İnsansız hava araçları, füzeler ve ABD'nin duyma yetersizliği

Kendine güvenmek, 10 buçuk yılı boyunca ABD'nin bölgesel politikasından öğrenilen ders olmaya devam ediyor

Fotoğraf: Reuters (Arşiv)

Abu Dabi'nin İran destekli ve Humeyni'ye sadık milisler tarafından geçen hafta insansız hava araçları ve füzelerle hedef alınmasının Yemen'de devam eden savaş üzerinde yansımaları olacaktır.

Saldırı, bölgedeki barış çabalarında tehlikeli bir dönüm noktası oluşturabilir. Bu da genel olarak Batı ülkelerinin, özelde ise ABD'nin sorunlarını çözerken benimsedikleri diplomatik önceliğe bir darbe olarak görülebilir.


Başlangıç ​​olarak, Husi milislerin BAE topraklarının derin bölgelerini hedef alması, şüphesiz Yemen'in Husiler için stratejik petrol ve doğalgaz alanlarında devam eden ve BAE destekli Amalika (Devler) Tugayları'nın önemli zaferler elde ettiği savaşlarla bağlantılıdır.

Amalika Tugayları, Şebve şehrinin kontrolünü yeniden ele geçirip Marib'e ilerleyerek terazinin dengesinin hükümet güçlerinin lehine olmasını sağladı. Bu da Yemen'deki çatışmanın denklemini değiştirebilecek bir gelişmedir.


Aslında desteği güney ile sınırlı kaldığında, Husilerin BAE ile büyük bir sorunu yok. Ancak desteğinin batı sahili, Şebve ve Marib gibi stratejik gördükleri bölgelere uzanması onların kırmızı çizgisi.

Çünkü bu bölgelerin kaybı kendilerini önemli bir kozdan edecek bir gerileme. İşte onların ve patronları İran'ın gerilim seviyesini artıran da bu.

Bu, savaşın yönetiminden sorumlu olan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın gergin ses tonunda ve BAE'nin kalbine gönderilen mesajda bu açıkça görülüyor.


Bu saldırıya iki açıdan yaklaşılabilir.

Birincisi İran açısı. Bu saldırıda İranlı haminin damgası açık bir şekilde görülebiliyor. Zira Husiler, İran yeşil ışık yakmadan ne pratik ne de politik olarak böyle bir şey yapmaya cesaret edemezler.

Bu, Tahran'ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı politikasının yanı sıra söylemlerinin ve davranışlarının ikiyüzlülüğünün gerçek bir ifadesi olarak görülüyor.

Zira bir yandan uluslararası toplumla nükleer müzakereler, diğer yandan da Suudi Arabistan ile istikşafi görüşmeler yürütüyor, BAE ile ilişkilerde yeni bir sayfanın açıldığını deklare ediyor.

Diğer yandan diplomatik sürecin kendi lehine ilerlemesini sağlamak için ülkede hakim güç Devrim Muhafızları'nın emri altındaki devlet dışı gruplara bölgedeki ulus-devletleri parçalamaları talimatı veriyor.

Onları destekleyerek yayılımcı politikasını sürdürüyor. Hayati öneme sahip çevresini bir çember içine alıyor.


İkincisi, ABD açısı. Çünkü bu saldırı neredeyse Washington'ın bölgedeki gri politikalarının doğrudan bir sonucudur.

ABD Başkanı Joe Biden'ın Husi milislerini terör listesinden çıkarma kararı bu politikaya bir örnektir.

Çünkü bunun sonucunda, yalnızca Husilerin gücü pekişmedi, aynı zamanda savaşmaya devam etmelerine olanak tanıyan karşılıksız bir meşruiyet de elde ettiler.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Mevcut veriler ışığında, Yemen'de bundan sonra müzakere senaryosu yerine gerilimi artırma senaryosu daha ağır basacak gibi görünüyor.

Ayrıca BAE'nin saldırıya yanıtı, Husilere karşı savaşa daha fazla dahil olmak gibi görünüyor. Güvenlik cephesine gelirsek; Amalika Tugayları'nın Sana Havalimanı'nı kuşatmanın, hatta Hudeyde'yi geri almaya çalışmanın yanı sıra el-Bayda ve Taiz şehirlerini kurtarmaya yönelmesi olası.

Politik cepheye gelince; Abu Dabi'nin Husi örgütünün yeniden terör örgütü listesine dahil edilmesi için ABD üzerindeki baskıyı yoğunlaştırması daha olası.


İran açısından ise saldırının zamanlaması, bu olaya dahil olduğunu gösteriyor.

Son dönemde Husilerin uğradığı kayıplarla birlikte Yemen'deki çatışmalarda BAE'yi tarafsız hale getirme çabalarının yanı sıra nükleer müzakereler cephesinde de üzerindeki baskı artıyor.

Bu, müzakerelerin başarısız olması durumunda Körfez'den Kızıldeniz'e deniz taşımacılığının, BAE'nin ve ABD'nin bölgedeki diğer güvenlik ortaklarının enerji altyapısının maruz kalabileceği saldırılara bir örnekti.


Bu bağlamda İran yapımı bu saldırı, geçtiğimiz haftanın tanık olduğu hareketlenmelerden ve duruşlardan soyutlanamaz.

Bunların en önemlisi, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Moskova ziyareti ve ekonomi, silahlanma ve iş birliğinin güçlendirilmesi de dahil olmak üzere iki ülke arasında iş birliği için 20 yıllık anlaşma projesi duyurusudur.

İran'ın Washington'ın kendisine uyguladığı izolasyonu kırma, Çin ile yapılan iş birliği anlaşmasına yenilerini ekleme yeteneğine sahip olduğuna dair ilgililere iletilen mesajdır.

Ama aslında bu sahne, Rusya ve İran ilişkilerinin bir topalın başka bir topala yardım etmeye çalışması gibi olduğunu gösteriyor.

Moskova'nın kopardığı tüm gürültü kötüleşen ekonomisini gizlemiyor. Uluslararası toplumun, İran'ın kurtulmaya çalıştığı yaptırımlar gibi ülkesini ağır yaptırımlara maruz bırakabilecek Rusya Devlet Başkanı'na karşı sabrı tükendi.

Bu bağlamda ziyaret, iki ülke arasındaki ilişkilerin bir ittifak düzeyine ulaşmadığını ve daha ziyade Washington'a karşı birlikte durma ihtiyacına işaret ettiğini gösterdi.


İkinci olay, ABD Başkanı Joe Biden'ın başkanlığının birinci yıl dönümü vesilesiyle düzenlediği ve içeriğine dikkat çekici bir şekilde iç siyasetin hakim olduğu basın toplantısıdır.

Biden, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın davranışlarının ve yönetiminin Kovid-19 salgınıyla mücadele yönetimini eleştirmeye, Washington'ın ülkenin altyapısını ve sosyal politikalarını yenilemek için harcayacağı paralara, özellikle Çin'den mal tedariki ve nakliyesinin önündeki engeller nedeniyle enflasyonla nasıl başa çıkılacağının yanı sıra oy hakkı yasasını değiştirmeye odaklandı.

Dış politikayla ilgili kısım ise sınırlıydı. Biden ülkesinin Afganistan'dan utanç verici çıkışı için özür dilemeyi reddetti.

Putin'in böyle bir şey yapması durumunda verilecek tepkinin yaptırımlarla sınırlı olacağını söyleyerek neredeyse Rusya Devlet Başkanı'na Ukrayna'yı işgal etme izni verdi.


Konuşmada, Rusya Devlet Başkanı'nın "maceracı" politikalarına ve davranışlarına, halk ayaklanmasını bastırdığı Kazakistan'dan İran Cumhurbaşkanı'nı kabulü ve Tahran ile iş birliğinin güçlendirilmesine, Ukrayna sınırında olanlara kadar sürdürdüğü güç gösterisine gereken önem verilmedi.

Bütün bunlar akla şu soruları getiriyor:

Kendisiyle meşgul olan Washington'ın, örneğin Yemen'deki olaylarla bir süper güç olmanın gerektirdiği biçimde ilgilenmesini nasıl bekleyebiliriz?

Yahut Suudi Arabistan, BAE ve Arap Körfezi sularına yönelik devam eden Husi saldırıları, Irak, Suriye ve Lübnan'da olup bitenlerle ilgilenmesini ondan nasıl bekleyebiliriz?

 Ayrıca Washington'ın, İran ile ittifakları nedeniyle aslında fiilen taraf oldukları Viyana müzakerelerinde Rusya ve Çin'i arabulucu olarak kabul etmesini anlamak güç.


ABD yönetiminin Çin, Rusya ve İran ile mücadele bahanesiyle Ortadoğu'ya, özellikle de Arap dünyasına ve sorunlarına sırt çevirmesi, başta Körfez ülkeleri olmak üzere bölgedeki müttefiklerine benzeri görülmemiş bir soğuklukla davranması ve muğlak tutumlarla silah anlaşmalarının önüne engeller koyması oldukça garip ve ilginçtir.

Halbuki Washington, bu üç ülkenin genişleme alanlarının özellikle bu bölge olduğunun farkında. Moskova Soğuk Savaş iklimini geri getirmeye çalışan bir adımla buradaki askeri varlığını kökleştiriyor.

Çin ise "Bir Kuşak Bir Yol” projesi" ile ekonomik ilişkiler yoluyla siyasi nüfuz kazanmaya çalışıyor.


İran'a gelince; ülkeleri parçalayarak ve bölgenin haritasında neredeyse kendi lehine demografik değişiklikler gerçekleştirerek onlarca yıl önce başlattığı yayılmacı politikasının meyvelerini topluyor.

İran politikasını değiştirmediği sürece sürekli çatışmalara neden olacaktır. Bu, Viyana görüşmelerinde bölgedeki müdahaleleri ile balistik füze programı dosyasını nükleer dosyadan ayırmaktaki ısrarından anlaşılıyor.

Bütün bunlara rağmen Washington halen İran'ın bölgedeki vekillerini ve kollarını iç çekişmelere karışan yerel taraflar olarak görmekte ısrar ediyor.

Washington'da hayata geçebilecek, onu uluslararası ilişkilere Soğuk Savaş ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra hakim olan zihniyetle yaklaşmayı terk etmeye zorlayacak değişiklikleri beklerken dünyadaki siyasi, ekonomik, kültürel ve teknolojik değişimleri dikkate alan yeni yaklaşımlar benimsenmeli.

Kendine güvenmek, 10 buçuk yılı boyunca ABD'nin bölgesel politikasından öğrenilen ders olmaya devam ediyor.

Rusya, İran ve diğerleri bu dersi öğrendiler ve Washington'ın duyma konusunda yetersiz olmasından da yararlanarak şişinip böbürlendiler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU