En büyük 8-0, başka büyük yok! *

Bugün 14 Kasım 1984'ün yıldönümü. Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın tarihi boyunca aldığı en büyük yenilginin üstünden 37 yıl geçti. Sahasında İngilizlere yenilen Türkiye'nin en kötü gününü merak edenler ve/ya hatırlamak isteyenler buyursun yazıya

Ünlü futbol yazarı Ken Jones'un bana anlattığı bir hikâyeyi yazayım. 8-0'lık unutulmaz İnönü bozgunundan iki gece önce Çınar Oteli'nin uzunca bir masasında o konuşuyor biz dinliyorduk: İngiliz futbolunun en büyük yıldızları Londra'dan çıkmaz, İskoçya ve Kuzey İrlanda'dan çıkar. Kuzey İrlanda ve İskoçya dağlık ve madenleri bol iki ülkedir. Oradaki fakir ailelerin aile reislerinin yüzde 90'ı madencidir. Madenciler gökyüzüsüz, grizulu, zehirli gazlı ve galeri çökmeli son derece tehlikeli ve riskli bir yaşam sürerler. İşte babaları madenci olan o fakir ailelerinin erkek çocukları yeryüzünde kalıp gökyüzü ile kafa kafaya yaşayabilmek ve babalarının başındaki bin belaya uğramamak için, kendilerini adeta futbolcu olmaya zorlarlar.

İslam Çupi, "Olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından 


Soğuk bir kasım günü, ayın 14'üydü. 

Yer İstanbul, İnönü Stadyumu... 

Meksika'da düzenlenecek 1986 Dünya Kupası'nın elemeleri... 
 


26 bin 494 taraftar artık iyice sıkılmış, yenilen 5. golün ardından ise mikrofonun başındaki TRT spikeri "Evet sayın izleyiciler, İngilizlerin bir atağını daha gol yiyerek savuşturduk" diyordu.

Zaten Halit Kıvanç da karşılaşmadan hemen önce "Futbolu bulanlarla, kaybedenler oynuyor" parantezini açmıştı.

Maçı takip eden BBC ve ITV spikerleri ise skor tahtası değiştikçe çığlık atıp kendilerinden geçmekteydi.
 

1984 A MİLLİ TAKIM KADROSU.JPG
1984 A Milli Futbol Takımı kadrosu / Fotoğraf: artofit.org


İlk golü henüz 13. dakikada yemişti Türkiye A Milli Futbol Takımı.

Sonra 17 ve 44. dakikada ağlarda gördü topu kaleci Yaşar.

İlk devre 3-0'luk mağlubiyetle sonuçlanmıştı.
 

MAÇ GÜNÜ KADROSU.JPG
Maç günü kadrosu


İngiltere'nin orta alandaki oyuncusu Wilkins, takımını mükemmel yönetiyordu.

İngilizler sahayı bir uçtan öbür uca neredeyse iki pasta geçiyor, kimse topla beş adımdan fazla bile atmıyordu.

İngilizlerin karşısındaki milli takım ise sahasına kapanmış vaziyetteydi.

Başta coşkuyla futbolcuları selamlayan tribünler, goller yendikçe iyice huzursuzlaşıyordu.

Maçın biletleri bir gün önceden satışa çıkarılmasına rağmen karşılaşma öncesi İnönü Stadyumu'nun etrafında konuşlanan karaborsacılar yüksek fiyatlara Meksika'ya giden yolun 90 dakikasını pazarlamıştı.

Kısa günün kârı karaborsacıları mutlu etmişti, boğazın köşesinden mesut ayrılanlar sadece onlar olacaktı.
 

bilet.jpg
Maçın biletleri / Görsel: Radikal


Milli takımın İngiltere karşısında ortaya koyduğu futbol, maç öncesinde alkışlayan elleri, yani taraftarları ise birden öfkeli ağızlara çevirmeye yetmişti.

Gazeteci Hilmi Türkay, tribünlerden yükselen protestolardan yazılabilenlerini şöyle not etmişti:

Arkası gelmez dertlerimin bıktım, illallah, böyle gelmiş böyle gider yoktur çaresi dostlar bıktım illallah!

En büyük seyirci, futbolcular sahtekâr!

Büyük kaptan takımı pavyona götür!

Tarhan istifa!


Sadece tribünleri değil, yedek kulübesini de matem havası sarmıştı.

Sarıyer'i çalıştırırken, milli takımın patronluğunu üstlenmesi için teklif gelen Candan Tarhan bu fırsatı değerlendirmişti. 

Dünya kupası eleme maçlarına çıkmadan evvel yapılan üç hazırlık maçında 1 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 yenilgi almıştı.

Dünya Kupası elemelerinin ilk maçında ise yönetimindeki Türkiye evinde Finlandiya'ya 2-1 mağlup olmuştu.
 

CANDAN TARHAN.jpg
Candan Tarhan / Fotoğraf: Twitter


Daha ilk maçtan basının karşısına çıkıp "Dünya Kupası'nı televizyondan izleyeceğiz" demesi tepkiye yol açmıştı Candan Tarhan'ın.

Takımın başında ne kendine ne takımına inanan bir hoca vardı ve İngiltere karşısında ortaya konan futbol, psikolojik yıkımın arş noktasıydı.

Şeref tribünündekiler de şoktaydı.
 

MAÇI İZLEYEN BAKANLAR.JPG
Şeref tribününde maçı izleyen bakanlar

 

Dönemin TBMM Başkanı Necmettin Karaduman, Devlet Bakanları Mesut Yılmaz, Sudi Türel, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Vehbi Dinçerler, Başbakan Turgut Özal'ın eşi Semra Özal… 

Özellikle Spor Bakanıyla, first-lady çok öfkelenmişlerdi.

İlk 45 dakika sona ermeden ikisi de stadı terk etmişti.
 

CUMHURİYET BAKANLAR TERK ETTİ HABERİ.JPG
Görsel: Cumhuriyet gazetesi

 

Devre arasında sahaya inen TRT muhabiri "Rezalet!" diye slogan atan taraftarlara doğru koşuyor ve skor hakkında ne düşündüklerini soruyordu: 

-    Kardeşim maçın ilk yarısını 3-0 mağlup bitirdik. Bir taraftar olarak ne diyorsunuz?

-    Ağabey bizlerin de gururu var. Bizlerde sabahtan beri burada maç seyretmek, güzel bir futbol için geldik. Ne futbol var ne sonuç var. Bu bir rezalettir! Ama bu sorunun temeline inmemiz gerekiyor. 


İkinci yarıda da işler düzelmedi, 5 gol daha geldi… 

Stadyumu dolduran taraftarlar katıksız bir hayal kırıklığı içindeydi.
 

İNGİLTERE MAÇTAN GOL.jpg
Fotoğraf: tarihdergi.com

 

En son bu maçtan 16 yıl önce Chorzow'da Polonya'dan 8 gol yemişti ulusal takım.

Başbakan Özal tarihi müsabaka oynanırken OTİM'de sanayi sergisini geziyordu.

Maçtan dönen bakanı Yılmaz'a "10 oldu mu?" diye sordu.

"Sekizde kaldılar" yanıtını alınca "Bari şeref golü atsalardı" dedi.

Çekoslovak hakem 90 dakikanın sona erdiğini ilan eden düdüğü çaldığında herkes artık rahat bir nefes almıştı, daha fazla rezil olunmayacaktı!

Türkiye milli takımının futbolcuları, yöneticiler koşar adım tuttular soyunma odasının yolunu. 

Yediği 8 golün ardından gözlerin çevrildiği kaleci Yaşar kendisinden yorum yapılması istendiğinde "Yorum yok, üzgünüm" diye geçiştirecekti başına gelenleri, kalesine girenleri…
 

İNGİLİZ TARAFTAR SEVİNÇ.JPG
İngiliz taraftarların sevinç gösterisi

 

İnönü Stadyumu'na gelen az sayıdaki İngiliz tarafları ise takımını çılgınca alkışlıyordu.

İngiliz spikerlerden biri hemen aşağıya inip sahanın yıldızlarından Wilkins ve Robson'a mikrofon uzattı.

Bryan Robson hayatında ilk kez bir maçta üç gol birden attığını söylüyor, eğer daha dikkatli olsalardı daha farklı bir skor elde edeceklerinden bahsediyordu.

İngiltere Milli Takımı'nın teknik direktörü Boby Robson ise "Türkiye'nin korkak bir takım olduğu" yorumunu yapmıştı. 
 

BOBY ROBSON İNÖNÜ.jpg
Boby Robson, İnönü Stadyumu'nda / Fotoğraf: Daily Mail


Kalesinde neredeyse hiç top görmeden maçı tamamlayan Peter Shilton'ı da alaycı şekilde işin içine katarak:

Belki de Shilton'ın iyi gününde olması nedeniyle bize gol atamadılar. Ama Türk takımının son derece korkak olduğunu söyleyebilirim. Herhalde bu da bizim takımın büyüklüğünden kaynaklanıyor.


Robson'ın meslektaşı Candan Tarhan ise konuşmak istemiyor, sadece futbolcularını suçlamadığını söyleyip İngiltere karşısına başka bir takımla da çıkılsaydı sonucun çok da değişik olmayacağından dem vuruyordu.

İstifası gecikmedi.
 

DERWALL TEK BAŞINA.jpg
Jupp Derwall / Welt


Batı Almanya'ya 1980'de Avrupa Futbol Şampiyonası'nı kazandıran 1982 Dünya Kupası'nda ise final oynatan Jupp Derwall de tarihi hezimete tanıklık edenler arasındaydı.

1984'te sürpriz şekilde Galatasaray'a gelmiş, kimilerine göre de bir yandan A Milli Takım'ın gayriresmi danışmanlığını üstlenmişti.

İngiltere'nin çok büyük bir takım olmadığını, skorun Türkiye'nin hataları sonucu ortaya çıktığını söylüyordu Derwall.
 

8-0 GAZETE MANŞET.jpg
Maçın ertesi günü atılan gazete manşetleri


Ertesi gün gazetelerin attığı manşetler de yayımladığı haberler de iç açıcı değildi.

Milliyet "İngiltere 8'de durdu" diyor, Hürriyet spor sayfası futbolculara yıldız verilen bölümünde İngiliz kaleci Shilton'a hiç yıldız vermeyip isminin yanına "Hiç top gelmedi" notu düşüyor, Cumhuriyet gazetesi birinci sayfasına taşıdığı karikatürde orta sahayla ceza sahasının yerini değiştirip tek bir kale resmediyor, "İngiliz seyirciler galibiyeti, on binlerce İstanbullu İngilizleri görmeye gelmişlerdi. Bu açıdan herkesin istediği oldu. Ama İngilizlerin fazlasıyla!" diye yazıyordu. 
 

CUMHURİYET KARİKATÜR KALE.JPG
Cumhuriyet gazetesinin maçın ertesnde, birinci sayfasına taşıdığı karikatür / Görsel: Cumhuriyet gazetesi


Cumhuriyet spor servisinin müdürü Abdülkadir Yücelman ise maç sonu eleştirisinde bu yazının başlığı da olan* sloganı atıyordu:

En büyük 8-0, başka büyük yok!
 

CUMHURİYET SPOR SAYFASI.JPG
Görsel: Cumhuriyet gazetesi

 


Futbol oynamadık, çünkü oynatmadılar. Şut bile atamadık, çünkü attırmadılar. İngilizlerle oynuyoruz, hiç olmazsa bir şeyler öğrenelim dedik, öğretip gittiler.

8-0'a üzüldük mutlaka ama yanlış hesabın Bağdat'tan dönmesi gibi biz de Meksika yolundan dönerken neden döndüğümüzün bilincine varabilirsek, hesapları yeniden gözden geçirebilirsek, 8-0'a üzülmek yerine sevinmeliyiz.

 

KALECİ YAŞAR.JPG
Kaleci Yaşar

 

Kaleci Yaşar tek suçlu değildi yani.

Yıllarca yaşadığı o talihsiz deneyimi seneler sonra artık kahkahalar içinde anlatan ve taraftarın "Kova" lakabına taktığı futbolcu "Ben o maçta 21 kişiye karşı oynuyordum" derken haklıydı belki.

Ama olay tek maçlık değildi.
 

8-0 İNGİLİZ BASINI.jpg
İngiliz basınında 9-0'lık maçın yansımaları


Evet, daha sonra Türk futbolunda gözle görülür değişiklikler oldu.

Bunda Almanya'dan Türkiye'ye geldiğinde beraberinde modern futbol bakış açısını, tesisleşmeyi ve bir parça da olsa sabır kültürünü getiren Jupp Derwall'in de fazlasıyla katkısı vardı.

Bugün hala Türk futbolunun yetiştirdiği en iyi iki teknik adam denilince akla gelen Mustafa Denizli ile Fatih Terim'i asıl yetiştiren, yol gösteren oydu. 

Sadece onlar için değil birçoğu için hoca hatta Denizli'nin deyişiyle "okul" olmuştu. 
 

DERWALL DENİZLİ TERİM.jpeg
Jupp Derwall, Mustafa Denizli ve Fatih Terim / Plase Dergi


Nüfusunun yüzde 75'inin futbolla yatıp kalktığı bir ülkede -ki; spor araştırmaları şirketi Nielson Sports'ın birkaç yıl önceki araştırmasında zikrediliyordu bu oran- elbette hem milli takımlar hem kulüpler bazında başarılara ulaşılan zamanlar oldu.

Önce Avrupa şampiyonalarına katılabilecek düzeye gelindi.

Sonra senelerin ardından Dünya Kupası'na gidildi.

Bolca beceri ve kuşkusuz biraz şansla dünya üçüncülüğü edinildi.

Hem Türk altın jenerasyona hem gelmiş geçmiş en iyi yabancılara sahip Galatasaray UEFA ve Süper Kupa'yı müzesine götürebildi. 

Ama başarıların hiçbiri istikrarlı değildi.

Derwall'e göre, en küçük tartışma bile oyuncuların kendilerine hakaret edildiğini kabul etmeleri için kafiydi.

Çünkü memlekette tartışma kültürü yoktu, spor da bundan nasibini almıştı.

Ama tek mesele bu da değildi.

Ortada hesap vermeyen, planlamayan, üstten bakan yöneticiler vardı ve futbol böyle ilerleyemezdi.

Alman teknik adam İstanbul zamanlarından kalma anısını "Futbol Basit Bir Oyun Değildir" kitabında anlatmıştı, tam da yukarıdaki cümleye ışık tutacak şekilde:

Mustafa ve ben barın tezgâhına yaslanmış, ailelerimiz ve günlük sorular üzerine sohbet ediyorduk ki, hepimizin çok iyi tanıdığı bir Galatasaray hayranı ve iş adamı olan çok sempatik bir bey yanımıza geldi.

(…) Şöyle konuştu:

'Bay Derwall, çalışmalardan, sonuçlarından ve çeşitli gazetelerin günlük eleştirilerinden hoşnut olmadığınızı, aynı zamanda hayal kırıklığı yaşadığınızı ve kendinizi mağdur hissettiğinizi biliyorum. Cesaretinizi kaybetmeyin. Kitle ve bizimle aynı fikirde olmayan bir yığın insan bizi ne ilgilendirir ki? Galatasaray biziz Bay Derwall ve çizgiyi biz belirleriz. Biz High Society'yiz; bunu bilmelisiniz.'

Yıldırım çarpmış gibi kalakaldım. Sinirlerim boşaldı. Bu cümleyle sanki gözlerimin önündeki perde kalkmıştı.

Aylardan beri bizi meşgul eden pek çok soru ve sorumun cevabı ile çözümü işte buradaydı.

Taraftarlara vaatlerde bulunulmuş, oyuncular satın alınmış ve satılmıştı. Antrenörler işe alınmış ve gönderilmişti.

Yönetim Kurulu üyeleri elbise değiştirir gibi değiştirilmiş ve asıl çevreye karşı hiçbir hesap verilmemişti. Bunu şimdi değiştirecektik…


Elbette Derwall ile birlikte Türkiye'de futbola bakış açısı değişti.

Elbette önemli adımlar atıldı.

Ama evrim olsa devrim değil; devrim olsa evrim değildi yaşananlar.

Bir ay önce Hollanda'ya 6-1 yenilince yine hatırlandı, 37 yıl önce bugün oynanan İngiltere maçı…

Ama başka anımsattıkları da var.

Geçen onca seneye karşın, ısrarla değişimin sadece kâğıt üzerinde kaldığını kanıtlayan…

"Şu Almanlar taş gibi oynuyor" deniyor ya hani.

2015'te altyapıya ayırdıkları kaynak 120 milyon euro…

12 yıllık toplam yatırım ise neredeyse 1 milyar euroyu buluyor.

Bırakın Bayern Münih ya da Borrussia Dortmund'u…

12 yıl önce kurulan ve sponsor desteğiyle "kanatlanan" RB Leipzig, oyuncuların hız ve güçlerini ölçmek için suni çimden yapılmış bir sprint pistine sahip. 

Hatta antrenmanlar öncesi futbolculardan aldıkları kan doğrultusunda kişiye özel günlük çalışma programı bile belirleniyor.

Ya da bugün FIFA dünya sıralamasında 1. sırada bulunan Belçika'ya bakın.

1998'de katıldıkları Dünya Kupası'nda üç maçta da berabere kalıp gruptan çıkamayınca sadece konuşmayan aynı zamanda eyleme geçen Belçika'ya…

30 teknik direktörün katıldığı bir toplantıyla düşüşte olan futbolun nasıl sisteme sokulabileceğini tartışan, Tubize kentinde dev bir futbol merkezi inşa eden, Brüksel ve Louvain Üniversitesi'nden bilimsel destek alan, 8 özel akademi kuran ve bunun meyvesini alan Belçika'ya.

Sonra dünyanın önde gelen futbol liglerine çevirin kafanızı.

Mesela 2020'de yapılan araştırmaya… 

Altyapıya en çok maddi yatırım yapan İngiltere Premier Ligi.

6,1 milyon euro yatırım yapan İngilizleri, 5,3 milyon euro ile Bundesliga, 4,7 milyon euro ile Fransa, 4 milyon euro ile İtalya izliyor.

Süper Lig için ise bu rakam sadece 600 bin euroda kalıyor.

14 Kasım 1984'e, maçın devre arasında taraftarın muhabire söylediğine dönüp bitirelim:

Bu sorunun temeline inmemiz gerekiyor. 


Anlaşılan o ki; 37 yıl önce yaşanan futbol faciası işin temeline inildiğinde aslında pek de ders olmuşa benzemiyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU