Neden savaştaki bir ülkeden gelen yağ gemisini gözler hale geldik?!.

İsmail Çetin Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Son günlerdeki gelişmeleri masaya yatırdığımızda bir ülkenin en değerli temel taşının tarım olduğu bariz bir şekilde bir kez daha ortaya çıktı.

Tarım olmadan bir ülkenin ayakta kalmasının imkânsız olduğuna vakıf olduk.

Başkasına muhtaç olmadan hayatımızı sürdürmemiz için en çok önem vermemiz gereken sektör olduğunu daha iyi anladık.

Kaseti biraz daha geriye sarıp geçmişe dönecek olursak, ilkokul birinci sınıfta bizlere öğretilen ilk cümle "Ülkemiz, kendi kendine yeten bir tarım ülkesidir" olmuştur.

Hatta münazaralarda sanayiye karşı savunulan konuların başında tarım gelmiş, her iki başlığı herkes muhakkak hayatında bir kez tartışmıştır.  

Buradan hareketle her sene 12-18 Aralık tarihleri arasında ülkemizde tüm okullarda kutladığımız "yerli malı" tabiri I. Dünya Savaşı sonrası oluşan ekonomik darboğazın ardından toplumsal tutum bilincinin oluşması amacıyla doğmuştur.

Atatürk, 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi'ni toplayarak yurdun bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılmasını kararlaştırarak yerli ve milli mallarımıza sahip çıkmamız gerektiğinin önemine dikkat çekmiştir.

Tarımın her daim dinç ve zihinde tutulması için Atatürk'ün köylüyü "milletin efendisi" yapması tarımın ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.

Ezcümle; tarımda kendi kendine yeten bir ülke iken bu kadar verimli topraklarda bu vaziyete nasıl geldiğimizi her yönüyle inceleyip, tekrar kendi kendine yeten bir ülke olmak için mücadele etmemiz şart ve kaçınılmaz hale gelmiştir. 


Unutmayalım; öyle bir an gelir ki 1 kilo buğday, 1 külçe altından daha değerli olur.

Ondan dolayı tarım başta olmak üzere her alanda güçlü, ayağı yere basan bir ülke olmak, dışa bağımlı yaşamamak için "Milli Ekonomi Modeli"ni devreye koymamız, o bağlamda politikalar belirlememiz gerekir. 

Zaten ülkemizde tabiri caizse taşı eksen yeşerecek verimli topraklar ve çalışkan bir çiftçi potansiyeli var iken bu duruma gelmemizi anlamak için kâhin olmaya gerek olmadığının altını çizerim.

İzlenen yanlış politikalar, doğru yapılmayan tercihler, özelleştirmelere ek olarak çiftçiye verilmeyen değer, tarımı bu vaziyete mahkûm bırakmıştır.

Bu bağlamda bazı yanlış giden politikaların düzeltilerek çiftçiyi anlayacak bir zihniyetin tarımın kaptanı yapılması durumunda her şeyin yoluna gireceğinden endişeniz olmasın.

Ülkemizde sanayi gelişimi ve kentleşmek tarımın önünde bir engel teşkil etmez.

Sanayi ağırlık olarak merkezlerde boy gösterirken köylerin tarım için şuanda bile çok uygun olduğu ortadadır.

Sanayi büyüdükçe tarımın buna paralel olarak daha çok büyümesi gerekirken tam tersi olması ve tarım ürünlerinin dış ticarette pazarlık ürünü yapılması tarımımızı büyük sekteye uğratan etkenlerin başında gelmektedir.

Tarımın ihmal edilmesinin altında farklı engellerin olduğu da basında boy göstermektedir.

Doğru olmayan bir sistem kapsamında üretilen yanlış politikalar bir tarafa, dümene tarımdan anlamayan zihniyetlerin geçmesine Trakya'da bomboş kalan ekilmeyen arazilerde eklenince bizleri savaş halinde olan bir ülkeden ayçiçeği yağı gemisi bekleyen bir vaziyete getirmiş, getirmeye de devam edecektir.

Ülkemizde verimli bomboş arazi enflasyonu yaşanırken Tarım ve Orman Bakanı'nın, "Afrika'nın özellikle kuzeyinde olmasa bile güneyinde çok ciddi alanda bakir alanlar var. Bu alandaki üretimle birlikte bunu ülke olarak yapabilecek, başarabilecek durumdayız" demesi beyinleri yakan bir yaklaşım olarak tarihe geçmiştir.

Bomboş verimli topraklar dururken, ülkemizde bol miktarda yetişen tarım ürünlerini dışarıdan ithal etmek bir yana bakanın ortaya koyduğu tavır doğrultusunda sarf ettiği bu sözler çiftçimizin "ekmesem daha kârlıyım" demesini doğrulayan bir yaklaşımı perçinleyen sözler olmuş, tarımın nasıl yönetildiğini gözler önüne sermiştir.

Bununla birlikte çiftçinin zirai ilaç, gübre, tohum, işçi maliyeti, sulama giderleri vs. kat ve kat artıp, ürün fiyatları 12 sene evvelkiyle aynı paralelde seyrederken, fide ve tohum fiyatlarının 8-10 kat artması toprak anayı evlatsız, çiftçiyi de öksüz bırakmıştır.

Diğer taraftan 12 sene evvel 1 kilo buğdayla 1 litre mazot alırken, şimdi 8-10 kilo buğdayla 1 litre mazotu zor alıyorsunuz.

Mesela, Çukurova çok verimli topraklara sahip uçsuz bucaksız bir ovadır. Toprağını eken çiftçiler üst düzeyde verim almaktadır.

Portakal, mandalina, limon ağaçları, muz dalları hasat dönemine yaklaştığında üzerindeki meyveden dolayı dalları kırılırken, Mersin Limanı'na dışarıdan limon ve muz ithal edilmesi tarım politikamızın ne kadar başarılı(!) yürütüldüğünü gözler önüne seriyor.

Elimizde olmayan ve ihtiyacımız olan bir mamulü ithal etmemiz olağan ve normal bir durumdur.

Lakin ülkemizde bolca yetişen, hatta ihraç edebileceğimiz bir mamulü ithal etmemiz hangi politika ile açıklanabilir ki? Bu duruma anlam vermek mümkün görünmüyor.

Verimli topraklara sahip ülkemizde, çalışmaktan da kaçmayan bir çiftçi potansiyeline sahip olmamıza rağmen tarımın yerlerde sürünüyor olması, çiftçilerin hayallerini kaybetmesi tarifi mümkün olmayan bir vakadır.

Ondan dolayı ülkemizde Tarım ve Orman Bakanlığını ayırarak tarımın başına çiftçiliği bilen, çiftçinin halinden anlayan, üstünde toprak kokan bir çiftçi geçmelidir.

Bununla beraber tarım politikamızı değiştirip, yedi bölgemize de çizmesini ayağına çekecek yedi çiftçi bakan yardımcısı atarsak doğru tercih yapmış oluruz. Birçok sorunun üstesinden rahatça gelebiliriz.

Hal bu durumu alırsa; rençperlik keyifli bir hale gelir. Toprak ana şahlanarak sevinir. Çiftçinin malı para eder. Cebi para görür.

İşte o zaman toprak mahsullerine ve elde edilen yan mamullere bereket gelir, bolluğu yaşar, kimseye muhtaç olmayız. Çiftçi hayallerine kavuşur. Türkiye'nin yüzü güler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU