseyi sözleşmelerinden de çekilebilir. Fakat şu da var: Fransa, Macaristan değil. Dinamikleri bambaşka.

Le Pen Cumhurbaşkanı seçilebilir ama iktidar olması zor. Cumhurbaşkanı seçiminin ardından haziran ayında milletvekili seçimleri var. O seçimlerde mecliste çoğunluğu elde etmesi mucize olur. Dahası, Le Pen'in seçilmesi solu kuvvetlendirir, sola yeni bir dinamik getirir.

Cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda Macron ve Le Pen'in ardından radikal solun adayı Jean-Luc Melenchon çıktı sandıktan. Melenchon yüzde 21,95 oy aldı, Le Pen ile arasında sadece 400 bin oy farkı var. Le Pen Cumhurbaşkanı seçilirse, seçildiğine pişman olabilir. Sokağa inmek için neredeyse herkesin mazeret aradığı bir ülkedir Fransa.

Macron'a gelince; yeniden seçilirse ufukta parlak bir Fransa görünmüyor. Macron ekonomik ve sosyal planda neyi ve kimi temsil ettiğini son beş yılda gösterdi. Tipik bir neoliberal siyasi olarak kimse kendisinden sosyal planda mucize beklemiyor, kendisi de böyle bir vaatte bulunmuyor zaten. Ukrayna'daki savaşın sürmesi halinde önümüzdeki sonbahardan itibaren ekonomik krizin derinleşmesi gündemde. Macron yönetiminde bir Fransa sarı yeleklilerin ve işçi sendikalarının yoğun eylemlerine sahne olabilir. 


Belkıs Kılıçkaya: 20 yıl önceki yabancı düşmanlığının yerini, İslam nefreti ve Müslüman düşmanlığı aldı
 

Belkıs Kılıçkaya-Gazeteci,TV Programcısı.jpg
Gazeteci, TV programcısı Belkıs Kılıçkaya

 

1-  90'lı yıllarda Fransa'da; çok kültürlülüğün esas alındığı, Avrupa Birliği'nin bir ateşkes anlaşmasından ziyade bir Barış Projesi olarak öne çıktığı, sömürge geçmişiyle hesaplaşmaya girişen, gelecek için ümit vaat eden bir toplum vardı. Tarihi olarak "Göçmenlere ve mültecilere açık bir ülke olması" Fransızlar için bir övünme meselesiydi.

Ama diğer taraftan Fransa'yı Fransa yapan bir tarihi ve birtakım kriterleri var. Bir taraftan yakın tarihte işgal altında olsa dahi soykırımın iştirakçisi ve gönüllü mensuplarının olduğu diğer taraftan sömürge geçmişi, metodolojisi, Müslümanlarla ilişkisi ve onlara nispetle bir kimlik tanımı ve hatta Denizaşırı sınırlarındaki siyah Fransızlarla da hiyerarşik bir ilişkisi var. Fransa'da varlığını muhafaza eden bu damar 20 yıldan bu yana yeniden canlanarak, güçlenerek geldi ve artık önüne geçilmesi zor bir dinamiğe erişmiş görünüyor. 

20 yıl içinde aşırı sağ fikir olmaktan da çıktı, sıradanlaştı. Bunu bugün Macron da söylüyor. 20 yıl önceki Afrikalı, Arap ve bazen Avrupa Birliği içinden gelenleri de kapsayan muğlak bir yabancı düşmanlığının yerini açık, aleni bir İslam nefreti ve Müslüman düşmanlığı aldı, siyasetin merkezine yerleşti, solda ve sağda da ciddi mevzi kazandı.

Göçmenler, İslam, Müslümanlar bu üçü de "mesele" ve bu tartışmalar eskiden klasik dar anlamlı Fransız laiklik yorumu dâhilinde ele alınırken bir süredir bir medeniyet hiyerarşisi dâhilinde kültürel ırkçılık ve bazen doğrudan ırkçı motiflerle yorumlanıyor. Soldaki bir, iki siyasi lider (Biri de Melenchon ki anketlere göre sadece bu sebeple Müslümanların yüzde 70'inin oyunu aldı ve beklenmeyen bir skor elde etti) bazı entelektüeller ve alternatif medya mensupları hariç -ki onlarda İslami-solcu ve hatta işbirlikçi diye suçlanıyorlar- bu islamofobi yarışında kimse küme düşmek istemiyor. Mesela, Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer ve Fransa Yüksek Öğrenim Bakanı Frédérique Vidal bu ithamı yapan isimlerden sadece ikisi… 

İslamofobik diye anılmak, övünme ve cesaret örneği olabiliyor. Mesela feminist entelektüel filozof Elizabeth Badinter, Marks and spencer'in haşema satması nedeniyle bu ve benzeri markaları boykot etmeye çağırmış ve Le Monde gazetesine verdiği röportajda "İslamofobik diye itham edilmekten korkmayın, ben korkmuyorum, kimse de korkmasın" diye çağrıda bulunmuştu.

Böyle nüfuzlu isimlerden temsil yeteneği olan bu ve benzeri yüzlerce örnek verebilirim. Bir Fransız Markası Decathlon tesettürlü kadınlar için kapşonlu bir jokking kıyafeti üretip satışa çıkınca siyasi sınıf sağdan sola "Bu bizim medeniyetimiz için tehdit, asla kabul edilemez" diye başlayan o kadar çok açıklama yapıldı ki mağaza, ürünü geri çekti ve irili ufaklı 100'lerce şiddet girişimine maruz kaldıklarını açıkladı. 

Liberalliğe, çok kültürlülüğe ve kendi deyimiyle laikçiliğe değil çoğulcu laiklik anlayışına vurguyla seçim kazanan Macron ve hükümeti ise geçen 5 yılda "Ayrılıkçılıkla mücadele" yasaları, İmamlar Şartı ve Fransız İslam'ı icat çalışmalarıyla, Avrupa'da ve Beşinci Cumhuriyet'te benzeri görülmemiş "mükemmel bir islamofobi" uygulamaları icraatına imza attı. Haliyle ve çok tabii olarak aşırı sağ daha da palazlandı. Elbette demokratik açığa dair ekonomik ve sosyal pek başka kalem de etken başta AB'ye ilişkin şikâyetler, 2008 krizi, Covid vs. var ama bunlar aşırı sağın bu derecede palazlanmasına izah olamaz son kertede. O zaman solun çıkması beklenebilirdi, gömüldü ama! 

Seçim kampanyasının en medyatik ve en güçlü adayları, aşırı sağ düşüncenin en etkili isimlerinden birine dönüşen eski sosyalist militan Renaud Camus ve onun Büyük yer değiştirme yani Arapların, Müslümanların Fransa'yı ele geçireceğini iddia eden komplo teorisine sarıldılar.  

2019'da Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde iki camiye saldırı düzenleyip 51 kişinin ölümüne 49 kişinin yaralanmasına sebep olan Brenton Tarrant'ın da etkilendiği o meşhur teori!  Le Pen öteden beri Camus'ya hayran, Yahudi asıllı Zemmour bu teoriyi medyatik şovunun ve siyasi propagandasının ana fikrine dönüştürdü.

Gaullist geleneğin ana merkez sağ partisi Les Républicains'ın adayı Valérie Pécresse "Büyük yer Değiştirme" teorisini merkeze taşıdı, göçmenler ve onların devamı kuşaklar için "Kağıt üstünde Fransızlar" ifadesini kullandı. Böylece aşırı sağ fikirlerin her biri rengi ve tonu ülkeyi işgale ve zehirlemeye girişti. Siyaset ve ana akım medyanın Müslümanlar üzerinden bu kadar korku siyasetini hâkim kılması elbette güvenlik siyasetini öne çıkardı ve o da yer yer polis şiddetine dönüştü. Kimilerinin iddia ettiği gibi Fransa'nın maruz kaldığı terör saldırıları böyle bir gidişatı asla izah etmez. 

Devlet eliyle, "terör", "İslamcı", "göçmen", "Müslüman", "cemaatçilik" hepsinin birbirine karıştırıldığı, Müslüman inancına dair ne varsa "öcü" diye parmakla gösterildiği, İslam dininin kitlesel gözetim ve baskıya muhtaç bir din olarak tasvir edildiği Fransa, bugün 2017'den daha İslamofobik bir ülke. Bu ayrı bir bahis konusu ama yine de söylemek isterim yukarıdan aşağı siyasetçilerin medyanın ve elitlerin islamofobi konusunda halka bu yoğun tazyikine rağmen yine de Fransızların hatta aşırı sağ tabanda dahi Müslümanlara karşı belli bir sağduyuyu koruduğu inancındayım. 


"Fransa'da aşırı sağı kılan şey, Avrupa Birliği'nden çıkış değil, Müslümanlar ve göçmenler"

2- Öncelikle Türkiye'de de pek iyi anlaşılmadığını düşündüğüm şu noktanın altını çizmek gerekiyor. Le Pen'i aşırı sağ yapan nedir, Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından çıkarmak istiyor, ancak De Gaulle de 1966'da Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından çıkarmıştı. "Fransa Avrupa Birliği'nden çıkmalı" demiyor ama ister istemez fiili durum yaratacak vaatleri var. "Bir referandum yaparak Anayasa hukukunun Avrupa hukuku üzerinde üstünlüğünü tanıyacağım" diyor. 

Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden çıkışına önderlik eden Muhafazakâr Parti, neticede aşırı sağ bir parti değil o halde üstelik biraz da muğlak bir vaat, bir partiyi aşırı sağ yapmaya yetmez. Onu ve ona desteğini açıklayan Zemmour ve Dupont-Aignan'ı aşırı sağ kılan ve bu üçünün de siyasi pozisyonlarını ortaya koydukları ve hedef aldıkları bir "düşman" var. Müslümanlar ve göçmenler.

2012'de partinin liderliğini alan Le Pen partisindeki antisemit söylemleri sildi, ülkedeki Müslüman azınlığa ve göçmenlere karşı cephe oluşturdu.  Yahudi asıllı aday Zemmour ise tarihi vak'alar üzerinden bazı antisemit söylemlere giriştiyse de açıkça ırkçı, Müslüman düşmanı bir propagandayla çıktı ve çok kısa bir sürede ilerledi. Bu arada Eric Zemmour ilk turda İsrail'deki Fransızlardan yüzde 53,59 oranında oy alarak rekor kırdı!  


"II. Dünya Savaşı'nı yaşamış ünlü entelektüel Edgar Morin, Büyük bir tsunami oluştuğuna dikkat çekiyor"

Macron, mesele olarak ne varsa, hatta ülkenin iç sorunlarını dahi AB politikaları dâhilinde çözmeyi hedefliyor, beş yılın ardından bunu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Fransa'nın yani Avrupa Birliği'nin kurucu iki ülkesinden birinin nereye gittiğini göstermek için birkaç rakam vermek istiyorum.

Chirac 2002'de baba Le Pen'e karşı seçimi yüzde 82,21'le bitirmişti. 2017'de Macron yüzde 66, Le Pen yüzde 34 oy almıştı. Pazar günü yapılacak seçimlerde ise artık farkın 2-10 puan arasında değiştiğini söylüyor anket şirketleri. İlk turda Macron'un yüzde 27,84'lük oy almasına karşılık Le Pen yüzde 23,15 oranında, aşırı sağcı diğer iki aday Zemmour yüzde 7,07, Nicolas Dupont-Aignan yüzde 2,28 oranında oy aldı. Böylece aşırı sağın toplam oyu ilk turda yüzde 32,50 oldu. İkinci Dünya Savaşı'nı yaşamış büyük entelektüel 101 yaşındaki Edgar Morin "Korkarım büyük bir tsunami oluşuyor" diyor! 


Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger: Seçimin kaderini büyük ölçüde, boyun eğmeyen Fransa Hareketi seçmenleri belirleyecek
 

Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger-Kocaeli Üniv. Uluslararası İlişkiler.jpg
Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger

 

1- Genel olarak Avrupa'da özel olarak da Fransa'da yabancı düşmanlığı, aşırı milliyetçilik ve İslamofobi'nin güçlendiği hiç kimse için sır değil. Avrupa ülkelerinde daha önce marjinal kabul edilen ve çoğu kez baraj altında kalan siyasal partilerin arkasındaki kamuoyu desteğinin günden güne arttığı ve bazı ülkelerde ana muhalefet partisi konumuna yükseldikleri görülmektedir.

Bu kategori partilere örnek olarak; Hollanda ve Avusturya'da Özgürlük Partisi, Fransa'da Ulusal Cephe, Almanya'da Almanya İçin Alternatif ve İtalya'da da Kuzey Birliği'ni saymak mümkün. Yani Avrupa genelinde böyle bir eğilim var. Spesifik olarak Fransa'ya baktığımızda ise bu genel eğilimin daha da güçlendiğini görmek mümkün. 

Fransa'da ulusal ve Avrupa Parlamentosu düzeyinde ırkçı, yabancı düşmanı siyasal partilerin desteği neden artıyor? Bunun bir düzineye yakın sebebi var. Evveliyatla bu durum, Avrupa genelinde refah toplumu standartlarından geriye gitmenin bir yansıması. Avrupa bütünleşmesi 2004 yılında eski komünist ülkeleri içeri alıncaya kadar üye ülkelerde yüksek hayat standardı için uygun zemin yaratmıştı. Varşova Paktı, Yugoslavya ve SSCB ardılı devletlerin bir bölümünün AB'ye katılması bütünleşmenin sağladığı refah toplumu göstergelerini aşındırdı. 

İkinci olarak Fransa'nın İngiliz Uluslar Topluluğu mekanizmasını taklit ederek Fransızca Konuşan Ülkeler Topluluğu adıyla bir kültürel uluslararası örgüt kurması ve eski Fransız sömürgelerinden gelenlere ayrıcalık tanıması, Afrika'dan, Cezayir'den ve dünyanın başka yerlerindeki sömürgelerden Fransa'ya nüfus akışına sebep oldu. 

1970'li ve 1980'li yıllarda Fransa'ya ekonomik saikle göçe izin veriliyordu. Yani işgücü açığını gidermek maksadıyla. Frankofoni Ülkeler Topluluğu ile birlikte Fransa'ya göçün yelpazesi tüm eski Fransız sömürgelerini içine alacak şekilde genişledi. Ekonomik saikle ülkeye gelenlerin büyük çoğunluğu sağlanan sosyal haklar nedeniyle Fransa'da daimî kalmayı tercih etti. Dış dünyadan gelenlerin doğurganlık oranlarının yüksekliği, Fransız toplumu içerisinde yabancıların görünürlüklerini arttırdı. 
 

 

"Göçlerle birlikte, aşırı milliyetçi siyasi hareketlerin toplumdaki desteği arttı"

2001 yılında İkiz Kuleler saldırısının ardından yabancılara karşı toplumda oluşan tepki, Ulusal Cephe ve daha aşırı çizgideki siyasal partilerin güçlenmesine yol açtı. Arap Baharı sonrasında bir yandan Avrupa ülkelerine Cebelitarık, İtalya, Yunan adaları ve Türkiye üzerinden kavimler göçü şeklinde mülteci akını, öte yandan siyasal istikrarsızlık ve ekonomik saikle Afganistan, Pakistan ve Mağrip ülkelerinden göçler Fransa'da aşırı milliyetçi siyasi hareketlerin toplum içerisindeki desteğini artırdı. 

Tüm bu gelişmelere Fransız siyaseti, kaçınılmaz olarak bir tepki ortaya koydu. Hem marjinal, ırkçı, yabancı düşmanı siyasal partiler güçlendi, hem de merkezde bulunan partilerin oy desteğinin azalması nedeniyle bu kategori söylemlere daha fazla yer verdiler.  Bu vakitten sonra Fransa'nın ve diğer ülkelerin zenefobiden uzaklaşabilmeleri kolay değil. Bunun için önümüzdeki yıllarda Avrupa bütünleşmesinin yeni bir dinamizm yakalaması ve refah toplumu hedefini yeniden canlandırması ilk adım olabilir.  


"Fransa, başından beri NATO içerisinde ABD patronajına karşı isyan eden bir devlet"

2- Fransa'da siyasal gözlemcilerin büyük çoğunluğu ikinci turda Macron'un başarılı olacağını iddia ediyor. Ben o kanaatta değilim. Seçimin kaderini büyük ölçüde Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi seçmenlerinin tutumu belirleyecek. Sol siyasi çizgide olmalarına rağmen bu siyasi hareketin mensupları yabancılar politikasından rahatsız oldukları için Macron yerine Le Pen'i tercih edebilirler. Seçim şu anda bana göre hâlâ ortada. 

Seçimleri Emmanuel Macron'un kazanması halinde, Fransa'nın içeride ve dış dünyada mevcut politikalarını sürdüreceği anlaşılmaktadır. Her ne kadar Macron çeşitli zamanlarda AB ve NATO aleyhine radikal bir dönüşüm işareti olarak algılanan açıklamalar yapmış ise de son tahlilde uzlaşması bir çizgiye geldiği görülmektedir. NATO'nun fonksiyonunu tartışmaya açması, AB içerisinde liderlik ve eşitler içerisinde birinci olma hedefini beyan etmesi, ama ardından da reelpolitiğin ağır basması neticesinde klasik Fransız pozisyonlarına dönmesi, öyle anlaşılıyor ki Macron'un kazanması halinde devam edecek. 
 

 

"Le Pen seçilirse, AB bütünleşmesini doğrudan ve dolaylı biçimde etkileyecek"

Seçimleri Le Pen'in kazanması halinde ise bu durumun NATO ve AB nezdinde yansımaları olacak. Le Pen, tıpkı de Charles de Gaulle döneminde olduğu gibi Fransa'nın NATO'nun askeri kanadından çekileceğini açıkladı. Bunu yapar mı yapmaz mı tam olarak bilemiyoruz. Ama Fransa'nın en başından beri NATO içerisinde ABD patronajına karşı isyan eden bir devlet olduğu ortada. 1966 yılında askeri kanat faaliyetlerinden çekilmiş ve geri dönüşü ancak Sarkozy iktidarı döneminde mümkün olmuştu. 

NATO, ilk kurulduğunda karargâhı Paris'te bulunuyordu. Fransa, askeri kanat faaliyetlerinden çekilince karargâh Brüksel'e taşındı.  NATO'nun yeni bir konsept arayışı içerisinde bulunduğu bir dönemde Le Pen iktidarındaki Fransa'nın nereye kadar sorun/sıkıntı çıkarabileceği bilinmiyor. Ama böyle güçlü bir damar var Fransa'da eskiden beri. Eğer bu yönde adım atacak olursa Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı sonucunda ortaya çıkan NATO içerisindeki birlik görüntüsü ve ittifakın genel yapısı bundan zarar görecektir. 

Le Pen yönetimindeki Fransa çok doğal olarak AB bütünleşmesini de doğrudan veya dolaylı biçimde etkileyecek. Temelleri Paris ve Roma antlaşmalarına dayanan Avrupa bütünleşmesi bir yandan derinleşme öte yandan genişleme yoluyla başlangıçtan bugüne çok önemli gelişme kaydetti. İki Almanya'nın birleştiği 3 Ekim 1990'a kadar Fransa, tartışmasız biçimde Avrupa bütünleşmesinin patronu idi. Le Pen idaresindeki Fransa'nın evveliyetle ayrı arayış içerisinde olması beklenmektedir. 

İkinci olarak, AB halen bir ara dönem fetret devri yaşamaktadır. Bu duraklamanın sebepleri olarak Anayasanın 2005 yılında reddi, Varşova Paktı, SSCB ve eski Yugoslavya ardılı kimi ülkelerin AB'ye katılması, 2008 ekonomik krizi, Arap Baharı sonrasında mülteci akını ve Brexit'i saymak mümkündür. Tam bir yıl önce bu duraklamadan çıkış için 9 Mayıs 2021'de AB'nin Geleceği Konferansı faaliyete başladı. Burada çeşitli alternatifler enine boyuna tartışılmaktadır. 

Fransa'da Le Pen iktidarı söz konusu olması halinde AB'nin gelecek senaryoları içerisinde esnek bütünleşme/iç içe geçen halkalar modelinin favori haline geleceğini düşünüyorum. Bu modelde ülkeler 4 kategoriye ayrılmakta ve yeknesak/tek tip bütünleşmeden sapılmaktadır. Fransa'nın da esasen savunduğu bu görüş, Le Pen yönetimi ile birlikte daha da öne çıkacak gibi gözükmektedir.

Bu modele göre çemberin merkezindeki sert çekirdek içerisindeki ülkeler, siyasal askeri birlik aşamasında bulunacak, ikinci çember parasal birlik ülkeleri, üçüncü çember ortak pazar ve son halka da ise gümrük birliği içerisindeki ülkeler yer alacak. Le Pen kazanması halinde Avrupa bütünleşmesinde bu modelin güçleneceğini düşünüyorum. İkinci olarak da Le Pen idaresindeki Fransa AB liderliği rekabetinde Almanya'nın 1990'dan beri gittikçe güçlenen tekelini zorlayacaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU