Afrika'da basın özgürlüğü: Gerilla klavyeler

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Free Press

"Gerilla daktilolar" olarak nam salmışlardı ama gazeteciydiler. 

Kendilerine gerilla denilmesinin sebebi silahlı mücadele verdikleri için değil, başta Apartheid rejiminin hüküm sürdüğü Güney Afrika olmak üzere, Afrika'daki otoriter rejimlere kalemleriyle karşı çıktıkları içindi. 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) öncülüğünde 1991 yılında Namibya'nın başkenti Windhoek'de düzenlenen seminere katılan gerilla daktilolar, "Windhoek Deklarasyonu" olarak bilinen bildiriyi imzaladılar. 

Kıtada özgür, bağımsız ve çoğulcu bir medya hedefleyen sözkonusu bildiri takip eden yıllarda dünya genelinde basın özgürlüğüne ilişkin en önemli uluslararası belgelerden biri haline geldi. 

Dahası BM Genel Kurulu, Deklarasyonun imzalandığı 3 Mayıs'ı Dünya Basın Özgürlüğü Günü ilan etti. 

1990'lı yıllardaki demokratikleşme dalgasının hemen başındaki bu inisiyatifin Afrika'da basın özgürlüğünün teminat altına alınması ve ilerletilmesine etkisi olduğu muhakkak. 

Ancak gelinen noktada basın özgürlüğü kıta ülkelerinin büyük çoğunluğunda ciddi sorunlarla malul. 

Gazeteciler, arkalarında devlet yöneticilerinin bulunduğu trol ordularının itibarsızlaştırma saldırılarına ve tehditlerine maruz kalıyor, güvenlik güçlerinden şiddet görüyor, keyfi tutuklanıyor ve canlarına kastediliyor. 

Sözkonusu suçların faillerinden, yine yönetici elit tarafından korundukları için hesap sorulamıyor. 

UNESCO verilerine göre 2006-2020 yılları arasında kıtada 174 gazeteci öldürülmesine rağmen katillerin bulunması için açılan davalardan sadece yüzde 10'u sonuçlandırılabilmiş durumda. 

Bu bağlamda Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) tarafından 2013 yılından bu yana yayınlanan Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Afrika ülkelerinin büyük çoğunluğunun sınıfta kaldığı görülüyor. 

Çoğulculuk, bağımsızlık, sansür, yasal çerçeve ve hak ihlalleri gibi kriterlere binaen hazırlanan endekse göre 2021 yılında basın özgürlüğünün "iyi" durumda olduğu hiçbir Afrika ülkesi bulunmazken, kıta ülkelerinin yüzde 80'i "problemli" veya "kötü" gruplamaları içerisinde. 

Mısır, Libya, Eritre, Cibuti, Somali ve Ekvator Ginesi'nin ise bu kriterlerin tamamında sınıfta kaldığı görülüyor.   
 

Dünya Basın Özgürlüğü 2021 Endeksi’ne göre Afrika ülkeleri. Kaynak rsf.org_.jpg
Dünya Basın Özgürlüğü 2021 Endeksi’ne göre Afrika ülkeleri / Kaynak: rsf.org

 

Kıtadaki basın özgürlüğünün genel durumu hakkında daha net bir fotoğraf ortaya koymak için listenin görece üst ve alt sıralarında yer alan iki Sahraaltı Afrika ülkesine daha yakından bakalım. 


Burkina Faso

Batı Afrika'nın en yoksul ülkelerinden birisi olan Burkina Faso, RSF'ye göre basın özgürlüğü endeksinde 37'nci sırada. 

Komşularının büyük çoğunluğunun aksine dinamik, profesyonel ve çoksesli bir medyaya sahip. 

Ülkeyi 27 yıl yöneten Blaise Compaoré'nin 2014 yılında gerçekleşen kitlesel protestoların ardından istifa etmek durumunda kalması, ülkede basın özgürlüğü standartlarının gelişmesinin önünü açtı. 

Devlet kanalları üzerindeki siyasi baskı ve otosansür azaldı. 

Afrika İnsan ve Toplum Hakları Mahkemesi'nin Burkina Faso hakkında verdiği bir kararın, ülkedeki basın özgürlüğü standartlarının gelişmesine katkısı oldu. 

Bu bağlamda gazeteci Issa Konaté, yerel bir savcının yolsuzluk yaptığını iddia etmesinin ardından hakaret suçu işlediği gerekçesiyle bir yıl hapis ve ağır para cezasına çarptırılmıştı. 

Ulusal mahkemelerin verdiği bu kararı bozan Afrika İnsan ve Toplum Hakları Mahkemesi, Burkina Faso'nun taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri ihlal ettiğini belirtti ve hakaret nedeniyle hapis cezası verilemeyeceğine hükmetti. 

Bu karar üzerine Burkina Faso ulusal mevzuatında değişikliğe giderek hakareti hapis cezası gerektiren bir suç olmaktan çıkardı.

Bununla birlikte basın özgürlüğü konusunda Burkina Faso'da her şeyin güllük gülistanlık olduğu iddia edilemez. 

Örneğin ülkede medya sektörünü düzenleme yetkisini haiz İletişim Yüksek Konseyi üyelerinin üçte ikisi hükümet tarafından atanıyor. 

Dolayısıyla siyasiler basın organlarına ve gazetecilere baskı yapabiliyor. 

Ülkede 2016 yılından bu yana gittikçe kötüleşen güvenlik durumu da devletin terörle mücadele adına aldığı önlemlerin sertleşmesine yol açıyor. 

Nitekim ceza kanununda 2019 yılında yapılan bir değişiklik, güvenlik güçleri hakkında "yanlış haber yapan ve bu nedenle kamu düzenini tehlikeye atan" yayın kuruluşlarına ağır cezalar öngörüyor. 

Suç sayılan sözkonusu fiillerin çok büyük oranda takdir yetkisine bağlı olduğu izahtan vareste.
  

Reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters

 

Uganda

Uganda ise basın özgürlüğü endeksinde 125'inci sırada. 

Ülke anayasası bir taraftan ifade özgürlüğünün garanti altında olduğunu belirtirken diğer taraftan "kabul edilebilir ve haklı gerekçelerle" sınırlandırılabileceğini kayıt altına alıyor. 

Gerçi basın kuruluşları üzerinde baskı kurmak veya gazetecilere şiddet uygulamak, sindirmek, korkutmak ve haksız yere tutuklamak için mevzuattan zorlama yorumlar çıkartılmasına gerek kalmıyor. 

Çünkü başta polis olmak üzere güvenlik görevlileri, tüm bu suçları, hesap verme endişesi olmaksızın fiiliyatta pervasızca irtikap ediyor. 

Zira başta Cumhurbaşkanı Museveni olmak üzere üst düzey yöneticiler basın mensuplarına yönelik saldırıları kınanmadıkları gibi, gazetecileri hem "dış güçlerin ajanı" olmakla, hem de "parazit" olmakla itham ediyor. 

Cumhurbaşkanı Museveni'yle ilgili olumsuz haber yapmak neredeyse fermana mahsus. 

Öyle hiçbir gazeteci veya aktivist, tutuklanmayı ve işinden olmayı göze almadan bu konuları haberleştiremiyor. 

Öte yandan, 35 yıldır iktidarda olan Museveni'nin ülkede ekonomiden siyasete, yargıdan spora hemen tüm alanlarda etkin olması nedeniyle usulsüzlüklerin ucunun öyle veya böyle Cumhurbaşkanına veya onun ahbap-çavuş ağına uzandığı biliniyor. 

Ülkede basın özgürlüğünün sınırları hesap verebilirlik, yolsuzluk ve usulsüzlük gibi akçeli konuların eşiğinde son buluyor. 

Bu kuralı bilmeyen veya dikkate almayan gazetecilere önce güvenlik güçleri, akabinde de medya düzenleyici kurulları tarafından "gerekli dersler" ivedilikle veriliyor. 

Örneğin araştırmacı gazeteci Solomon Serwanjja'nın evi, sağlık sektöründeki bir yolsuzluğu tespit etmesinin hemen ardından 2019 Şubat ayında polis tarafından basıldı. 

Gazeteciyi evde bulamayan polis Servanjja'nın teslim olmasını sağlamak amacıyla eşini rehin aldı. 

Basın kuruluşları üzerinde de ciddi baskı bulunuyor. 

Örneğin Uganda Haberleşme Komisyonu, Museveni'ye rakip olan Cumhurbaşkanı adayı Bobi Wine'nin 2019 Mayıs ayında keyfi tutuklanmasını haberleştiren 7 radyo ve 6 televizyon kanalına editörlerini görevden almalarını emretmişti. 

Bu şartlar altında "dersini alan" gazeteci ve medya kuruluşları büyük oranda otosansür uygulama yoluna gidiyor. 


Basının suçu ne?

Yukarıda kısaca özetlediğimiz iki örnekten de görüleceği üzere basın özgürlüğü konusunda Afrika ülkelerinde sorunlar yaşanmasının en temel nedeni demokrasi açığı ve hukukun üstünlüğüne riayet edilmemesi. 

Yönetimi rahatsız eden gazetecilerin cezalandırılması için suç işlemeleri gerekmediği gibi, basın mensuplarına şiddet uygulayan, kanuna aykırı olarak tutuklayan, yer yer canlarına kasteden güvenlik görevlilerinin işledikleri aleni suçlar cezasız kalıyor. 

Hesap verebilirliğin olmadığı şartlarda iktidarlar, kontrolsüz gücün nobranlığına ulaşıyor. 

Nitekim, Uganda'yı 1971-1979 yılları arasında otoriter bir şekilde yöneten Idi Amin'in "ifade özgürlüğü vardır, ancak ifadeden sonra özgürlüğü garanti edemem" demişti. 

Benzer şekilde, Reuters muhabiri James Akena'nın 2018 yılında kameralar önünde polis şiddetine maruz kalmasına ilişkin olarak Cumhurbaşkanı Museveni'nin adıgeçenin "kamera hırsızı zannedildiğini" söylemesi güç zehirlenmesinin meydana getirdiği pişkinlikten kaynaklanıyor. 

Yoksa Afrika ülkelerinde yürürlükte olan ulusal mevzuatlar ve sözkonusu ülkelerin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar basın ve ifade özgürlüğünü yeterince garanti ediyor. 

Sorun yönetimlerin bu kurallara uymamayı seçmesinden ve bu kararları nedeniyle kendilerinden devlet mekanizması içerisinde hesap sorulamamasından kaynaklanıyor. 

Gazeteciler esasen iktidar sahipleri açısından "ideal" olan bu durumun değişmesine yol açacak güce sahip olmadıkları için cezalandırılıyor. 


Sorun sadece Afrika'da mı?

Burada şunu da ifade etmek, iğneyi Afrika ülkelerine batırırken çuvaldızı da diğer ülkelere batırmak gerekiyor. 

Afrika ülkelerini basın özgürlüğü konusunda "gelişmiş Kuzey" ülkeleriyle kıyaslamak güç. 

Ancak kıtanın "kalkınma ortağı" olduğunu iddia eden, kıtayı hemen her anlamda desteklediğini iddia eden güçlerin basın ve ifade özgürlüğü konusunda Afrika'dan pek de ayrışmıyor. 

Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere, kıtanın yükselen ortaklarının çok büyük bir çoğunluğu basın özgürlüğü konusunda sınıfta kalıyor. 

Hatta oransal olarak Afrika ülkelerinin sözkonusu ortaklarına kıyasla daha iyi bir basın özgürlüğü karnesine sahip oldukları söylenebilir. 
 

rsf.org_.jpg
Bazı Afrika ülkeleri ve kıtanın yükselen ortaklarının Dünya Basın Özgürlüğü 2021 Endeksi sıralamasındaki yeri / Kaynak: rsf.org

 

Sonuç

1991 yılındaki Windhoek Bildirisi'ne imza atan Afrikalı gazeteciler, namı diğer gerilla daktilolar, 20'nci yüzyılın son çeyreğinde meslek etiklerini ve kamu yararını kişisel çıkarlarının önüne koymuş, bu nedenle kıtadaki otoriter yönetimleri düşman edinmiş savaşçılardı. 

Ve bu savaşçılardan bazıları canları pahasına dahi olsa mesleklerini etik kurallar çerçevesinde icra etmekten çekinmemişti.

Basın özgürlüğü konusunda durum bugün, 1991 yılında olduğundan çok daha kötü.  

Anılan tarihte Afrika'da sadece 4 gazeteci hapisteyken, bugün 11 Afrika ülkesinde 78 gazeteci cezaevinde. 

Üstelik otoriterleşme ve arkasında devlet yöneticilerinin olduğu dezenformasyon gün geçtikçe artıyor. 

Dolayısıyla selefleri gerilla daktilolar gibi gerçeği yalandan, bilgiyi çarpıtmadan ayıracak ve bu konuda geniş halk kitlelerine yol gösterecek "gerilla klavyeler"e Afrika'da ve dünyanın diğer bölgelerinde çok ihtiyaç var. 

Mevcut gerilla klavyelerin kimisi hapiste çürütülüyor, kimisi sürgünde bulunuyor, kimisi de tüm zorluklara göğüs gerip gazetecilik mesleğini hakkıyla yerine getirerek, doğru bilgi ve gerçeğe düşman otoriter yönetimlerin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. 

Ancak, bu kahramanların emeklerinin meyve verebilmesi, yani Afrika halklarının gerçekten özgür olabilmeleri için sorgulayıcı bakış açısıyla gerçeklerin peşindeki bireylerin sayısının artması gerekiyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU