Pan-milliyetçilik

Dr. Yüksel Hoş Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Picryl

"Jeopolitik". Bu kelimeyi sıklıkla duymaktasınızdır.

Hatta bunu bir de jeostrateji ile birlikte künyesine yazanlar vardır ki ben en çok onları severim.

Severimden kastım beni çok eğlendirmeleri. Son 10 senedir mizah dergisi almıyorum. Sebebi de bunları izliyor olmam. Bu jeopolitik dehalarından ayrıca bahsederiz.

Bugün kelimenin kökenine de tarihine de girmeyeceğim ama sadece öneminden bahsedeceğim. Bunu da milliyetçilikle bağlayacağız.

"Niye milliyetçi olmalıyız ki?" diyenleriniz vardır. Gelin bir ufak sohbet yapalım.


Jeo-politik ki aslı geopolitics şeklindedir, bunun ilk kısmındaki GEO yani "YER" kelimesinden de anlayacağınız üzere coğrafyanın ta kendisidir.

Jeopolitik, siyasi coğrafyadan ayrılmış bir alan olup siyasi coğrafyanın kurucusu ve babası diyebileceğimiz ve babamdan sonra en çok önemsediğim kişi olan Friedrich Ratzel sayesinde gelişmiştir.

Ama bu terimi ilk kullanan o değildir. Onun çağdaşı ve İsveçli bir meslektaşı, deyimi yerindeyse çalışma arkadaşı olan Rudolf Kjellen tarafından ilk kez kullanılmıştır.

Kjellen, Ratzel'den şiddetli derecede etkilenmişti ki sadece o değil, yine Alman coğrafyacılar olan Carl Ritter ve Alexander Von Humboldt'un da sıkı bir takipçisi idi.

Kjellen, jeopolitik kelimesini literatüre esas sokan kişi olarak bilinir.

Ona göre jeopolitik; demografik, ekonomik, politik, sosyal ve coğrafi faktörlere dayanan yaşam formları olarak devletlerin bilimi şeklinde tanımlanıyordu.

Kjellen, bir parça aşırıya kaçmayı seven ve önerdiği hipotezlerde Ratzel'in görüşlerini abartan bir bilim adamıydı; ama yine de çok iyiydi.

Zamanında siyasi coğrafya hamuru onun sayesinde çok su aldı ve çok kabardı. Siyasi coğrafya ve jeopolitik, bu isimler sayesinde yürüdü. Bu açıdan kendisi jeopolitik biliminin gelişmesinde emeği yadsınamaz biridir.

Neredeyse tüm eserleri Almancaya çevrilmiş olmasına rağmen, tamamı İngilizceye çevrilmemiştir. Bu sebepten Almanlar, deyimi yerinde ise bu saklı cevheri iliğine kadar içmiş ve faydalanmışlardır.

Onun yazdıkları ve ondan çevrilen tüm eserler ise Alman jeopolitik kuramcı Karl Haushofer'e ilham olmuştur.


İsveçli olmasına rağmen Ratzel ile birlikte Alman Siyasi Coğrafya ekolünün kurucusudur ve bir Nazi olmamasına rağmen (o dönemde Nazizm yoktu) romantik milliyetçiliğin tesiri ile Alman merkezli çok uluslu bir Germen devleti rüyasına yatkındı.

Faşist asla değildi; ama İsveçliler gibi küçük bir Germen milletinden olup Rusya'ya karşı bu coğrafyada var olmanın, amiyane tabirle Almanların arkasına takılmak ve Germen ırkının en kalabalık toplumunun ardında vagon olmakla mümkün olacağını çözmüştü.

Bu bağlamda Kjellen pan-nasyonalist denebilecek ama gerçekçi bir bilim adamıydı.

Kjellen'in aklındaki ve yazılarındaki bu birliğe ilişkin tanımı, daha sonra NATO olacak olan şeyle aslında pratik olarak neredeyse aynıdır.

Kıta Avrupa'sının veya en azından Orta Avrupa devletlerinin garantör gücü olarak ABD'ye değil Almanya'ya inanıyordu o ve haksız değildi.

ABD o günlerde süper güç değil ve olsa da binlerce kilometre öteden seni burnunun dibindeki düşman olan Ruslara karşı korumaz, koruyana dek de geriye senden bir şey kalmaz...


NATO'nun Soğuk Savaş'tan sonra hayatta kalması ve etnik köken ile bölgesellik söylem analizine odaklanması, Kjellén'in fikirlerini daha da anlamlı kılıyor.

Kjellén'in jeopolitik düşünceleri yalnızca 20'nci yüzyılın başlarındaki "organik devlet" kuramlı yapılarda değil, aynı yüzyılın ikinci yarısındaki çok uluslu ve kozmopolit askeri birlik içinde de görülebilir.

Ayrıca, son yıllarda 'medeniyetler çatışması' tartışmasını da görebiliriz.

Bu açıdan Kjellén bir İsveçli olarak Alman liderliğindeki çok uluslu ve milletlerin birliğine inanıyordu.

Alman lokomotifi öncülüğünde "bağımsız" ve "özgür" milletlerden oluşan bir birlik onun için Avrupa'nın birliğinin reçetesi idi.


Bazıları anlamakta zorlanıyorlar. 'Neden bir Boşnak, Arnavut ve Rumeli Müslümanı, Türk'ten fazla milliyetçi oluyor' diye.

Zor değil bunu anlamak ama bunun için "bölgeselci" ve "aşiretçi" kafanın dışında düşünmek gerekiyor.

Hiçbir Bosnalı ve Arnavut, Türkiye'nin eyaleti olmak istemiyor ancak arzuladıkları huzurun sadece Türklerin liderliğinde, tarihi bağları olan ve onları istismar etmeyecek bu milletin öncülüğünde olacağını biliyorlar.

Bu sebepten çıkarlarını Türklerin gücü ve jeopolitik yükselmesine bağlamaları her bir Boşnak, Türk dostu Arnavut ve Rumeli Müslümanında yerleşmiş bir psikolojidir.


Etnik milliyetçiliğin dünyasını geride bırakmaktayız. Artık rasyonel milliyetçilik ve pan-nasyonalizm; yani pan, birleştirici milliyetçilik dünyasına adım atılmakta.

pan-nasyonalizm, dilimize çevrilecek olursa "birleştirici üst-milliyetçilik" olabilir ve buna milletçe bir parça yabancıyız. Bu sebepten de örneklerle açıklayacağım.


Bir coğrafyada farklı toplumların çeşitli ortak paydalara dayalı "daha yüksek" bir pan-ulusal kimlik yaratmak için ufak tefek milletleri tek bir ana gövdede toplamaya yönelik bir milliyetçilik türüdür bu.

ABD'de "Amerikalılık" bir pan-milliyetçi kimliktir. İsviçre'deki İsviçrelilik de benzer bir paydaya oturur.

Pakistan gibi onlarca etnik topluluktan meydana gelen bir ülkede PAK, TEMİZ ÜLKE yani Pakistan kimliği yaratmak, bir pan-milliyetçilik ürünüdür. Pakistanlı diye bir etnik grup yoktur ama Pakistanlılık vardır.

Hindistan'a karşı var olmak için Müslüman Hindistan toplumlarının ayrılarak kurduğu bu ülke de bir pan-milliyetçilik ürünüdür.

Ama asla Türkiyelilik gibi saçma sapan bir şey bu örneğe girmez. Türkiyelilik yoktur. Türklük vardır ve Türkiye Cumhuriyeti'ne anayasal bağ ile bağlı olan herkes, etnik kökenine bakılmaksızın Türk'tür.

Etnik köken ve etnik aidiyet de birbirinden farklıdır. Kökeninin geldiği etnisite farklı, aidiyet hissettiğin etnisite farklı olabilir. Kimliğin, senin ifade ettiğin kimliğe, bireysel beyanda söylediğine bakar.


Günümüzdeki Avrupalılık fikri de bir pan-milliyetçiliktir. Esasen Hitler de Almanlık yaygarasının altında Germen ve Latin yönetimindeki bir Avrupa idealinin pan-milliyetçisi idi.

Ve Hitler'in kaba kuvvetle yapamadığını ya da yapıp uzun süre hayatta tutamadığı "Lebensraum" ülküsünü, yani yaşam alanını geniş tutup varlığını ebediyen sürdürmeyi Alman liderliğindeki Avrupa Birliği (AB) başarmıştır.

Bunu da silahla değil, bir ekonomik çıkar ve jeopolitik zaruret ile bir arada tutuyorlar.

Ne var ki AB'nin Alman kontrolüne girdiğini, Almanların da küresel sermayenin kontrolünde olduğunu gören İngiltere, kaderini AB'den ayırdı.

Bu ayrılmada Almanların da istediği bir ölçüde oldu aslında. Çünkü artık daha çok söz sahibi oldukları bir AB vardı ve bu AB en çok Churchill'in rüyasıydı.

Şöyle diyordu Churchill:

Bugünkü İsviçre gibi, birkaç sene içinde tüm Avrupa'yı veya Avrupa'nın büyük bir bölümünü özgürleştirmenin ve mutlu etmenin bir ilacı var. Avrupa'nın barış ve güvenlik içinde özgür bir biçimde yaşamaları için bir düzen getirmeliyiz. Eğer Avrupa kendi ortak mirasında birleşecekse 300-400 milyon insanın tadını çıkaracağı refahın, ihtişamın ve mutluluğun sınırı yoktur.... Bir çeşit Avrupa Birleşik Devletleri inşa etmeliyiz.


II. Dünya Savaşı'ndan bir sene sonra 1946 yılının eylül ayında, Zürih Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada söylemiştir bunu.

Bundan 5-6 sene sonra Almanya, İtalya, Fransa ve Benelüks ülkeleri Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu denen AB'nin ilk omurgasını oluşturacak birliği kurar.


İngiltere, AB idealine en az kafa yoran ancak bundan en çok çıkarı olan ülkedir aslında.

İngiltere'nin çıkarı, imparatorluğunda yaşayanların burnu kanamadan yaşam süresini uzatmasıdır; çünkü her şekilde "red zones" denen çatışma hatlarından uzaktadırlar.


Avrupa Birliği idealine en çok kafa yoranlar ise Slavlar ve Ruslarla tarih boyunca savaşmış olan ve onlarla birçok yerde iç içe geçmiş olan Almanlardır.

Almanlar için problem, yaşam alanını (Lebensraum) önce kurtarmak, bunu yapamıyorsa elde olanı korumaktır ve bu yaşam alanı, Rusların varlığı söz konusuyken asla gelişemeyecek ve güçlenemeyecektir.

Enerji bölgelerine, verimli tarım alanlarına, madensel ve stratejik bölgelere ulaşmayan bir yaşam alanı, büyük devletin devamını sağlayamazdı.

İşte bu sebepten bunların tamamına sahip olan bir gücün, Rusya'nın er ya da geç dize getirilmesi gerekiyordu. Bu ya savaşla olacaktı ki olmadı ya da barışla...


Barış zamanında Rusya hiçbir havuçla yola getirilemedi. Sopa için de fazla büyük olan Rusya'nın "daha fazla sopası olduğu" gerçeği ona sopa kullanılmasını da engelleyen ayrı bir problemdir.

Şimdi Rusya'nın içine çekildiği Ukrayna krizi senelerce Rusya'nın başına sarılırsa ortada 3 senaryo görmek mümkün ki bu üç senaryonun üçü de Avrupa'nın savaşa karışmamasına bağlı.

Avrupa savaşa hiç karışmazsa kazanacak.

Kazanırsa eldeki bulgurdan da olacaklar.

Bu senaryolar kısaca şunlar:

1. Rusya, Ukrayna ile yorulur, bitmiş bir ekonomi ve bezgin bir halk ve iktidara geçecek kişinin Rus milletine hedef olmayacağı yarı kayıp yarı kazanç içeren bir anlaşma imzalatılır.

Donbas ve Kırım gibi yerlerden birisi Rusya'da kalır, biri Ukrayna'ya bırakılır. Bu, Rusları tatmin etmez ama milli duyguları yatıştırır.

Unutmayın ki Rus kültürü, millidir ve gücü önemseyen bir kültürdür ve Kırım'ın kaybını fazlasıyla önemser.

1856'daki Kırım Savaşı'nda Kırım Rusya'dan alındığında bile iade edilmesi, Rusya'nın damarına çok basılmaması içindir.

Avrupa hiçbir savaşta Rusya'nın rövanşist davranması ihtimalini göze alamıyor.

Rusya hiçbir zaman tamamen yok edilmek istenmiyor, çünkü yok edilecek olursa bu bölgede güçlenecek olan gücün Çin ve Türkler; ama daha çok Çin olduğunu biliyorlar.

Bu yüzden barış görüşmeleri kaç kez düzenlenirse düzenlensin Kırım'ın Ruslara verileceği veya Ukrayna'da kalacağı bir formül yok.

Ukrayna, Kırım'ın verilmesini kabul etmez, Ruslar da Kırım'dan vazgeçmez. Kırım, Donbas ve Lugansk ne zaman Ukraynalı oldu ki? Buralar da zaten hep bir parça Rus'tu.

Rusya'nın etnik hakları, Ukrayna'nın da yasal egemenlik hakları olan bu coğrafyada 2+2=4 misali şunu görüyoruz ki bir anlaşma zemini olmayacak ve bu güçlerden birisi eriyene, bitene dek savaş devam edecek.

Rusya her açıdan; ama esas ekonomik olarak bitirildiğinde ise gerilerden gümbür gümbür gelen Sorosçu açık toplum, çiçek böcek kuşağına müreffeh bir Rusya kurdurulacak.


2. Ukrayna eğer bu savaşı 5 sene sürdürürse hiç şüpheniz olmasın şimdilerde nüfusu 30 milyonlu rakamlara düşen Ukrayna, 5 sene sonra 10-15 milyona düşecek ve o nüfus da ülkenin çoğunlukla batısında yaşayan kısım olacak.

Savaşma çağındaki erkeklerine ülkeden çıkış yasağı koyan Ukrayna, bu savaşı 10 seneye uzatırsa erkek-kadın cinslerinden oluşan nüfusu asla eşleşip bir sonraki kuşağı meydana getiremeyecek ve savaşın devamını geçin, milli varlığın devamını sağlayamayacaklar.

Bu açıdan ülkeden kadınların ve çocukların çıkışı ve erkeklerin kalıp savaşması da sürdürülebilir değil ve bu da 5 sene ile sınırlıdır.

Avrupa kendi sarışın Afganistan'ı haline getirdiği Ukrayna'yı, Rus'u zayıflatma amacıyla silahlandırıp beslerken gerilerde "gelecekteki bir savaşa" daha iyi hazırlanmak için zaman kazanacak.

Ukrayna savaşırken ve Ukrayna'nın evlatları yüzer, biner ayçiçeği tarlalarına ve Kiev'in, Mariupol'ün donmuş betonlarına düşerken Batı Avrupa, kendi siperlerini, savaş ekonomisini hazırlıyor olacak ve daha önceki yazılarda da dediğim üzere tıpkı Romalıların birinci safta savaştırdığı Slav kölelerle kazanılan zamanı ikinci saftaki ana orduya zaman kazandırmak için kullandığı gibi kullanacak.

Savaş eğer bu yaz mevsimini atlatırsa büyük olasılıkla 5 seneye daha uzayacaktır. İkinci senede bu savaşa Belarus ve Rus bağlaşığı ülkeler de eklenecektir ki bu durumda savaş Baltıklara bir şekilde uğrayacaktır ve kalan 3-4 seneyi Baltıklarda sınırlı bir cephede izliyor olacağız.

Burası, Norveç'in kuzeyini saymazsak, AB'nin ve tabi NATO'nun Rusya'ya temas eden tek kısmıdır.

Baltıklara dokunan bir savaşta eğer NATO müdahalesi olmazsa Rusya, coğrafi hapishanesi olan Baltık Denizi'nden yecuc mecuc gibi Kuzey Avrupa kıyılarına doğru sarkacaktır ki bunu deniz gücüyle yapması şart değil.

Kuzey Avrupa, yeryüzündeki en büyük ovalardan biridir ve gayet tabi bunu kara gücüyle de başarabilir.

Kuzey Avrupa ovası, yürüyerek gidebileceğiniz ve birçok yerde gözünüzün bir tek dağ görmeyeceği bir çöküntü havzasıdır.

Öyleyse Rus mutlaka meşgul edilmeli. Bunun için köleden kıymetli, efendiden kıymetsiz olan birkaç milyonluk Baltık halkları niye harcanmasın?

Evin babası dükkanda işleri düzene sokmak için evden vazgeçer ama para getiren dükkan işlemeye devam etsin diyedir.

Baltıklar dükkan değil ev. Orada yaşayanların evi. Para getiren, paranın toplandığı yer ise yani dükkan ise daha batıda...

Öyleyse nereler kaybedilebilir, nerelerden vazgeçilebilir bunu görmeliyiz ki geleceğe dair çıkarımı sağlıklı yapabilelim.


Bu tür bir senaryo, Batı'ya artı bir zaman kazandırır. Rusya, ablukaya alınacak Kaliningrad'ı kurtarmak için er ya da geç Suwalky koridoruna saldıracaksa 90-95 kilometrelik bir koridor için Batı tıpkı zamanında Nazilerin kapattığı Gdansk koridoru için Polonya'yı "anında" kurtarmadığı ve vaktinde savaşmadığı gibi yine "anında" savaşmayacak ve gücü toplayana dek diplomatik top çevirecek ya da düşük yoğunluklu bir savaşa girecektir.

NATO, çok büyük olasılıkla Baltıklara Rusların saldırması halinde de devreye girmeyecek. Nasıl olsa Ukrayna ile Rusya arasına bir kan davası soktu ve artık Avrupa için ve kendileri için Ruslarla savaşacak 40 küsur milyonluk bir halka sahipler.

Avrupa en az 5 sene kazandı ve bu 5 senede ne yapacaklarını izleyeceğiz. Savunma bütçelerini artıracak, savunma ve strateji konulu bilimsel çalışmalar ve Think-Tank kurumlar desteklenecek, belki bazı filmlerle toplumların milli duyguları yükseltilecek.


İngiltere'nin daha bir süre kenardan, uzaktan efelenen bir ülke olacağını tahmin ediyorum çünkü burada tehditten uzakta ve maçı saha kenarından idare eden teknik adam durumundalar.

Coğrafya onlara bu imkanı tanıyor. Dünyada iki imparatorluk vardır. Bunlardan birisi İngiltere, diğeri Rusya'dır.

ABD ve Çin, iç yapılanmaları ve karar alma mekanizmaları ile süreçleri çok farklı oldukları için bu iki güçten farklıdırlar. Hepsi de emperyalisttir ama imparatorluk dendiği vakit ya İngiliz ya da Rus İmparatorluğu vardır ve ikisi de hala capcanlıdır.

Dolayısıyla savaşın 5 seneyi bulması senaryosunda Ukrayna ile zaman kazanan AB de bir parça zayıflayacak ve İngiltere ile ABD'nin kapısını çalarak daha fazla muhtaç olacaktır.

Ateş hattına yakın olan her güç, savaş uzadıkça bir batıdakine muhtaç oluyor bu oyunda. En batıdaki zaman kazanıyor ve gücünü topluyor, yayını geriyor.

Kazanan da en batıdaki olacak ki bu, küresel sermayenin merkezi olan ABD ve onun kuzey komşusu olan Kraliçe topraklarından başkası değil.


Bu savaşın sonunda Rusya ve Çin'in pek bir şansı yok. Çin, hiçbir şey satamayacağı bir dünya ile savaşı asla seçmez. Rusya'yı asla açıktan destekleyemez ve asla birlikte bir dünya savaşına giremez.

Çin'in kodlarında bir savaşa başlayıp bitirecek bir irade de yoktur. O iradenin oluşması için bugünlerde garip bir şekilde milliyetçileştirilmektedir Komünist Çin.


Çin'in savaşması halinde de güneyde kafesinden salınmayı bekleyen ve toplam nüfusu Çin nüfusundan hayli fazla olan Güney Asya ülkeleri bulunuyor.

Çinlilerin geleneksel olarak çok çekindikleri Vietnam, dağlarla korundukları Hindistan ve bu 5 senede ne tür bir savaş makinasına benzeyeceğini bilemediğimiz Japonya, denklemin bilinmezleri.

Son günlerde Pakistan'ın ABD'ye efelenmesindeki ana mesele ise Pakistan'ın artık Çin'e giderek daha fazla bağlanması. Çin'in ağzı ile konuşmaya başladılar ve bunun Pakistan'a hiçbir getirisi yok.


3. ve son senaryoyu ise; Rusya'nın tüm Ukrayna ve AB'nin gücünü tüketeceğine dair bir ihtimale ayıralım.

Bu ihtimalle Rusya savaştan zaferle çıkar ve Ukrayna'yı alır ama Putin bir şekilde hastalanır, ölür ve Rusya sonraki politikacılar ile çok barışçıl bir ülke haline gelir; hatta dünya ile de yeniden bütünleşir ama pirig zaferi sebebiyle savaştan çıkmış ve çölde suya ihtiyacı olurcasına susadığı likiditeyi sağlayan kaynaklara sıkı sıkıya bağlanır.

Küresel fonlarla desteklenen gençlik örgütleri, "No War" sloganları ile büyüyen gençlik ve o gençliğe fonlanan paralar, fonlanan medya ve politikacılarla Rusya adeta Rus benliğini unutur veya "utandırılır" ve bir yeni Avrupalılık "pan-milliyetçiliğine" eklemlenir.

Tıpkı 1945 sonrasında Almanların reddi miras yaparak Nazi geçmişinden utanmalarının sağlanması ve kendilerini Avrupalılık ideallerine bağlamalarına ve Fransa ile dost olmalarına benzer bir şekilde Rusların da elinden 20-30 sene sonraki bir dönemde tüm savaş kazanımları alınabilir.

Bunu bizler görmesek de ömürlük ve asırlık planlar vardır.


Unutmayın, küçük devletler seçim dönemleri için politikalar yaparken orta devletler liderlerinin yaşam süreleri kadar, büyük devletlerse politikaları yapanların bile sonunu göremeyecekleri ama milletlerinin mutlak karlı çıkacağı asırlık projeler ve politikalar uygularlar.

'Rusya kazandı, bitti' dediğiniz anda hiçbir şeyin kazanılmadığını bilin. Kazanım diye bir şey yoktur. Kazanımı elde tutacak istikrar vardır.

Eğer 711'de İspanya'da doğmuş bir Hristiyan olsaydınız, Cebelitarık Boğazı'nı geçerek topraklarınızı alan Araplardan bir daha o toprakları asla kurtaramayacağınız gerçeği sizin moralinizi bozar; eğer o tarihlerde bir Arap olsaydınız, fethin coşkusu ile muzaffer hissederdiniz.

1100'lerde aynı bölgede yaşıyor olsaydınız, yüzlerce yıldır yükselen Endülüs ve yüzlerce yıldır gerileyen Hristiyan dünyadaki duruma göre aynı şekilde düşünürdünüz.

1492'de ise her şey değişti ama. Ne oldu? Endülüs'ün son kalıntısı da İspanya'dan atıldı. Katliamlar ve büyük bir aşağılanma ile koskoca bir medeniyet, 800 yıllık bir İslam devleti yok oldu.

Demem odur ki eğer bu 800 yılın içerisinde yaşasaydınız bu istikrar hiç bitmeyecek, bu 800 yıl hiç bitmeyecek sanırdınız.

Çünkü bireysel yaşam dönemi içerisinde insan, kendisini çevreleyen minör zaman ölçeği ile muhataptır.

Ama 800 yıllık devlet yok oldu ve günümüzde İspanya var.

Bunu tersten düşünürseniz, İspanya da bu topraklarda kalıcı değildir.

Nasıl?

Eğer bir 800 yıllık devlet yok olabiliyorsa, İspanya'nın da 800 yıl kalacağının garantisi hiç yok demektir.

Öyleyse hiçbir askeri kazanım kazananların yanında kalmıyor.

Peki, kazancı nasıl uzatabilirsin?

İstikrarla. Ekonomik ve politik istikrarla.

Şu anda İspanya'nın karşısında ne bir kültür toplumu olan ve kaybını geri getirecek kozmik planlara sahip bir Arap üst aklı ne de bunu dizayn edebilecek bir irade vardır.

Para ile kuleleri ve gökdelenleri yükseltebiliyor ama olmayan bir ortak tarih şuuru olmadığı için nostaljik bir milli romantizm hiç gelişmiyor ve geçmişteki kayıpları hiç hissetmiyor ve geleceğe dair plan yapacak bir akli iradeyi de satın alamıyorsunuz.

Bu akıl Araplarda olduğunda telaşlanma zamanı olacaktır İspanyollar için. Yoksa daha uzunca bir süre rahattırlar ki rahatlar zaten.

Tüm Avrupa, Araplardan yana rahattır; çünkü Arap'ın milleti, aşiretidir. Arapları millet haline getirmeye matuf tek parti olan Baas Partisi'nin son güçlü kolu da Suriye'de elleri kolları budanmış bir şekle getirildi ve bir PKK devletçiği ile komşu edildi.

Bu milli ideale sahip olan Arap ülkelerinin liderlerinin teker teker düşmesine bakın. Hiçbiri tesadüf değil. Ortak bir Arap milli ülküsü ve milli ajandası kuracak evsafta hiç kimse kalmadı lider namına.


Aynı şekilde Rusya'ya bakmanız lazımdır. Dipdiri devasa bir Slav ülkesi ve Ortodoks Slav birliğini ırkdaş ve soydaşlarının kafasına vura vura uyguluyor.

Buna sevinen ve alkış tutan kurumuş ruh hastası emekli paşalar ve rusofil TV şahsiyetlerine ise gülün geçin.

Bu coğrafyanın gerçekleri onların da heyecanını tükürüp atacak ve bizler bu özgür gökyüzü altında milli söylemlerimizle hatırlanıyor olacağız.


Ruslar Ukrayna'yı alsalar, onları masada bir şeylere razı etseler bile kazanımları ilerleyen zamanda Ruslara kayıp olarak yansıyacaktır.

Rusya'nın aldığı ekonomik yara öyle beter bir yara ki küresel sermayeye ve onun monolitik buyurgan diline direnirken kendi buyurgan diliyle de kendisini sokuyor.

Kemiğine batan çiviyi çıkarmak için tırnaklarını kıracak Rusya. Kemiğine batan paslı çivi, onu zamanla zehirleyecek.

Gelişen durumlardan ve Batının soğukkanlı tavırlarından, Rusya için 100 yılı aşan planların yapıldığını düşünüyorum ve satranç tahtasının batı kısmında oturan arkadaşları daha şanslı görüyorum.


Doğudakiler ise arkalarına güneşi almaları dışında hiçbir avantaja sahip değiller. Doğu, günümüz dünyasında üretici, Batı ise sermaye sahibi tüketicidir. Üreticiye hakim olan güç de tüketicinin talebidir.

Türkler ise sermayeye sahip olmayan üretici bir toplum ve bu denklemde ana oyuncu değiller. İki güç birbirini tükettiği ölçüde ana oyuncu olmaya yaklaşır aksi halde bunlardan birine oynarsa yok olurlar.

Yok olmamak için kendi kozmik planlarını, kaybettiği bölgelere dönmek için asrı aşan politikalara kavuşmalıdır.

Önümüzde Rumeli, güneyde yüksek kesimlerine yerleştiğimiz Mümbit Hilal bölgesi (Suriye-Irak-Filistin-Ürdün), daha ötede Arabistan, Mısır ve Okyanuslar.

Bir şekilde yanımıza çekmemiz gereken İran ve köprüleme yaparak komşu olmamız gereken Pakistan'a baksın gözleriniz.


Kozmik planlar, ömrü aşan, yüz yılı aşan ve olasılıklar ile A, B, C, D ve sayısız planlar ve alt planları ile işleyen çok disiplinli kurmay bir planlamadır.

Bu planları yapanlar için kaybettiğinde bile asır sonrasında kazanım söz konusu olabilir. Bu tür planlara sahip olmak içinse "milliyetçilik" tek yoldur.

Milliyetçi olmayan hiçbir devletin "kaybedileni geri getirme" iradesi, arzusu ve buna lüzumu da yoktur.

Milliyetçi değilsen sana ne sınırın dışında kalmış olan ve seninle aynı dili konuşan insanlardan?

Milliyetçi isen ilgilenirsin bununla. İşte bu bağlamda Atatürk'ün çizdiği bu yol ise en dengeli ve en makul ve meşru yoldur.

Beğenin ya da beğenmeyin daha iyisi yapılana dek en iyi sistem Atatürkçülüktür. İsterseniz "Yükselcilik" diye de bir şey yazarım ama 44 yaşın bana kattığı tecrübeler, hayatı savaş meydanlarında geçmiş ve türlü ihanetleri, toprak kayıplarını, zaferleri ve çöküşleri görmüş bir insanınkinden daha ötede olamaz.


Zaman bizi şehit kanları ve göz yaşları dökerek çekildiğimiz sınırlara geri dönmeye, kokusunu unuttuğumuz okyanuslara yeniden çıkmaya mahkum ediyor.

Kopan bacak hala kaşınıyor ve bu coğrafyada yerimizi almamız için "milliyetçi" bir ajandaya sahip olup bunu da son derece "Alman" bir üslupla bir pan-milliyetçi söylemle götürmemiz gerekiyor.

Buna ister "Ortadoğu refahı" ister "Önasya Birliği" deyiniz bunu diğer toplumların bağımsızlık ve hürriyetlerini ve özgürlüklerini örselemeden belirtmeniz gerekiyor.

Zamları "fiyat güncellemesi" diye ifade eden parlak zihin, buna da bir parlak çözüm geliştirecek ve uygun söylem bulacaktır mutlaka.

Almanya'nın "Deutschland Über Alles" (Almanya her şeyin üzerindedir) söylemini terk ederek bunu kozmik planlarına yedirerek oluşturduğu düzeni, Türkler de aynı şekilde bir pan-milliyetçi söylemle oluşturmalıdır.

Türk'e Allah'ın verdiği hiçbir görev olmayabilir, insana verilen görev vardır ama. Bu da barışı korumak ve yeryüzünde hakim kılmaktır.

Türk beklenen olmayabilir, Türk yağ kuyruğunda bekleyen de olabilir, Türk ayın sonunu getirmekle dertlenen biri de olabilir ama lanet olsun ki bu coğrafyada milliyetçilik yapacak evsafta ve bu hakka en meşru olarak sahip olan ve yönetme ehliyeti ve tecrübesine sahip bir başka millet de yoktur.

Türklerin bu açıdan milliyetçi düşünüp son derece liberal bir dış söylem dili ile global ve bölgesel çıkarları üstte tutan bir dil kullanması gerekiyor.

Türk kelimesini daha az ağzımıza alıp Türklüğü ve refahını daha fazla yükseltmek, Kürtlerin, Arapların, Belucilerin, Farsların, Berberilerin, Boşnak, Arnavut, Çerkeslerin birlikte yüceleceği bir pan-milliyetçiliği artık yeni bir hikaye ile yükseltmenin zamanıdır.

Kovulduğumuz kıyılara dönmek de yayılmacılık değil, olsa olsa ayılmacılık olabilir.

Ben doğduğumda bahçemin dışında kalan komşunun bahçesini de güçlenip alıyorsam, evet, yayılıyorum demektir; ama eğer komşum onu dedemden çaldıysa ve bende bunu biliyorsam, dede mirasımı kendi ajandamda mukaddes bir sır gibi belleyerek uykudan uyanmam sadece ayılmacılık olabilir.

Bunu da burası dedemden kalmıştı demen ve palas pandıras Rus gibi alman değil, uygun koşullar anında inisiyatif kullanarak girmen en uygunudur.

Tarih, bir ulusun diğerine girmesi için onca koşulları zaman içerisinde sunar. Sense bunu değerlendirirsin.

Çevremizdeki ülkelerin hiçbirisinin milliyetçiliği olgun değildir. Ya EOKA-B gibi Kıbrıs'ta etnik temizlik yapacak ya da Srebrenitsa'daki gibi 8 bin küsur insanı katledip toprağa gömüp asit dökecekler.

Bunu mutlaka yapacaklar çünkü hepsi de ulus devlet ve tüm bu ulus devletlerin ulusçuluğu ortak "Düşman Türk" motifine dayanıyor.

Bu düşman motif olduğu sürece hata yapacaklar ve sen de o hatayı kendi lehine kullanacaksın ki ayılmacı harekatlarında meşru bir zeminin olsun.

Aksi halde saldırgan olursun ve Rusya'nın durumuna düşersin. 1974'teki kazanım ve o dönemdeki Dünya şartlarında yanımıza kar kalan, gelecekte kalmayabilir.

Bu açıdan milliyetçilik, boş bir söylemle değil onu dolduracak asırlık planlarla daim olur ve her mağduriyeti dünyaya "meşru" gösterecek bir şekilde kullanmanı sağlar.


Bu bedenden kırpılan, kopartılan topraklarımız bizlerden alınırken hiçbir meşru zeminleri olmadan tanınmış sınırlarımıza saldıranların kazanımları ne kadar meşru ise dediklerim de o derece meşru ve makuldür.

Balkan Savaşı'nda tanınmış meşru sınırlarımıza saldıranların toprak kazanımları nasıl "tanındı" ise gün gelir ve aynı şekilde kaybedilenler de geri kazanılabilir ama eğer o milli hafızayı ve milli iradeyi millette taze tutar ve yeşertirsen bunlar olabilir.

İşte millet olmak ve milliyetçilik bunun için önemlidir. İşte başkaları senin milliyetçi olmanı bu sebeple istemez, seni bu sebepten vatansız bir sosyalist, vatansız bir ümmetçi veya vatansız bir liberal olmaya teşvik ederler.

Ümmet kavramı kutsaldır ancak kendi milli ajandanı unutmadığın sürece.


Milli hafızaya sahip olmanı sağlayacak, milli ajandanı besleyecek ve yaşatacak, fiiliyata aktarmanı sağlayacak tek şey milliyetçiliktir.

O milliyetçiliği ise söylemde değil eylemde göstermeli, diğer uluslar ve toplumların da bunda çıkarı olduğuna onları ikna etmelisin ki ardındaki insan desteği ve uluslararası meşruiyet geniş yelpazeli olsun.

Türk milliyetçiliğinin hele ki Atatürk milliyetçiliğinin cehalet dışında hiçbir düşmanı yoktur ve sadece saldırı anında aktive olur.

"Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini olumsuz ters mantıkta okursanız, yurtta barış hikaye olmuşsa cihanı da ateşe verecek kıvılcımı başlatabilirsin.

Öyleyse sınırlarımız dışında Türkler ve Türklere kardeş toplumlara yönelik tehditlerde Türkleri davet edenler için girdiğimiz topraklar olan Bosna Hersek, Kosova, Kıbrıs, Azerbaycan, Libya, Somali ve Suriye ile Irak'ın belirli kısımlarında kalmalıyız.

Tekkeyi bekleyen çorbayı içer misali sınırları bekleyen de ufku görür ve sınırlarını aşar.

Bu anlattıklarım, esasen 45 sayfaya yakın çok uzun ve alt maddeleri olan bir yazımın özetlenmiş bir kısmıdır.

  
Ratzel'in İsveçli meslektaşı İsveççe konuşurdu. Ama İsveç İmparatorluğu'nun tarihte Rusya'yla savaşıp kaybettiği toprakların ve aldığı yenilgilerle küçülen ülkesinin acı tarihini de iyi biliyordu.

Rudolf Kjellén ülkesinin devamlılığı için daha büyük bir gücün liderliğinde kurulacak ortak çıkar alanı içerisinde gelişecek pan-milliyetçiliğin temellerini atmıştı.

İşte jeopolitiği okurken derine, çok ama çok derine inerek farklı alt başlıklar ve farklı mantıklarla okuma yapmanız gerekir. Sizlere bunu kazandırıyorsam ne mutlu.


Kjellen, tarihte ilk kez jeopolitik terimini ortaya attı. Bu terimi; demografik, ekonomik, politik, sosyal ve coğrafi faktörlere dayanan yaşam formları olarak devletlerin bilimi olarak tanımladı.

Öyleyse jeopolitiği iyi bilmek için ülkelerin politik durumlarını, nüfuslarını, nüfusları içerisindeki etnik ve kültürel grupları, ekonomilerini, sosyal durumlarını, şehirlerini, şehirlerinin yapısını, olası kriz ve patlamaya hazır noktalarını, fiziki ve doğal özelliklerini bilmek gerekir.

Jeopolitik uzmanı ya da jeostratejist olduğunu söyleyen ancak yukarıda saydıklarıma yabancı olanları da okuyabilirsiniz bu yazdıklarımı da.

Ama dinini bilmeyen yarım imam dinden, yarım doktor da candan ederse bunlar da sizi jeopolitikten soğutur.

Coğrafya ısınırken jeopolitikten soğumanız bedeninizin düşüp soğumasını erkene alır.

Unutmayın!

Tarih ders aldırır, edebiyat hayal ettirir, sanat hayatı süsler ama zor zamanda postunu kurtaracak olan sadece coğrafyadır.

Onu bilirsen savaşabilir, onu bilirsen ona hakim olur ve kurtulursun. Coğrafyayı bilen ona hakim, bilmeyense esiri olur.

Esir değilsiniz. İnsan hür bir varlıktır ve hürriyetinin ve zürriyetinin devamı için savaşmalıdır.
Coğrafya bilgisi de bunun içindir.

Barış sizinle olsun.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU