Duma “gaz” saldırısına ilişkin asla görmek istemediğimiz kanıt

OPCW, hakikati basitçe ortaya koymak dururken, gülünçlüğe kapı araladı

Fotoğraf: The Independent

Kodamanların sözlerine güvenmeyi severiz. Gösterişli küçük liderlerimizin kolayca söylediği yalanlara ve şakımalara artık güvenir miyiz?: Trump’lara, May’lere ve Avrupa’nın tüm milliyetçilerine… Arap diktatörlere gelince, onların bizde zaten hiç kredisi yok.

Oysa bütün bürokrasisine ve yozlaşmışlığına rağmen Birleşmiş Milletler (BM) bize dünyanın iklim değişikliğiyle karşı karşıya olduğunu söylediğinde çoğunlukla buna inanırız. Uluslararası Kızılhaç Örgütü, bizi Afrika’daki insanlık felaketi konusunda uyardığında, onun sözünü ciddiye almaya eğilimliyiz. Dahası, dünya genelinde 193 üye ülkeyi temsil eden Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), Suriye’de klor saldırılarını rapor ettiğinde, hakikati, bütün bir hakikati ve yalnızca hakikati işitmekte olduğumuzu varsayarız.

Şimdiye kadar öyleydi. Son birkaç günde, Suriye rejiminin geçen yıl Duma kentinde kimyasal silah kullandığı iddiasını içeren nihai raporda rahatsız edici bir delil ortaya çıktı: OPCW, klor molekülü içeren iki silindir hakkında hazırlanmış 15 sayfalık muhalif değerlendirmenin varlığını kasten hem kamuoyundan hem de basından saklamıştı. Muhalif değerlendirmenin çürüttüğü şey; raporun tamamında yer alan, Esad rejimini mahkum etmeye yönelik en güçlü kanıttı.

OPCW resmi olarak, bu kapsüllerin 7 Nisan 2018’de Duma üzerine bir hava taşıtından -muhtemelen Suriye’ye ait bir helikopterden- atıldığı yönündeki duruşunu muhafaza ediyor. Ancak OPCW’nin sonuç bildirgesinin basılı halinde hiç atıfta bulunmadığı muhalefet şerhinde, “Her iki silindirin bu iki bölgeye bir hava taşıtıyla bırakılmaktan ziyade elle yerleştirildiğine dair yüksek bir ihtimal var” ifadeleri yer alıyor.

OPCW’nin bu manipülatif hareketinin ciddiyetini hafife almak hayli güç. OPCW, Mail on Sunday gazetesi için yazılar kaleme alan -ve elbette merhum Christopher Hitchens’ın kardeşi- muhafazakar yazar Peter Hitchens’a verdiği bir cevapta, sözüm ona teknik sekreterliğinin, “belgenin gayri resmi bir şekilde (aynen böyle diyor) yayımlanmasıyla ilgili bir iç soruşturma yürüttüğünü” itiraf ediyor.

Ardından şunu ekliyor:

“Şu sıralar bu konu hakkında kamuyla paylaşılacak daha fazla bilgi bulunmuyor ve OPCW, röportaj taleplerini yerine getiremiyor (aynen böyle diyor).”

Bu, şu ana kadar işe yaradığı farz edilen bir taktik: OPCW’nin resmi sonuç bildirgesinin haberini yapan tek bir medya organı bile kuruluşun gizlediği raporun peşine düşmedi.

Dahası, OPCW’nin röportaj taleplerini “yerine getirmeyeceğinden” emin olabilirsiniz. Burada, yüz binlerce insanın hayatına mal olan bir savaşta, savaş suçlarını araştıran bir kurumdan bahsediyoruz ve o kurumun, mühendislerin hazırladığı “gizli” değerlendirmeye dair soruşturma hakkında şimdiye dek verdiği tek yanıt, dünyadan sır gibi saklamak istediği belgenin kaynağına karşı yürüttüğü cadı avına odaklanmak oldu.

Eğer bu, size yeteri kadar içler acısı gelmemişse, nihai raporu 100 sayfayı aşan ve gazeteciler için kolay okunur özet bir nüsha bile sunan OPCW’nin şimdi basına daha fazla bilgi sızmasını önleme umuduyla çelik kapılarını hızla çarptığını da ekleyelim.

Bu sansür eyleminden çok daha tehlikeli olan şey, bunun batının rakiplerine, Suriye rejimine ve Ruslara bir propaganda okyanusu sunması. Russia Today, izleyicilerini çoktandır OPCW’nin NATO tarafından siyasi açıdan nasıl kontrol edildiğine dair hikayelere eğlendiriyor. Barış yanlısı ama ne yazık ki aynı zamanda komplocu Amerikan internet siteleri de, mühendislerin çelişkili raporuyla hoşça vakit geçiriyor.

Ve bizim gibi saf bir izleyici ve okuyucu kitlesi için, sözümona uluslararası bilim insanlarından oluşan yetkili bir organın bu çirkin aldatmacası, tek bir sonuca varabilir: Eğer dünyamızda olup bitenlere dair hakikati ve resmi belgelerin ardındaki gerçek hikayeyi bilmek istiyorsak; bir kez daha, düşmanlarının gözünde “Batı güvenliğine zarar veren hainlere”, Assange’lara ve Chelsea Manning’lere ve Wikileaks gibi grupların ortaya çıkardıklarına başvurmak zorundayız.

Kurumsal bellek ve basına dair hafıza öyle bir şey ki, belki de 2018 Duma saldırısının önemini kendimize hatırlatmak için küçük bir gezintiye çıkmalıyız. Geçen sene yaz ayları başında Suriye hükümeti birlikleri Şam’ın doğu yakasındaki muhtelif apartman bloklarını, kenar mahalleleri ve dar sokakları kuşatıp, İslamcıların hakim olduğu Duma’ya yaklaşırken; çekilen üzücü görüntüler, gaz soluduktan sonra ağzından köpükler çıkan ve resmen boğulan sivilleri gösteriyordu.

Şam hükümeti iddiayı reddetmişti. Ruslar da öyle. Ancak gaz saldırısıyla ilgili yeterli delil sağlandığında, ABD, İngiltere ve Fransa, Suriye’de bombalı saldırı düzenledi. Londra’daki basın toplantısında Theresa May, Esad diktatörlüğünü kadınlara ve çocuklara gaz saldırısı düzenlediği için şiddetli biçimde kınamıştı.

Duma bölümü öncesinde de Suriye rejiminin kimyasal silah kullandığına dair pek çok rapor mevcuttu. Ancak dünyanın derme çatma hastane koğuşu görüntülerine verdiği tepki, olayı uluslararası bir krize çevirdi. Amerikan güdümlü füzelerinin hedeflerinin arasında, OPCW’nin 2018 güzünde kimyasal silah ilişkileri konusunda akladığı, Şam’daki bir bilimsel merkez de bulunuyordu. Fakat, Suriyelilerin “güvenlik” gerekçesiyle neden olduğu gecikmeden sonra, iki hafta içinde Duma hastanesindeki doktorlarla çoktan görüşmüş olan OPCW’nin uluslararası bilim insanları, kimyasal saldırının gerçekleştiği iddia edilen sokaklara geldi.

Bu yılın mart ayında yayımlanan sonuç raporuna göre OPCW; Duma’da “organofosforlu sinir gazı” (halk dilinde sarin gazı) bulunmamasına ve saldırıda öldüğü kaydedilenlerin çoktan gömülmesine rağmen, aralarında makine mühendisliği” uzmanlarının olduğu söylenen ekiplerinin, iki özel noktada, binaların zeminini etkilemek için tavandan ve beton duvarlardan geçirilen, silindir şeklinde teneke variller bulduğu sonucuna vardı.

OPCW muhtemelen “silindirlerin reaktif klor barındıran maddelerin kaynağı” olduğunu söyledi. Tanıklar, çevresel ve biyomedikal örnekler, toksikolojik ve balistik incelemeler, “toksik kimyasalların silah olarak kullanıldığına dair makul zemini sağlıyor.” Buna göre, silindirler hava aracından atılmıştı.

 

 

Zamanında yayımlanmamış “Duma olayında gözlemlenen -OPCW hassasiyetli- sınıflandırılmamış  iki silindirin mühendislik değerlendirmesi- Yönetici özeti” başlıklı ve 27 Şubat 2019 tarihli döküman, internette adı geçen ama burada tekrar etmeyeceğimiz mühendis tarafından yazıldı. Döküman, yayımlanan rapora tamamen zıt sonuçlar çizerek, “mühendislik alt ekibinin iki bölgedeki silindirlerin de hava aracından atıldığı konusunda emin olamayacağını” ifade ediyor.

Ve neden olmasın? “Boyutlar, özellikler ve silindirlerin görünümü ve olayın gerçekleştiği çevredeki manzara, her iki silindirin de hava aracıyla bırakıldığı yönündeki kanıyla tutarsızdı… Özetle, her iki bölgedeki müteakip araştırmaya göre, silindirlerin hava aracıyla bırakılmasından ziyade elle yerleştirilme ihtimali daha yüksek.”

Açık söylemek gerekirse, döküman silindirlerin bulunduğu yerin bir tuzak olduğuna işaret ediyor. 7 Nisan 2018’deki, hiç kimsenin, hatta Suriyelilerin ve Rusların da o gece geleneksel bir saldırının olduğunu yadsımadığı bombalı saldırının ardından Duma içindeki biri silindirleri OPCW’nin incelediği yerlere yerleştirdi. Suriyeliler ve Ruslar bölgeye girmeden önce ortaya çıkan silindirlerin ilk görüntülerinden bu yana, kesin kanı silindirleri oraya Esad rejimine muhalif güçler tarafından yerleştirilmiş olabileceği yönündeydi.

Bilindiği gibi bu tip olayların tamamında, gaz saldırılarının kanıtının araştırılmasının zor olduğu anlaşılmalı. Bu ister istemez, kesinliği olmayan bir bilim. Mermi parçalarının, şarapnelin, havan topu plakalarının, roket bilgisayar kodlarının ya da manuel silahların aksine gaz, sahiplerini ya da üreticilerini ele verecek uygun bir etiketle taşınmıyor. Kimyasallar bilgisayar parçası içermez. OPCW’nin resmi raporu ve mühendislerin saklanan değerlendirmesi -konuya yabancı olanlara gizemli görünebilir- çok bilimsel belgeler. Fakat kendi bütünlükleri içinde ve belki de elde bir bilim sözlüğüyle okunmaları gerek. Okurlar, hem bütün rapora ve biraz da dedektiflik çalışması sonucu mühendislerin sızdırılan raporuna internette ulaşabilir.

OPCW eğer tüm hakikati basitçe söylemiş olsaydı, kendini daha fazla utançtan ve Rusların alayından koruyabilirdi: Bilim insanlarının çoğunluğu “gaz” silindirlerinin hava aracıyla bırakıldığı sonucuna ulaşırken, azınlık raporuysa böyle olmadığına inanıyor.

Bu; muhalefet şerhini de içeren bir kamu soruşturması faaliyetinden daha fazlası olmayabilirdi. Fakat OPCW’nin istediği şey bu değildi. Buradan yola çıkarak kısmen tuhaf finali, Duma’da toksik kimyasalların kullanıldığını söyleyen “makul zeminin” sağlandğına dair tuhaf bir sonuca varıyor: “Makul zemin” belki yerel bir davanın kanıtı olarak kabul edilebilir ama Suriye’ye yapılacak NATO hava saldırısını geriye dönük olarak meşrulaştırmak için pek de yeterli değil.

Saldırıdan birkaç gün sonra Duma’ya ulaştığımda karşılaştığım sahneler karşısında benim de canım çok sıkılmıştı. Gazın kullanılmış olma ihtimalini göz ardı etmedim ama görgü tanıkları ve kurbanların tedavi edildiği bölge hastanesinin şefi, ısrarla, gaz hakkında bir şey bilmediklerini söyledi.

O sırada hastanenin yakınındaki evinde bulunan doktor da, hastaların hava bombardımanı sonucu oluşan toz ve kir solunmasından kaynaklı hipoksiyadan muzdarip olduğu konusunda ısrarcıydı. “Beyaz Miğfer” sivil toplum örgütü çalışanı olduğunu saptadığı birinin “Gaz!” diye bağırdığını ve bunun da kurbanlar arasında paniğe yol açtığını söyledi. Resmi OPCW raporu da, doktorun hafızasındaki “Gaz!” diye bağıran adamın olduğu aynı olayı tam olarak kaydetmiş. Fakat ilginç bir biçimde OPCW o adamın “Beyaz Miğfer” üyesi olarak tanımlamamış.

Fakat benim The Independent’daki kendi haberim ve bölgeyi sonradan ziyaret edenlerin kınamaları, OPCW’nin kendi mühendislerinin hazırladığı raporu baskılama kararının sonuçlarıyla kıyaslandığında tamamen önemsiz. Sızıntının kaynağını belki tespit ederler. Belki bir kısmının uydurma olduğunu iddia ederler. Gerçi çoktan “belgenin onaylanmamış yayımı” ifadesini kullandıkları için bu pek mümkün görünmüyor.

Fakat iki uyarı yapmak gerek. OPCW’nin, Duma’daki bazı kanıtları olağanüstü biçimde örtbas etmesi, Suriye’de hükümetin ya da hatta Rusların veya IŞİD ile İslamcı hemcinslerinin gaz kullanmadığı anlamına gelmiyor. Hiç şüphesiz kullanılmış. Suriye savaşında, hepsi birer savaş suçlusu. OPCW’nin sahtekarlığı -ve bunun neye mal olduğu- savaş suçlularının kurtulmasını sağlamaz.

İkinci uyarım da şu: Hepimiz; Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğu yönündeki yanlış iddiadan sonra, Irak’ı nasıl işgal ettiğimizi ve birkaç yıl içinde İran’ın kitle imha silahları ürettiğini iddia ederek, onu savaşla nasıl tehdit ettiğimizi hatırlıyoruz. İran’a yönelik tehdit bugün hala devam ediyor. Peki, bugün bize bir kez daha, Suriye’nin düşmanlarına karşı kimyasal gaz kullandığı söylenirse ne olur?

Tuhaf bir biçimde, OPCW’nin gizli raporunun açığa vurdukları arasında, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın sadece iki gün önce yaptığı, “Esad rejiminin kimyasal silah kullanımını yenileyebileceğine dair, Kuzeybatı Suriye’de 19 Mayıs 2019 sabahı yapıldığı söylenen klor saldırısını da içeren işaretler görmeye devam ediyoruz” şeklindeki ilan da yer alıyor.  

Ve işte yeniden başlıyoruz.


 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Ayşe Yıldız

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU