Suriyeliler ve adaleti sağlama savaşı

İşte bir işkenceci işlediği tüm suçlara rağmen tüm hakları korunmuş bir şekilde önümde oturuyordu

Fotoğraf: AFP

Adalet mücadelesi, Suriyelilerin Esad rejimi ile hikayelerinin cephelerinden biridir.

Baba Esad'ın de aralarında bulunduğu Askeri Komite'deki Baasçıların Mart 1963'te iktidarı ele geçirmesinden bu yana bu mücadele devam ediyor. Baasçıların attıkları ilk adımlar arasında Suriyelilerin adalet haklarını ihlal eden olağanüstü hal ilanı da vardı.

OHAL ile birlikte bir sonraki yönetici, karar verici hakim (halk) değil, gece gerçekleşen komplolar ile belirlenir oldu.

1970 yılında iktidarı ele geçirdikten sonra, baba Esad OHAL'in devam edeceğini tekit etti ve bunu 30 yıl boyunca Suriyelilere zorla boyun eğdirmek için kullandı.

Oğul Esad, 2000 yılında babasının yerine geçtiğinde, bu olağanüstü hali de devraldı. 2011 yılında Suriye devriminin baskısı altında OHAL'i iptal etmek zorunda kalsa da, 2012'de tüm içeriğiyle OHAL'den daha kötü olan Terörle Mücadele Yasası'nı çıkardı.

Zalim ve vahşi bir güç, sonraki yıllarda Suriyeliler ve devrimlerine karşı daha acımasız hale gelen yasalar ve prosedürlerle onu destekledi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Elli yılı aşkın bir süredir Suriyeliler, adalet arama çabalarını sürdürüyorlar. Bu süre boyunca amaçları sadece OHAL'i kaldırmak değildi, zira bu aşılması doğal istisnai bir durumdu, buna ek olarak, sistemin marjinalleştirdiği, en küçük ayrıntısına ve dayanaklarına kadar kontrol etmeye başladığı yargı erki ile yürütme erkini birbirinden ayırmaktı.

Suriyeliler aynı zamanda insan haklarının içeriğine ve çağdaş dünyadaki ilerlemenin gereklerine uygun olarak yasaları modernize etmeye ve geliştirmeye de gayret ettiler.

Bu bağlamda Suriyeliler, özellikle de insan hakları ve yasal çerçeveleri ile yargı erkiyle Esad rejimi ve aygıtları arasında çeşitli çatışmalar yaşandı. 1980'lerin sendikal savaşları, 2000 yılında Beşşar Esad'ın cumhurbaşkanlığına gelişini izleyen Şam Baharı döneminde rejim ile Suriyeli seçkinler arasında yaşanan çatışma bu tür çatışmalardandı.

Bunları daha sonra 2011'deki kitlesel Suriye patlaması takip etti. Ama Suriye'deki çatışmanın siyasi ve sahadaki gelişmelerinden etkilenerek, içeriği farklı şekil ve yönler almış olsa da adalet savaşı devam etti.

Ardından Suriye devrimi yılları ve özellikle iki ana konuda beraberinde getirdiği gelişmeler yaşandı. İlk konu, Esad rejiminin suçlarının artması ve çeşitlenmesidir.

Kimyasal maddelerle düzenlenen saldırılar, insanlığa karşı suçlar, demografik değişim suçu ve diğerleri bunlardan birkaçıdır.

İkincisi, ülkelerinden komşu ve daha uzak ülkelere göç eden mülteci ve yerinden edilmiş milyonlarca Suriyelidir.

Bunların çoğu Esad rejimi ve müttefiklerinin kurbanlarıdır. Bu ikisi ve başka nedenlerden ötürü, Suriyelilerin adalet savaşı, yerel Suriye gerçekliğini aşıp, Suriyelilerin olduğu her yerde uzantısı, uygun bir idari ve yasal ortamı olan genel bir savaşa dönüştü.

Hukukçuların da aralarında olduğu Suriyeliler, çeşitli araçlara sahip, gerçekleri, belgeleri ve tanıklıkları toplayıp düzenleyen bireysel ve kurumsal oluşumlar şeklinde organize olmaya çabaladılar. Adalet mücadelesi çerçevesinde dünyadaki idari, hukuki ve insan hakları referansları ile ilişkiler kurdular.

Tüm bu çabalar ve çalışmalar arasında, Almanya'da Suriyelilerin adalete giden yolunun önünü açan ilk adım netleşti. Almanya'nın batısındaki Koblenz kentinde Alman mahkemesi iki eski Suriye Devlet Güvenlik İstihbarat Servisi üyesine açılan davayı kabul ederek çalışmalarına başladı.

Bu iki kişi arasında daha önemli olan isim, Şam'da el-Hatib Şubesi olarak bilinen 251. Şube soruşturma dairesi eski başkanı Albay Enver Raslan'dır. Yaklaşık iki yıl süren mahkemede 40'tan fazla tanığın dinlendiği 100'den fazla duruşma gerçekleştirildi.

Mahkeme, Raslan'ı "insanlığa karşı suçlar", "binlerce tutsağa işkence yapmak"  ve "onlarca kişinin işkence altında öldürülmesinden" suçlu bularak müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Enver Raslan'ın davasının sonucu Esad rejimi mensuplarından hesap sorulması ve onların cezalandırılması bağlamında önemliydi. Ancak yargılamanın ortaya çıkardığı, tanıkların sundukları, yargıçların inceledikleri ayrıntıların, Suriye istihbarat servislerinin, özellikle de Devlet Güvenlik Servisi ile 251. Şubesinin cani yüzünü açığa çıkarması da önemliydi.

Devlet Güvenlik Servisi, büyüklüğü, yetkilerinin çokluğu, devlet ve toplum işlerine müdahalelerinin yanı sıra dış politika, Suriye ile özel bağları olan ülke, kurum ve kuruluşlarla karşılıklı ilişkiler konusuyla ilgilenmesi ve takip etmesi nedeniyle devletin en önemli güvenlik servislerinden addedilir.

Bu kadar önemli olduğu için, geçen yüzyılın yetmişli yılları ile sonu arasında özellikle Muhammed Nassif'in şube başkanlığını üstlendiği dönemde, şube başkanının rejimin başı ile doğrudan bir iletişim hattına sahip olduğu görüşü hakimdir.


Şubenin temel görevlerinden biri, rejimin örgüt ve birey olsun muhalifleriyle mücadele etmek, yalnızca amaçlarını gerçekleştirmelerini engellemek için değil, aynı zamanda rejimin isteklerini kabul edip boyun eğmeye zorlamak için muhalifleri takip etmekti.

Bu da muhalifleri, bilgi elde etmek için takip edilen, tutuklanan, intikam almak ya da korkutmak amacıyla işkence yapılan hedeflere dönüştürdü.

Hatta Devlet Güvenlik Servisi için 1986'da çıkartılan ve sivil-asker tüm çalışanlarına yasal koruma sağlayan kanunun gölgesinde işler tutukluları idam etme veya işkence altında öldürme kertesine varabiliyordu.

2011'de devrimin başlamasıyla birlikte Devlet Güvenlik Servisi subayları ve unsurlarının Suriyelilere karşı vahşetini teşvik eden faktörlerden biri de bu kanundu. Albay Enver Raslan da bu dönemde 251. Şube'deki soruşturma dairesinin başındaydı.


Raslan, sorgu memurlarına ve mahkeme huzurunda verdiği ifadelerde, soruşturma dairesi başkanı olarak görev yaptığı süre boyunca Suriyelilerin maruz kaldığı tutuklamalar, işkence ve cinayetlerle ilgili sorumluluğunu reddetti.

Ancak bu inkar, Raslan'ın kendisi tarafından işkence, tutuklama ve sorgulamaya maruz kalan eski tutukluların ve Raslan'ın görev yaptığı dönemde (2011 yılının başından Eylül 2012'ye kadar) 251. Şube'de öldürülenlerin yakınlarının ifadelerine dayanarak mahkemenin sanık hakkında müebbet hapis cezası verme kararını değiştirmedi.

Raslan Eylül 2012'de rejimden ayrılmış, Ürdün'e iltica etmiş, ardından da 2014'te tutuklanıp hapse atıldığı Almanya'ya gitmişti.
 


Mahkeme ve sonuçları hakkında çok şey söylendi, ama en önemli sonucu, Esad rejiminin suçlularından hesap sormanın kapısını ardına kadar açmasıdır.

Dahası, Esad'ın müttefiki İranlılar, Ruslar ve milisler arasındaki Suriyelilerin katillerinin, Suriye'de işlenen cinayetlerdeki rolleri ve sebep oldukları için yargılanmak üzere arananlar listesine alınmalarının önünü açmasıdır.

Mahkeme dünyayı cesaretlendirecek ve kim olursa olsun faillerin peşini bırakmayacak, onlara gereken cezayı verecek bir yargılama dalgası başlatmak için muazzam bir deneyim sunacaktır.

Ayrıca Koblenz kentine, 1945 ve sonrasında Nazi dönemi Alman yetkililerinin en az Esad rejimi ve müttefikleri kadar acımasız eylemlerinden dolayı yargılandığı davaların görüldüğü Nürnberg şehrine benzer bir üne kavuşturacaktır.


Bir yıl önce, Koblenz mahkemesinde ifade verirken gizlice Enver Raslan'a bakar ve onu perişan, belki çaresiz ve korkmuş bir halde görürdüm.

Ama her halükarda 251. Şube'deki ofisinde sorguya çektiği, gözleri bağlı, kolları arkadan sıkıca bağlı, bazıları çıplak ve az önce hiçbir insanın tahammül edemeyeceği bir işkenceye maruz kalmış kurbanlarının durumuna hiç benzemiyordu.

Kendi kendime bu davanın, kurbanların yanı sıra işkenceci Suriyeliler için de adaletin başlangıcı olduğunu söylüyordum.

İşte bir işkenceci işlediği tüm suçlara rağmen tüm hakları korunmuş bir şekilde önümde oturuyordu.

Bu bir adaleti sağlama savaşıydı!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU