Yeni başlangıç için kurucu meclis

Helin Alp, HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar ile konuştu. Sancar, "Türkiye’de toplumun kendi anayasasını, kendi sözleşmesini yaptığı bir dönem hiç yaşanmadı. Yeni bir başlangıç iradesine en uygun yöntem 'kurucu meclis modeli' diyor

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Independent Türkçe için Helin Alp'in sorularını yanıtladı

HDP, eylül ayı içerisinde açıklayacağı deklarasyonla kime, neden çağrı yapacak? Deklarasyon ittifak politiklarını nasıl şekillendirecek?

"Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi mi, Parlamenter Sistem mi?" tartışmalarında hangi başlıkları önemsiyor? Yeni Anayasa ile ilgili ne öneriyor?

Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim projeksiyonlarını neye göre yapıyor? Parti kapatma davasından nasıl etkileniyor Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakı ile birlikte ortak aday çıkarmayı düşünüyor mu? 


Siyasetin gündemi seçim tartışmaları ile birlikte ittifakların nasıl devam edeceğine kilitlenmiş durumda. İttifak meselesini şekillendirecek unsurlardan biri de kuşkusuz Kürtlerin oyları ve HDP.

TBMM'nin üçüncü büyük partisi HDP, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde her iki ittifak içinde kritik öneme sahip. 

Milletvekilleri, belediye başkanları ile il ve ilçe yönetiminde yer alanların tutuklanması, seçimlerde kazandığı belediyelere kayyum atanması ve parti binalarına yapılan saldırılar ve son olarak hakkında açılan kapatma davası... 

2020 yılında HDP Eş Genel Başkanı seçilen Prof. Dr. Mithat Sancar, bir yandan partisine açılan kapatma davası sürecini yönetirken bir yandan da parti tabanı, sivil toplum örgütü temsilcileri ve kanaat önderleri ile görüşüyor.

Sancar ve parti yetkilileri, yaz boyunca ülke genelinde yaptıkları toplantılarda kendilerine gelen öneri ve talepleri yetkili kurullarında değerlendiriyor. HDP, çıkan sonucu eylül ayı içinde bir deklarasyonla kamuoyuna açıklanmaya hazırlanıyor. 

HDP'nin önümüzdeki süreçte nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmek ve yukarıda yer alan soruların yanıtlarını almak için HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar ile konuştuk.
 

M Sancar (4).jpeg
HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar


Eş Başkan Profesör Mithat Sancar'ı yakından tanıyanlar parti başkanlığını "İlkede kararlı, davranışta olgun" olarak tarif ediyor.

Röportaj sırasında bu tarifin HDP'nin önümüzdeki dönem politikalarına nasıl yansıyacağını soruyorum. Sancar, gülümsüyor. Ve siyasetin ciddi konularını konuşmaya başlıyoruz.

Yoğun çalışma temposu içinde bize zaman ayıran HDP Eş Genel Başkanı Sancar'ın sorularımıza verdiği cevaplar şöyle: 


- Seçmenlerinizle, tabanınızla bir araya gelerek yoğun görüşmeler yapıyorsunuz. Bu görüşmeleriniz genel anlamda parti çalışmalarınızın bir parçası mıydı, yoksa özel bir hedefi var mıydı? 

Evet, vardı. Bu buluşmaların hedefini, Türkiye'nin temel sorunlarına, acil meselelerine ve özel gündemlerine ilişkin tutumumuzu belirlemek için yaptığımız görüşmeler, tartışmalar ve istişareler şeklinde özetleyebilirim.

HDP kendi tabanı, teşkilatları ve üyeleri ile ilişkiyi canlı tutmayı çok önemseyen bir gelenekten geliyor. Biz tabandan örgütlenen ve kararlarını tabandan tavana doğru alacak şekilde mekanizmalar kuran bir partiyiz. Yani kararlarımızı Genel Merkez'de kapalı tartışmalar ışığında almıyoruz.

Yaz dönemi boyunca Türkiye'nin batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine pek çok yerde halkımızla, tabanımızla, sivil toplum temsilcileri ve kanaat önderleriyle biraraya geldik.

Bunlar, sadece eş başkanlarla sınırlı değildi. Bütün yöneticilerimiz ve milletvekillerimiz de bu çalışmaların içindeydi. Bu buluşmalar esnasında sunulan her türden öneriyi kurullarımızda değerlendirme aşamasındayız. Eylül ayının sonlarında vardığımız sonuçları bir deklarasyonla kamuoyuna sunacağız.


- Tabanınız hangi önerilerde ve taleplerde bulundu, HDP'den ne bekliyor? 

Buluşmalardan çıkan en belirgin yaklaşım, ülkenin temel sorunlarına çözüm yolunu açacak bir siyaset izlenmesidir. HDP'nin de bu yolun öncü ve kurucu aktörü olması yönündeki tutumunun çok daha güçlü ve etkili olması talep ediliyor.

HDP ve Kürt halkı olmadan, HDP'nin temsil ettiği halkların ortak iradesi ve değerler olmadan, Türkiye'de sorunları gerçek anlamda çözmeyi sağlayacak bir dönüşümün mümkün olmadığı inancının çok kuvvetli ve köklü olduğunu gördük.

Çözüm derken de başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye'de yaşanan demokrasi, eşitlik, özgürlük, yoksulluk, kadın, çevre meselesi gibi temel sorunları çözümünü kastediyoruz. 


- Açıklayacağınız deklarasyonun kapsamı nedir?

Deklarasyonun özünü, ülkenin temel sorunlarına, acil meselelerine ve özel gündemlerine dair tutumumuz oluşturacak. Deklarasyonla bu başlıklara dönük çözüm yollarını ve dikkate alınması gereken temel ilkeleri açıklayacağız.

Deklarasyonda dört ayrı kesime çağrıda bulanacağız. Öncelikli muhatabımız toplum; toplumun tüm farklı kesimleri. Özel olarak da, sorunların çözümünde kilit konumu olan çevrelere sesleneceğiz.

Yani, iktidara, muhalefete ve Kürt hareketine. Eğer Kürt sorununun demokratik çözümü bizim için belirleyicidir diyorsak bütün kesimlere çağrılar yapmamız gerekir. 


- Muhalefete yapacağınız çağrının nedenleri neler?

Seçimlere dair alınan tutumlar söz konusu olduğunda, sorunların kaynağındaki "düzen" unsurlarını gözardı eden yaklaşımların yanlış olacağını göstermek istiyoruz.

Evet, iktidara karşı bir mücadele gerekiyor; ancak bu seçimler gerçekten demokrasi, özgürlük ve adalet adına olumlu bir sonuç doğuracaksa sadece iktidar değişimi yeterli olmayacaktır. Çünkü yalnızca iktidar değişimine odaklı bir politika kimi riskleri barındıyor. 


- Nedir o riskler?

Eğer siyasal muhalefet ve demokrasi güçleri, önlerine sadece iktidar değişimiyle sınırlı bir hedef koyarlarsa, yani düzen değişikliğini göz ardı ederlerse, aynı sorunlar iktidar değişse de sürecektir.

Önümüzde düzen değişikliğine kapı aralayan önemli bir imkân var. Seçimler vesilesiyle bu imkânı hakkıyla değerlendirme yükümlülüğümüz olduğunu düşünüyorum. 
 

M Sancar (5).jpeg

 

"Kaybettirmek değil kazanmak üzerine siyaset yapıyoruz" 

- HDP'den "kaybettirmek" üzerine farklı açıklamalar da yapılıyor. HDP'nin temel hedefi, iktidara "kaybettirmek" mi? 

İktidara kaybettirmek elbette önemli bir hedeftir, ama biz esas olarak kazanmak üzere siyaset yapıyoruz.

Ayrıca, birilerinin ya da belli kesimlerin hesaplarının gizli destekçisi veya yedek gücü gibi algılanmamızı kesinlikle reddediyoruz; bu yaklaşımın kesinlikle yanlış olduğunu söylüyoruz.

Bunun Türkiye'ye kazandırmayacağını biliyoruz; dolayısıyla bu yaklaşımın terk edilmesi konusunda ısrarcıyız. 


- HDP "kazanmak" üzerine değerlendirmesini neye göre yapıyor? 

Barışı, demokrasiyi, adaleti ve özgürlüğü kazanmak üzerine yapıyor. Türkiye'nin gelecek dönemde köklü ve derin meselelerin çözümüne dair yeni bir başlangıç yapması için uğraşıyoruz. Çünkü kazanmak yeni bir başlangıçla mümkündür.

Kazanmak dediğimiz şey de değer ve ilkelere dayalı bir sonuç almak ve buradan demokratik dönüşümün yolunu açmaktır. İktidarları değiştirmek elbette önemli ama iktidar değişimini düzen sorunundan bağımsız ele almak kalıcı sonuçlar doğurmayı engelliyor.


"Düzenin değişmesi gerektiği gerçeğini ıskalayan restorasyon politikalarını doğru bulmuyoruz"

- Düzen sorununu nasıl tanımlıyorsunuz? 

Mesela, "1996 Konsepti" olarak adlandırdığımız Susurluk'u üreten, bizahiti temeldeki bu düzendir. Keza 2015 Konsepti dediğimiz, 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasındaki karanlık dönemle başlayan ve derinleşerek süren savaş politikaları, Kürt sorununda çözümsüzlük, inkar ve imha anlayışı da aynı düzen tarafından üretilmiştir.

Nitekim Sedat Peker'in ifşaatları, bu düzenin ürettiği korkunç suçları, maalesef bizi doğrular biçimde ortaya saçtı. İfşaat, itiraf ve ikrar denklemiyle karşı karşıyayız ve düzenin ürettiği sorunlar tabii bu kadarla da sınırlı değil.


-  Benzerlik kurduğunuz başka dönemler ya da konular hangileri?  

Mesela, doğal afetlerin yarattığı aşırı orantısız yıkım ve dramatik sonuçlar. 1999 depremi bunlardan biri olarak değerlendirilebilir. Üzülerek ifade ediyorum ki binlerce insanımız iktidarların yanlış politikaları nedeniyle hayatını kaybetti.

Ancak bu yıkımın nedenleri, yalnızca dönemin iktidarlarının kifayetsizliğiyle açıklanamayacak kadar köklü ve derin.

Üretilen talan ve rant mekanizmaları, bu mekanizmaların yarattığı denetimsiz şehir plancılığı, çarpık kentleşme, doğal afetlere yönelik hazırlıksızlık bu yıkımın en temel sebeplerinden biri olarak görülmeli.

Geçtiğimiz günlerde orman yangınları ve seller neticesinde yaşananlar, iktidar politikalarının çöküşünü gözler önüne serdi ama daha önemlisi bu düzenin sürdürülebilir olmadığını bir kez daha kanıtladı.

Kısacası biz, düzenin değişmesi gerektiği gerçeğini ıskalayan restorasyon politikalarını doğru bulmuyoruz.

Yani mevcut iktidarın bütün bu yanlışlarını, bilinçli rant ve talan politikalarını, devasa sömürü çarkını ve baskı siyasetini eleştiririrken ve elbette buna karşı mücadele yürütürken, bunları sürekli yeniden üreten düzenin de gözden kaçırılmaması gerektiğini söylüyoruz.

"Devletçi yenilenmeye değil, halkçı bir yönetimin inşasına ihtiyaç var" derken, bunları kastediyoruz. Böylesine kökleşmiş ve derinleşmiş bir düzeni bir seçimle ansızın ve temelden değiştirmenin mümkün olmayacağını biliyoruz.

Ancak toplumun çok geniş kesimlerinin canını yakan çürüme ve çöküş bu kadar açık ve yaygın hale gelmişken, önümüzdeki seçimlerin bu açıdan ciddi bir imkan sunduğunu da kabul etmek lazım. 
 

 

"Derdimiz seçim pazarlığı değil, gelecek için müzakere"

- HDP'nin açıklayacağı deklarasyonu "ittifak şartları" olarak yorumlayanlar var. Değerlendirmenizi alabilir miyim? 

Bazıları tutumumuzu "pazarlık aracı" gibi yorumlamaya çalışıyor. Sanki HDP önüne belli sınırlı hedefler koymuş ve bunları iktidarla ya da muhalefetle pazarlık edecekmişcesine bir hava yaratılıyor.

Bu aslında çok vasat, yüzeysel ve bana sorarsanız pek de zeka içermeyen bir yaklaşımdır. Şunu belirteyim, HDP'nin pazarlık gibi bir derdi yoktur. HDP'nin derdi müzakeredir.


- Müzakereden kastettiğiniz nedir? 

Müzakereyi en geniş anlamıyla ele alıyoruz ve müzakere süreçlerinin toplumsal, siyasal ve kültürel boyutları olduğunu ifade ediyoruz. Müzakere başkadır, pazarlık başkadır.

Biz pazarlık yapalım demiyoruz; aksine, geleceği kurma konusunda müzakere edelim diyoruz. Pazarlık, pazarlığa oturan iki tarafın neyi ne kadar paylaşacağına dair bir yöntemdir.

Müzakere ise mevcut sorunların nasıl çözüleceğine ve geleceğin nasıl kurulacağına dair bir diyalog yöntemi ve mutabakat arayışıdır.

Amacımız Türkiye'de, başta Kürt sorunu olmak üzere, demokrasi sorunu, adalet sorunu, kadın sorunu, ekoloji sorunu, yoksulluk sorunu gibi sorunların hepsini bir arada ele alan bütünlüklü bir perspektif ortaya koymaktır.

Siyasetin varlığı müzakereye dayanır. Müzakereden kastımız da bir masa etrafında oturup tartışmak değildir.

Kastettiğim şey esas itibarıyla sistematik siyasal diyalog ve "toplumsal müzakere"dir. En geniş boyutlarıyla sorunların çözümünün siyasal katılım ve program yarışlarıyla arandığı bir metottur.

Böyle bir modeli, başka nitelemeleri de içerecek şekilde, en genel tabiriyle "güçlü demokrasi" olarak adlandırabiliriz. Parlamenter sistemi de bunun bunun bir parçası olarak görüyoruz. 


"Parlamanter sistemin tek başına mutlak bir reçete gibi algılanması yanlış"

- "Parlementer sistem mi, başkanlık sistemi mi" tartışmalarında hangi başlıkları önemsiyor HDP? 

Türkiye'de parlamenter sistem tartışmasını sadece şekli bir mesele olmaktan çıkarmak lazım. Aynı şekilde anayasa meselesini de teknik bir konu olarak görmekten vazgeçmek gerekiyor.

Parlamenter sistem bizim de tercihimizdir. Güçlü ve çoğulcu bir parlamentonun bulunduğu, kuvvetler ayrılığının işlediği, denge ve denetleme mekanizmalarının gerçekten etkili olduğu bir sistem öngörüyoruz.

Ayrıca güçlü bir parlamentonun, müzakere kültürünü ve mutabakat ihtiyacını güçlendirecek zemini mümkün kılacağına inanıyoruz.

Çünkü bu denli fazla ve karmaşık fay hayattının olduğu ülkelerde "başkanlık sistemi" gibi modeller her daim kutuplaştırma üretir. Müzakere yerine çatışma yaratır ve sürekli yüzde 50+1'i kovalayan bir zihniyet, toplumu o ürettiği kutuplaşmaya mahkûm eder.

Kutuplaşmanın yetmediği yerde düşmanlaştırma politikalarını devreye sokar. 


- Bu sadece Türkiye'ye özgü bir sorun da değil...

Kesinlikle. Mesela başkanlık sisteminin yerleşik olduğu Latin Amerika'nın birçok ülkesine bakarsanız aynı meselelerle karşılaşırsınız.

Çünkü bu tip bölünmüş toplumlarda müzakere ve diyaloğu hiçe sayan bir hükümet sistemi ve iktidar modeli, sorunları çözmekten ziyade büyütür ve derinleştirir.

Ancak şunu da belirtmeliyim, parlamanter sistemin Türkiye'nin sorunlarının çözümünde tek başına mutlak bir reçete gibi algılamasını da yanlış buluyoruz. 


"Güçlü demokrasi, yerel demokrasiyi de gerektirir"

- Hangi açıdan yanlış buluyorsunuz?

Çünkü "güçlü demokrasi", aynı zamanda yerel demokrasiyi de gerektirir. Yerel demokrasiden kastımız da kuvvetler ayrılığının yerele doğru genişletilmesi, yani yerel yönetimlere yetki ve kaynak devrinin güvence altına alınmasıdır.

Bu hem merkezde güç yoğunlaşmasını ve keyfiliği önler hem de halkın yönetime her düzeyde katılımını teşvik eder.

Gerçek bir demokrasinin canlı ve dinamik kalmasının yolu halkın yaygın ve etkin katılımıdır. Halkın katılımı, ayn zamanda en etkili denetim yöntemidir. Katılım da esas olarak yerelden başlar.

Bu anlamda yerel demokrasiyi, sadece Kürt Sorunuyla sınırlı bir öneri olarak değil, genel bir sistem veya model önerisi olarak ele alıyoruz. 


- Nasıl?

Örneğin iktidar, 2019 yılından sonra muhalefetin, özellikle CHP'nin kazandığı belediyeleri işlevsiz ve etkisiz hale getirmeye çalışan hamleler yapıyor.

Görüyoruz ki merkezileşme arttıkça Türkiye'de sorunların çözümü ve halkın katılımı neredeyse imkansız hale geliyor; demokrasi çöküyor, toplumsal çözülme derinleşiyor.

Pandemi sürecinde, orman yangınlarında ve sel felaketinde yerel yönetimlerin yetkisizliği ve kaynaklarının yetersizliği, felaketlerin boyutunu kat be kat artırdı; hatta bu felaketlerin temelindeki önemli sebeplerden birini oluşturdu.

Oysa iyi bir denetim sistemine sahip yerel demokratik bir model, yani halkın doğrudan doğruya katılımını mümkün kılan bir işleyiş, bugüne kadar yapılan ölümcül yanlışların çok çok büyük bir kısmını önleyebilirdi. 


- Partiler anayasa taslakları hazırlıyor fakat demokrasiye gidecek ortak bir anayasa yapımı şimdiye kadar mümkün olmadı. Siz aynı zamanda bir hukuk profesörüsünüz. Bu nedenle özellikle de size sormak istiyorum. Anayasa stratejiniz ve anayasa tartışmalarındaki yaklaşımınız nedir? 

Dinsel, etnik veya ideolojik çizgilerde derinden kutuplaşmış toplumlar, uluslararası literatürde "bölünmüş toplumlar" olarak adlandırılır.

Bu bölünme yaygın şiddet içeren çatışmaya dönüşmüşse "bölünmüş toplumlar"a ilaveten "çatışmalı toplumlar"dan söz edilir.

"Derinden kutuplaşmış ve/veya çatışmalı toplumlar" ifadesi Türkiye'ye maalesef uyuyor. Bu tür toplumlarda anayasa yapım süreci, çatışmaları sonlandırmak, barışı kurmak ve demokrasiyi yerleştirmek için önemli bir imkan olarak görülmektedir.

Bu konudaki başlangıç noktası ise kutuplaşmaya ve çatışmaya kaynaklık eden sorunlara yönelik çözümün genel ilkelerini belirlemek ve bunlar üzerinde olabildiğince geniş bir mutabakat sağlayacak yöntemi bulmaktır.

Anayasa yazmak esasen teknik bir iştir, ama anayasa yapım sürecini nasıl şekillendireceğiniz siyasal-toplumsal bir meseledir.
 

 

"Anayasa yapım süreci anayasa metninin nasıl olacağından daha öncelikli"

- Yani sizin için şu an önemli olan anayasının içeriği değil, yapım süreci mi? 

Burada önemli olan anayasa metninin nasıl olacağından önce, anayasa yapım sürecinin nasıl olacağıdır. Hangi yöntemi benimserseniz ona göre sonuçlar alırsınız.

Mesela, Türkiye darbe anayasaları ile yönetiliyor diyoruz. Bu darbe anayasalarının yarattığı tahribatları da biliyoruz. Çünkü bu anayasalar toplumun katılımının olmadığı bir yapım sürecinde ortaya çıktılar.

Oysa anayasanın ideal anlamı, birlikte yaşamanın temel ilkelerini ve mekanizmalarını belirleyen bir toplumsal sözleşme olmasıdır.

İçinde toplumun olmadığı bir belgeye sözleşme demenin imkânı yoktur; o olsa olsa bir dayatmadır. O nedenle anayasa yapım sürecinin en geniş toplumsal katılımı ve müzakereyi içerecek biçimde işlemesi gerekiyor.

Bu konuda geçmişten bugüne çeşitli yöntemler önerilmiş ve uygulanmıştır. Son yıllarda benzer sorunları yaşayan ülkelerdeki örneklere bakmak bile fikir verebilir.


- Biraz açar mısınız, hangi ülkeler mesela? 

Şili, bu açıdan güncel ve çarpıcı bir örnek. Şili Kongresi 15 Kasım 2019'da yeni bir anayasa yapılıp yapılmayacağına dair bir referanduma gidilmesi hususunda anlaşmış ve aralık ayında yayımlanan bir başkanlık kararnamesi ile yeni anayasa süreci başladı.

Üç aşamadan oluşan bu sürecin ilk basamağında, bir referandum yapılarak halka yeni anayasa isteyip istemediği ve bu anayasanın kim tarafından yapılması gerektiği soruldu.

25 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen bu referandumda iki soru vardı. İlk soru, "Yeni bir anayasa istiyor musunuz?", ikinci soru, "Yeni anayasayı nasıl bir organ yazmalı?" şeklindeydi.

İkinci sorunun cevabı için de seçenekler verilmişti: A, Yarısı görevdeki milletvekilleri ve yarısı halk tarafından seçilecek üyelerden oluşacak 172 kişilik "Karma Anayasa Konvansiyonu"; B, Cinsiyet eşitliğine dayalı olarak sadece halk tarafından seçilecek üyelerden oluşan 155 kişilik "Anayasa Konvansiyonu"


- Nasıl sonuçlandı? 

Yeni bir anayasa seçeneği ve bunun halk tarafından seçilecek bir meclis tarafından yapılması yüzde  80'e yakın bir çoğunlukla kabul edildi.

Ve görevi yeni anayasayı bir yıl içinde hazırlamak olan bir tür kurucu meclis niteliğindeki Anayasa konvansiyonu için seçimler, çok değil daha yeni, yani dört ay önce 15-16 Mayıs 2021'de yapıldı.

Sonuçlar gerçekten çarpıcıydı. Daha fazla ayrıntıya girmeyeyim, ama yanlış anlamaları önlemek için şunu belirteyim, Şili'de parlamento, yani Kongre görevini sürdürüyor, kurucu meclis de sadece anayasa yapım işiyle uğraşıyor.

Son olarak, bu sürecin 2011'de başlayan, iniş çıkışlarla devam eden, 2019'da yeni bir ivme kazanan güçlü toplumsal mücadele birikiminin bir sonucu olduğunu da hatırlatayım.


"Yeni bir başlangıç için kurucu meclis modeli"

- Türkiye için bu model nasıl bir anlam ya da önem taşıyor?

Bu, ciddi bir şekilde üzerinde durmamız ve değerlendirmemiz gereken bir modeldir. Anayasa taslakları üzerinden toplumu kısır tartışmalara boğan ve dar seçeneklere mahkûm eden yaklaşımların, temel sorunlarımıza kalıcı çözümler sunması mümkün değil.

Demokratik bir sistemde eşit ortak yaşamı inşa etmek istiyorsak, yeni bir başlangıç iradesini geliştirmek zorundayız. Bize göre, bu iradeyi toplumsallaştırmak, bütün demokrasi güçleri tarafından bir görev olarak görülmeli. 


- 'Yeni bir başlangıç iradesi' için sizin önerdiğiniz yöntem ya da model nedir?  

Türkiye'de toplumun kendi anayasasını, kendi sözleşmesini yaptığı bir dönem hiç yaşanmadı. 2017'deki anayasa değişikliğinin hangi şartlarda yapıldığını biliyoruz. Ondan öncekilerin de yapılış biçimleri ortada.

Yeni bir başlangıç iradesine en uygun yöntemin "kurucu meclis modeli" olduğunu düşünüyorum.

Burada en hayati mesele, böyle bir meclisin tam anlamıyla çoğulcu olmasını sağlayacak, toplumun mümkünse tüm kesimlerini kapsayacak bir seçim usulüyle oluşmasıdır.

Çalışma yöntemi, süresi, taslağın hazırlanması ve son şeklini alıp yürürlüğe girmesi gibi meselelerin de bu çerçevede tartışılması gerekiyor.

Yani toplumun kendi anayasasını yapacağı bir yöntemi mutlaka bulmamız gerekiyor.

Gerçek demokrasi ve sağlam bir barış için buna ihtiyacımız var. Bu hayati ihtiyacı, seçime dönük taktik hamlelere veya düzeni makyajlayarak sürdürme manevralarına kurban etmemek lazım. 


- "Yeni anayasa tartışmalarında 1921 Anayasası'ndan ilham alınabilir" diye daha önce bir açıklamanız olmuştu ve güçlü parlamento ile yerel yönetimler şekilindeki iki ilkesi ilham kaynağı olabilir demiştiniz... 

Yeni bir anayasa yapılacaksa, elbette bugünün şartlarını ve ihtiyaçlarını esas almak lazım.

Ancak ülkenin geçmişini ve başka toplumların tecrübelerini bir malzeme ve kaynak olarak değerlendirmek de, anayasa yapım süreçlerinin olağan, hatta gerekli bir unsurudur.

1921 Anayasası'nın yöntem ve ilke olarak belirttiğiniz iki özelliğine bu açıdan dikkat çektim. Aktif siyasete girmeden önce de, akademik çalışmalarımda bu görüşü savunuyordum.

1921 Anayasası yapılırken güçlü parlamento ve yerel özerklik ilkelerinin canlı bir şekilde tartışıldığını ve iyi-kötü bir belgeye yansıtıldığını unutmamak lazım.

Bunu söylemek, geçmişin diğer yanlarını yok saymak anlamına gelmiyor. 1921 Anayasası'na atıf yaparken, 1915 ve sonrasında yaşanan kırım, kıyım ve acıları bir kenara koymak gibi bir niyetim elbette yok ve olamaz da. 


- Sizin "Geçmişle Hesaplaşma" isimli bir de kitap çalışmanız var. Yeni anayasa süreci ile ilişkisi nasıl kurulabilir? 

Geçmişle hesaplaşma, çok boyutlu bir meseledir. Evet, yıllarca bu konuda çalışmalar yaptım, kitap ve makaleler yazdım.Demokratik değerlere dayalı bir anayasa yapım süreci, aynı zamanda kolektif öğrenme ve yüzleşme süreci olarak işleyebilir.

Bunun için demokrasi, barış ve adalet isteyen herkesin ve her kesimin emek ve iradelerini buluşturabilmek çok önemli.


- Şu an muhalefet güçlendirilmiş parlamenter sistem arayışına dönük anayasa önerileri hazırlıyor. Siz asıl önemin yönteme verilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Bugünkü şartlarda böyle bir anayasa değişikliği pek mümkün görünmüyor. Bir defa, ne muhalefetin de iktidarın da parlamentoda anayasa değişikliği için gerekli sayısal çoğunluğa yok.

Referandumsuz değişiklik için 400, referandumlu değişiklik için 360 milletvekilinin evet demesi lazım. Bu durumda, ya hemen şimdi anayasa tartışmalarını "yapım süreci ve yöntemi" meselesine odaklamak gerekiyor.

Bunun için, iktidar ile muhalefet arasında bir mutabakata ihtiyaç var. Ama iktidar bloğu hiç oralı görünmüyor. Ya da seçimlerden sonra daha kapsamlı bir anayasa değişikliğinin nasıl gerçekleştireceğini muhalefetin şimdiden topluma anlatmaya başlaması gerekiyor.

Şu an muhalefette de bu hava yok maalesef. Muhalefet, iktidar eleştirisi ve iktidar değişimi dışında gelecek için topluma güçlü bir ufuk ve gerçekçi bir umut programı sunmada yetersiz. 
 

 

"Muhalefet bloğu arasında sürekliliği olan bir mekanizma yeni bir evreye geçmek için önemli bir zemin yaratır"

- "Güçlü  bir ufuk ve gerçekçi bir umut" sunmak için sizin öneriniz nedir?

Öncelikle mevcut kutuplaştırma, düşmanlaştırma, gerilim anlayışının yerine "diyalog, müzakere, mutabakat" arayışını vadeden geniş bir demokrasi bloğunun önemli bir seçenek olduğunu düşünüyoruz.

Özellikle muhalefet partilerini ve demokratik toplumsal güçleri kapsayan sistemli bir diyalog mekanizmasının oluşturulması lazım.

Bu diyalog sağlanırsa, iktidarın düşmanlaştırma, ayrıştırma, ırkçılık, nefret yöntemi ile varlığını sürdürmesine karşı muhalefet, topluma müzakere, diyalog ve barışı bir çözüm olarak önermiş olacak.

Kürt sorunundan kadın sorununa, ekonomik sorunlardan ekolojik sorunlara, sağlık sisteminden eğitim sistemine kadar günlük hayatı etkileyen bütün meseleler bu çerçevede çok daha gerçekçi bir programa yerleştirilebilir.

Bunun toplumsal barış ve Kürt sorunun çözümünde de yeni bir evreye geçmek için önemli bir zemin yaratacağını düşünüyoruz. 


"İktidarın HDP'ye olan yaklaşımın bir benzeri muhalefetin bir kesiminde de var"

- Bahsettiğiniz diyalog mekanizmanın kurulması için muhalefet bloğunda bir çaba var mı? 

Şu anda iktidarın HDP'yi düşmanlaştıran ve siyasal alanın dışına itmeye çalışan pek çok hamlesi var ve bütün bu hamleleri meşrulaştırmak için nefret, kutuplaştırma, düşmanlaştırma yöntemlerini kullanıyor.

Ancak muhalefetin bir kesiminde de aynı anlayışın öyle ya da böyle sürekli boy verdiğini görüyoruz. Yani HDP'yi dışarda bırakmaya yönelik yaklaşımın bir benzerini muhalefetin bir kesimi de izliyor.

Biz diyoruz ki zaten Türkiye'nin sorunlarının temel kaynağı bu yöntem ve zihniyettir. Eğer muhalefetin bir kesimi iktidar ile aynı anlayışı sürdürürse bu iktidarın yarattığı düzenden farklı bir geleceği nasıl vadetmiş olacak?

Türkiye'de toplumsal barışı nasıl sağlayacak? Bu tutumu sergileyenler, müzakere ve diyaloğu yerleştirmeyi istemiyorlarsa, sorunların çözümünde ne gibi bir öneri geliştiriyorlar?

HDP'yi dışlamak "terör söylemi" üzerinden işleyen bir süreç, ama bunun esas olarak Kürt halkının siyasal aktör olarak gücünü yok etme gibi bir nihai amaçla da özdeşleştiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor. 


- Yani, HDP'yi dışlamak Kürt halkının siyasi özne olarak dışarda bırakılması anlamına geliyor? 

İktidar bloğunun tek yanlı psikolojik savaş ve kara propaganda yöntemine rağmen HDP, 2015 yılında yapılan seçimlerden bu yana yüzde 12-13 oy almayı başardı.

Ve HDP seçmeninin çok büyük bir kısmını Kürt halkı oluşturuyor; HDP de bu iradenin en büyük temsilcisi.

HDP'yi dışarda bırakmaya yönelik her arayış aslında Kürt halkının siyasal özne olmasını reddetmek anlamını taşıyor. Tıpkı on yıllardır yapılmak istendiği gibi...

O nedenle bugüne kadar meselelerin kaynağında yatan bu yöntemi ve yaklaşımı gelecek döneme taşımak isteyen kim varsa aslında sorunların aynı şekilde devam etmesinden başka bir tercihte bulunmamaktadır.


- Muhalefet partilerinin Kürt meselesine ilişkin söylem ve yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

"Niyet beyanı" olarak yorumlamak istediğimiz bazı söylemler var. Ancak şimdiye kadar epey soyut ve izole, yani başka konulardaki yaklaşımlarla bütünleşmeyen beyanlar olarak kaldıklarını söylemek zorundayım.

Eğer "yeni bir başlangıç" ihtiyacını ciddiye alıyorlarsa, muhalefet partilerinin, Kürt sorununun çözümüne dair yöntem ve ilkeler konusunda daha somut ve bütünlüklü öneriler ortaya koymaları, diğer konulardaki politikalarını da bunlarla uyumlu hale getirmeleri lazım.

Öte yandan Kürt halkının çok büyük bir kesiminin güzel sözlere ve altı doldurulmamış vaatlere aldırış etmeyeceğini de bilmek lazım.

Böyle simgesel jestlerle ve muğlak ifadelerle Kürtlere yaklaşmanın reel bir karşılığı yok. Kimse bu yöntemlerle oy ve sonuç alabileceğini düşünmesin.

Kürt halkı iradesini seçimlerde ortaya koyuyor ve burada da HDP'nin rolünün ne kadar belirleyici olduğunu herkes biliyor.

Kayyım politikaları, vekilliklerin gaspı, siyasi davalar, baskı ve zulüm yöntemleri sadece bir parti olarak bizi hedef almıyor, Kürt sorununa yaklaşımı da yansıtıyor.

Ayrıca bunlar, Kürt halkının iradesini ve kazanımlarını tanımamak anlamına geliyor. Bu nedenle HDP'ye nasıl yaklaşıldığı ve yaklaşılacağı meselesi, Kürt sorununa yaklaşım konusunda da çok temel bir ciddiyet ve samimiyet testidir.

Bu, herkes için olduğu gibi muhalefet partileri için de geçerlidir.


"Hedefimiz, HDP’yi parlamentonun ve demokratik siyasetin kilit gücü haline getirmek"

- Partinize yönelik  kapatma davası ile ilgili süreç devam ediyor. HDP'yi nasıl etkiliyor bu dava? 

Türkiye'nin en politik kitlesi HDP kitlesidir. Dolayısıyla demokratik siyasetin nasıl bir önemi olduğunu en iyi kavrayan kesim, HDP tabanıdır.

Bütün kuşatmalara ve baskılara rağmen halkımız, HDP'ye ve demokratik siyasete kararlılıkla sahip çıkıyor. Kapatma davası, sonucu ne olursa olsun, bizim bu çizdiğimiz çerçevede yürümemize engel olmayacaktır.

HDP, başta Kürt halkı olmak üzere temsil ettiği tüm toplumsal kesimlerin ortak iradesini en etkili şekilde hayata geçirecek yöntemleri bulur ve uygular.


- Kapatılma ihtimaline karşılık başka bir parti ile devam etme gibi bir düşünceniz var mı? Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi ile bu anlamda devam edebileceğiniz de konuşuluyor... 

Şu açıkça bilinsin ki imkânlarımız var, seçeneklerimiz var, gücümüz var. Türkiye'nin geleceğini belirleme konusunda siyasi dengeleri temelden etkileme konusunda mutlaka ama mutlaka bir yol bulacağız.  


- Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde stratejisi ile ilgili farklı senaryolar tartışılıyor ama meclisin üçüncü büyük partisi olan HDP'nin alacağı tutum da hem Cumhur İttifakı hem Millet İttifakı için belirleyici olacak. Sizin seçimler için projeksiyonlarınız neler? 

Cumhurbaşkanlığı seçimini de parlamento seçimini de çok önemsiyoruz. Parlamento seçimlerinde mevcut ittifaklardan herhangi birine girme arayışımız, isteğimiz ve ihtiyacımız yok. Kendi yolumuzda yürüyoruz.

Zaten bizim dahil olduğumuz ittifaklar var, bu ittifakları daha da genişleteceğiz. Hem Kürdi hem Türkiye'nin tümünü kapsayan ittifakları büyütmek için elimizden geleni yapacağız.

Parlamento seçimlerinde en yüksek oya ulaşmak için de her türlü çalışmayı yürüteceğiz. Hedefimiz, HDP'yi parlamentonun ve demokratik siyasetin kilit gücü haline getirmektir.

Bu gücü Türkiye'nin tüm sorunlarına çözüm üretecek politikalara yansıtma potansiyelimize çok özel önem atfediyoruz. 


"İlk turda cumhurbaşkanlığı seçimine ortak adayla girilmesi fikrine açık olduğumuzu söylüyoruz ama..."

- Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP, Millet İttifakı ile birlikte ortak aday çıkarmayı düşünüyor mu? 

İlk turda cumhurbaşkanlığı seçimine ortak adayla girilmesi fikrine açık olduğumuzu söylüyoruz ama muhalefetin öncelikle isimleri değil, ilkeleri, çözüm yöntemlerini ve geçiş sürecine dair temel meseleleri tartışması gerektiğini dile getiriyoruz.

Burada sanki sadece Millet İttifakı'na sesleniyormuşuz gibi yorumlar sıkça yapılıyor. İktidar medyası bunu esasen çok bilinçli ve sistemli bir şekilde yapıyor.

Bizim önerimiz, muhalefetin tümüne yöneliktir. Buna sadece siyasi partileri değil, demokrasi güçlerini de dahil ediyoruz. Tekrar söyleyeyim: Bizim için öncelikli husus temel ilkeler üzerinde diyalog, müzakere ve mutabakattır.

Temel ilkelerin, bugünün sorunlarına, geçiş sürecine ve geleceğin inşasına dair yaklaşımlarla ilgili olduğunu ya da olacağını da söylememe gerek yok herhalde.

Eğer sözünü ettiğim geniş çevreleri kapsayan böyle bir mutabakat ortaya çıkarsa, ortak adayın kim olacağı tartışması çok daha kolay yürütülebilir. 


- Böyle bir mutabakat çıkmazsa ya da bütün bunlar gerçekleşmezse nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Söylediklerim, sadece bir ideali, bir hayali ifade etmiyor; makul ve mümkün olan çözüm yollarını gösteriyor. Bütün bunlar gerçekleşmezse ne olacağını şimdiden konuşmanın doğru ve faydalı olduğunu düşünmüyorum.

Demokratik siyaset, değişik ihtimalleri önceden hesaba katıp farklı seçenekler üretme; yollar bulma, gerekirse yollar inşa etme sanatıdır.

Biz gerçek bir demokratik dönüşüm ve sağlam bir barış için üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz ve bu yolda devam edeceğiz.

Belirttiğiniz durumda nasıl bir yol izleyeceğimizi de zaman geldiğinde gelişmelere ve şartlara göre değerlendirip belirleriz. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU