"Çözüm süreci" buzdolabından iniyor mu?

Rıfat Özcan, Independent Türkçe için Tarık Çelenk, Vahap Coşkun, İlhami Işık ile konuştu

"Kürt meselesi", "Kürt sorunu", "terör sorunu", "bölge sorunu", "geri kalmışlık sorunu", "PKK sorunu", "Doğu meselesi", "Güneydoğu meselesi", "Kürdistan meselesi" gibi zaman içinde çeşitli isimlerle adlandırılan ve kamuoyunda Türkiye'nin en önemli sorunu olarak lanse edilen konu yeniden gündemde.

Osmanlı'nın son döneminde başlayan ve genç cumhuriyete de devrolmuş bu sorun, demokrasi tarihimizde Türkiye İşçi Partisi de dahil olmak üzere birçok siyasi partinin kapatılmasına neden olmuştur.


İttihat ve Terakki döneminden bugüne kadar siyasi olarak kapatılan dernek ya da partiler iki nedenle kapatılmıştır: Kürtçülük ya da irtica (dincilik).

AK Parti'nin devamı olduğu Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi ya da Halkların Demokrasi Partisi ile Barış ve Demokrasi Partisi bu nedenlerle kapatılan partilere örnek olarak verilebilir. 


AK Parti, 2007 yılında yüzde 47 oranında oy alıp tek başına iktidar olduktan kısa süre sonra, "laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" suçlamasıyla kapatma davasına maruz kalmış ve Anayasa Mahkemesi'nin oylamasında bir oy fark ile kapatılmaktan kurtulmuştur.

Son dönemde sık sık ana akım medyada boy gösteren Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de, Halkların Demokratik Partisi'nin kapatılması gerektiğini dillendirmektedir.


Cumhuriyet sonrası yaşanan Şeyh Sait İsyanı sonucunda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmış, 1925'te çıkan ve idareye geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun kanunu ile cumhuriyet sükuneti sağlamıştır.

Saltanatın kaldırılması dışındaki bütün cumhuriyet devrimleri de bu kanundan sonra yürürlüğe konulmuştur. Bütün bunların üzerine 1927'de Atatürk, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın meclis grubunda Nutuk'u okumuş ve cumhuriyetin resmi tarih anlatısını ortaya koymuştur.

Atatürk iktidarının son yıllarında yaşanan ve Başbakan Erdoğan'ın da 2011 yılında devlet adına özür dilediği Dersim Katliamı'ndan, 1960'lara kadar daha sakin gecen süreç,  bu yıllardan itibaren konuşulmaya başlanmıştır.

Bunu siyasetin gündemine taşıyan ve bağımsız Kürt siyasetçilerin meclise girmesini sağlayan Türkiye İşçi Partisi , yukarıda da bahsettiğim gibi, 12 Mart 1971 Muhtırası sonrasında kapatılmıştır. 

1978'de PKK kurulmuş, 1984'te Eruh'ta ilk saldırısını gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla PKK kurulana kadar, geçmişten o güne kadar birçok hadise yaşanmıştır.

Özal döneminde çeşitli adımlar atılmış olsa da, 90'lı yıllar çok sert geçen ve önemli birçok hadisenin yaşandığı yıllar olmuştur.

Milenyum ile beraber iktidara gelen AK Parti, geldiği gibi bölge insanlarının en çok rahatsız oldukları konulardan biri olan Olağanüstü Hal'i kaldırmış; Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarının yeniden yargılanma nedeni sayılması yönünde düzenleme yapılması dolayısıyla, mecliste Kürtçe yemin etmesiyle ünlü siyasetçi Leyla Zana ve arkadaşları serbest bırakılmış; ve nihayet, 12 Ağustos 2005'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Kürt Sorunu benim de sorunumdur" diyerek bu konudaki iradesini ortaya koymuştur.

Akabinde Oslo Görüşmeleri ve Habur Süreci yaşanmıştır.

TRT Kürdi gibi kültürel açılımlarla da desteklenen bu bakış açısı, 28 Aralık 2012'de  Başbakan Erdoğan'ın açıklaması ile yeni bir evreye girmiştir. 


Çözüm süreci başlamadan aylar önce, devlet PKK'ya yoğun operasyonlar yapmış ve bunun sonucunda kimsenin beklemediği bir süreç ortaya çıkmıştır.

Bugün de, çok sert geçen atmosfere rağmen, böyle bir sürecin yaşanabilmesi mümkün görünüyor.

MHP'nin de dahil olduğu dönemin muhalefetinin süreç karşıtı söylemlerine Başbakan Erdoğan şu sözlerle cevap vermiştir:

Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin.


Bu süreçte Erdoğan, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile beraber, Diyarbakır'da İbrahim Tatlıses'in de katıldığı ve sorunun çözümüne dair umutları yeşerten bir miting gerçekleştirmiştir.
 

2.jpg


'Çözüm süreci'ne dair bazı kritik tarihleri de hatırlatacak olursak;

23 Mart 2013'te PKK ateşkes ilan etti,
4 Nisan'da Akil İnsanlar Heyeti kuruldu,
8 Mayıs'ta PKK geri çekilmeye başladı,
28 Mayıs'ta Gezi Parkı olayları başladı,
Eylül ayında PKK geri çekilmeyi durdurdu,
30 Eylül'de Başbakan Erdoğan, Demokratikleşme Paketi'ni açıkladı,
Yılın sonunda FETÖ ile ilişkili 17-25 Aralık olayları yaşandı.
2014'te 6-7 Ekim Olayları yaşandı,
28 Şubat 2015'te Dolmabahçe Mutabakatı açıklandı,

17 Mart'ta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Erdoğan'a hitaben "Seni başkan yaptırmayacağız" dedi. 

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, 18 Mart'ta, bir süredir kamuoyunda tartışılan İzleme Heyeti'yle ilgili şu açıklamayı yaptı:

Bu konu üzerinde durduğumuz, çalıştığımız konulardan biridir. Sayısı 5-6'yı geçmemek üzere bir çalışma yapılmaktadır.


Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Mart'ta düzenlediği basın toplantısında İzleme Heyeti'yle ilgili, "Böyle bir şeyden benim haberim yok. Bu olaya da ben olumlu bakmıyorum" diye konuştu.

Erdoğan'ın sözlerine cevap veren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise "Bugün yapılanlardan, yarın geleceğimiz noktadan sayın cumhurbaşkanımızın habersiz sayılması mümkün değildir, her şeyi çok iyi bilmektedir" dedi.

7 Haziran genel seçimlerinden sonra AK Parti tek başına iktidarı kaybetmiş ve yaşanan hendek süreci ile taraflardan gelen karşılıklı açıklamalarla temmuz ve ağustos aylarında, iki buçuk yıl süren süreç son buldu. 

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat, 15 Temmuz'da Özgür Gündem gazetesinde yazdığı yazısında "dönem, devrimci halk savaşı dönemidir" dedi.

27 Temmuz'da Muş'ta bir jandarma komutanının aracına silahlı saldırı düzenlendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu ülkede milli birliğimize kast edenlerle bir çözüm sürecini devam ettirmek, öyle zannediyorum ki mümkün değil" şeklinde konuştu.

10 Ağustaos'ta Demokratik Bölgeler Partisi Şırnak İl Başkanı Salih Güvenç, bir basın açıklaması yaparak, "Bundan sonra halk olarak özyönetimimizi esas alarak, demokratik temelde yaşamımızı inşa edeceğiz" dedi.

Şırnak'ta yapılan açıklama, ilerleyen gün ve aylarda bölgede birbiri ardına gelecek özyönetim ilanlarının ilki oldu.

11 Ağustos'ta  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, öz yönetim ilanlarıyla ilgili olarak "Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti'nin dışında bir devlet asla kabul edilemez. Bu açıklamayı kimler yapıyorsa ağır bir bedel öderler. Hem yasal bir bedel öderler hem diğer tür bir bedel öderler" dedi.

Ayrıca Erdoğan, süreçle ilgili olaraksa "şu anda bu buzdolabındadır" ifadelerini kullandı.


Süreç sonrası birçok eleştiri dile getirildi ve sürecin bitimine dair birçok söylem ortaya atıldı: Tarafsız bir üçüncü gözün olmayışı, sürecin şeffaf olmaması, Suriye'deki güç değişimi, milliyetçi kesimin ikna edilememesi vs.

"Beş yıldır buzdolabında bekletilen süreç, hükümetin son demokratikleşme söylemleri ile beraber yeniden başlayabilir mi" sorusu kamuoyunda dillendirilmeye başlandı.

ABD Başkanlığına Joe Biden'ın seçilmesi sonrasına da denk gelen yeni söylemlerin, yeniden bir çözüm süreci ortaya çıkarıp çıkaramayacağı konusunda aksini savunan, olumlu yaklaşan ve temkinli duran isimler var.


Hükümetin söylem değişikliğinin nedenini, Kürt sorununda yeni bir paradigma değişikliği olup olamayacağını, 2013-15 yıllarındaki sürecin eksilerini ve yeni sürecin nasıl olması gerektiğini, çözüm süreci kapsamında kurulan Akil İnsanlar Heyeti Akdeniz Bölgesi Üyesi Tarık Çelenk, Akil İnsanlar Heyeti İç Anadolu Bölgesi Üyesi Vahap Coşkun ve çözüm sürecinde arabuluculuk yapan ve kamuoyunda "Balıkçı" olarak bilinen İlhami Işık ile konuşarak, bu sorulara cevap aradım.


Yeni bir çözüm süreci mümkün mü?

Bugün de Kürt meselesine yönelik bir adımın atılmaması, bu iktidarın gidişatını daha da hızlandıracaktır. Gitmemesi adına Kürt meselesi ile ilgili bir şeyler yapmak zorundadır.


İlk olarak, İlhami Işık'a hem hükümetin tavır değişikliğinin nedenini hem de yeniden bir sürecin başlayabilme ihtimalini sordum.
 

ilhami ışık.jpg
İlhami Işık / Fotoğraf: Twitter


Joe Biden'ın ABD Başkanı seçilmesinin, kötü ekonomik yönetimin, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara gibi 25 yıllık yerel iktidarın kaybedilmesinin, hükümetin tavrının değişmesinde etkili olduğunu kaydeden İlhami Işık, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bunun Kürt meselesine yansımaması mümkün değil. Şöyle diyeyim daha açık bir ifadeyle; eğer iktidara gelmek istiyorsanız, iktidarın devamını istiyorsanız ya da iktidardan düşmemek istiyorsanız, yönettiğiniz ülkenin en önemli sorunlarına yönelik olumlu ya da olumsuz bir duruş sergilemelisiniz ki; Kürt sorunu Türkiye'nin en önemli sorunudur.

Böyle olunca bu iktidar, Kürt sorununun olumsuz yanının hepsini kullandı, yani MHP ile beraber milliyetçiliğin doruğunu yaşadı. Ama bu ona güç kazandırmak yerine, daha da gücünü kaybettirdi. Bunu 31 Mart-23 Haziran seçimlerinde de gördük. Yani 31 Mart'a kadar aşırı milliyetçi söylemin kaybettirmesi ve 23 Haziran'a giderken de bundan vazgeçmesi böyle bir söylemdi.

Bugün de Kürt meselesine yönelik bir adımın atılmaması, bu iktidarın gidişatını daha da hızlandıracaktır. Gitmemesi adına Kürt meselesi ile ilgili bir şeyler yapmak zorundadır.


"2013'te bu ülkede çözüm süreci yaşanacağını insanlara söyleseydik, bize deli muamelesi yapılırdı" diyen Işık, şunları kaydetti:

Çünkü kan gövdeyi götürüyordu. Ama birden bire baktık ki, çok başka bir durum var. Bugün de belki böyle bir durumun ihtimali çok yüksekte olabilir. Trump'ın gitmesinden sonra Suriye'deki olası gelişmeler ya da mevcut iktidarın gitmemesi adına 180 derece dönüşlü hamleler yapabilir, kendisi adına da en fazla kazançlı çıkabileceği alan da Kürtlerle ilgilidir.

Çünkü Kürtleri dikkate almayan hiç kimse, artık iktidar olamaz ve iktidarını da sürdüremez. Bunu en son seçimlerde gördük. Kürtlerin tavrının siyasal sonuçlarının nelere mal olduğunu hem iktidar hem de muhalefet gördü.

Böyle olunca da, birinci öncelik yeni bir çözüm süreci ile ilgili girişimler olacaktır. Yakın zamanda da, Türkiye'nin  Suriye üzerinden görüşmelerini daha da hızlandıracak bir pozisyon alacağını düşünüyorum.

 

tarık çelenk.jpg
Ahmet Tarık Çelenk / Fotoğraf: Twitter


"Türkiye'nin yeni bir çözüm sürecine ihtiyacı olduğu çok açık" 

Türkiye'nin yeni bir çözüm sürecine ihtiyacı olduğunu söyleyen Tarık Çelenk, konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:

Burada şimdi iki konu var, ikisi de aynı sonuca çıkıyor aslında: Biri, Kürt sorununun derin dondurucuya konulması; beş-on yıl ertelenmesi, yani burada yok sayılması. Bunun adının 'terör sorunu' olarak değerlendirilmesi meselesi var. Yani bu tez, güvenlikçi bir tez tabi.

Türkiye Cumhuriyeti'nin özellikle ilk kuruluş döneminden itibaren yaşanan kaygılar ve devletin aidiyet temellerine oturması, asimilasyonun daha insani, daha demokratik koşullarda gerçekleşmesi için bir çabaydı.

Şimdi tabi hükümetin koalisyon ortağı olan gruplar bu tezi savunuyorlar ve bu tez üzerinden, Türkiye'nin bölgesel bir Kürt sorununu bir beş-on yıl daha geciktirip, kendi istedikleri tarzda bir masa kurup çözülmesini düşünüyor gibi gözüküyorlar.


Çelenk, sözlerini şöyle devam ettirdi:

Kürt sorununun kendisinin varlığı, baktığımız zaman, Kürtlerin bir aidiyet meselesinden ziyade, Türkiye'nin bir demokratikleşme sorunu olarak da gözüküyor. Şimdi buraya baktığımız zaman, Türkiye'ye eğer demokratik güven oluşturulursa nitelikli sermaye gelir. Ama eğer Afrika-Ortadoğu ülkesiyseniz daha farklı sermayeler gelir. Türkiye buna layık değil.

Yani böyle bir açıdan baktığımız zaman, Türkiye'nin yeni bir çözüm sürecine ihtiyacı olduğu çok açık. Yani Türkiye'de eğer bir hukuk ve demokrasi rüzgarı esecekse, bu rüzgarın bir unsuru da devletin temel hassasiyetlerine dikkat etmek şartıyla çözüm sürecidir.

Bu rüzgar aynı zamanda Türkiye'nin Kuzey Suriye'de, Ortadoğu'da, Suriye'nin geleceği ile ilgili direkt masada olmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda, Irak'taki özellikle Bölgesel Kürt Yönetimi ile olan ilişkilerinde veya Irak'taki PKK yapısının silahsızlandırılması ya da bir takım güvenlik unsurlarıyla beraber, yumuşak güçle bertaraf edilmesi konusunda önünü açacak gibi gözüküyor.

 

vahap coşkun-001.jpg
Vahap Coşkun / Fotoğraf: Twitter


Kritik Kavşak: Suriye

Vahap Coşkun ise çözüm sürecinin tekrardan gündeme gelme durumu hakkında şunları ifade etti:

Bana göre çözüm sürecini bitiren en önemli unsur Suriye'deki oluşan yeni durum hakkında hükümet ile PKK arasında doğan ihtilaftı. Yani hükümet, PKK'nın orada fiili bir bölgeyi ele geçirmesini, hakimiyet kurmasını kendisi için ciddi bir tehdit, bir beka sorunu olarak gördü ve buna karşı bir tavır aldı.

PKK ise ,Türkiye'de sonu belli olmayan bir çözüm sürecine girmektense, Suriye'de fiili olarak elinde tuttuğu alanda hakimiyetini tahkim etmek, burada aktörlerle ilişkileri geliştirmek, daha üst seviyeye çıkarmayı tercih etti.

Arada doğan bu ihtilaf, bir süre sonra çözüm sürecini taşınamaz hale getirdi ve bu da sürecin bitmesini doğurdu. Dolayısıyla bir sürecin tekrar başlayabilmesi için öncelikle, yine tarafların Suriye konusunda bir mutabakata varmaları, asgari müşterekte buluşmaları gerektiğini düşünüyorum. Böyle bir müşterek bir zemin inşa edilebilirse, bu Türkiye'de bir süreç olarak yansıyabilir.

 


2013-15 çözüm sürecinde eksiklikler ve sorunlar nelerdi?

Bölgesel denklemler

Çözüm sürecinin tanıklarından olduğunu söyleyen Işık, iktidarın meselenin silahsızlandırılması amacıyla üzerine düşen her şeyi yaptığını ama zamanlama konusunda sorunlu bir durumun olduğunu söyleyerek, sözlerini şöyle devam ettirdi:

Yani mevcut iktidar, bu meselenin silahsızlandırılmayla sonuçlandırılması konusunda üzerine düşen her şeyi yapmıştır; ama zamanlaması uygun olmadı. Yani Arap Baharı'nın tersine dönmesi, Suriye'de ayaklanmanın kırılması, Mısır'da darbenin gerçekleşmesi, Batı'nın Arap Baharı'na sırtını dönmesi, Rojava'da yeni bir durumun oluşması, tüm bunlar sürecin silahsızlandırılmayla sonuçlanması önünde iktidarın da dışındaki bölgesel gelişmelerdi.

Yani bölgesel ve uluslararası gelişmeler, Çözüm sürecinin nihayete ermesi anlamında bir engel pozisyonunu doğurdu. Böyle olunca da, PKK'nın ilk defa bir toprağı yönetme konusunda güç zehirlenmesi yaşaması, kibir ve silahtan vazgeçmekten ziyade daha fazla silaha erişmesi sonucu, bu süreç akamete uğradı.


Yol haritası eksikliği

Çelenk ise, çözüm sürecine dair gördüğü sorunlu durumu şu şekilde aktardı:

En büyük sorun; Türkiye'de mevcut sağ siyasetin biraz ticaret, biraz esnaf kültürüne olan yatkınlığından dolayı, kervanı yolda düzme mantığı vardır. Bir projeye başlandığı anda, bu projenin sonunun görülmesi gerekiyor ve bu projenin en önemlisi olan sonu da, bu proje nereye çıkacak; demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına doğru mu çıkacak, kısmi bir özerkliğe doğru mu çıkacak, yoksa Türk Anayasal Vatandaşlık doğrultusunda bir entegrasyona mı çıkacak, yoksa grup haklarının dolaylı olarak verildiği ajandaya doğru mu seyredecek?

Bunlar belirsiz konulardı. Yani burada taraflar şöyle algıladılar; özellikle Türkiye'nin devlet ya da siyasi kanadı, Türkiye'de silahlı örgütün siyasi bir amacı olan ve terörü de metot olarak kullanan örgütün tamamen terörden arındırılması ve tamamen silahsızlandırılması olarak kabul edildi.

Diğer yandan, siyasi amacı olan, aynı zamanda terörü metodu olarak kullanan örgüt de, tamamen yerelde kendine aşamalı bir yetki devri olarak gördü süreci. Yani görebiliyor musunuz, ikisi de ne kadar ayrı, uç olan konular.

Biri kendisine bölgesel alanda dolaylı yetki ve kaynak devri olarak görüyor, bunun karşılığında silahsızlandırılma, örgütün dönüşümü ama siyasi bir muhatap olarak hem ekonomik kaynaklı hem de yönetimin kısmen kendisine devri olarak görüyor; diğer taraf da örgütün tamamen silahsızlandırılması olarak bakıyor ama ortada herhangi bir entegrasyon projesi ve bunun konuşulduğu hiçbir alan yok.

 


Tarafların beklenti farklılıkları

2013-15 arasındaki çözüm sürecinde, taraflar arasında beklentiler konusunda farklılıklar olduğunu kaydeden Coşkun, döneme dair şu değerlendirmede bulundu:

Sürecin bence en kritik sorunu şuydu: Taraflar bu sürecin sonunda nasıl bir barış antlaşmasına varacakları konusunda ortak bir fikre sahip değillerdi. Yani her iki taraf da çözüm ve barıştan bahsediyordu ama çok açık bir şekilde çözüm ve barıştan anladıkları diller farklıydı. Muhtemelen devlet; PKK'nın silah bırakmasını ve ondan sonra bir takım demokratikleşme adımları atılarak, Kürt meselesinin bu demokratik atmosferde buharlaşmasını bekliyordu.

Ama PKK ise, muhtemelen kendi bölgesel hakimiyetini tesis edecek bir yapılanmayı arzu ediyordu ve bu arada buluşabilecekleri nokta değildi. Ama buna rağmen yola çıktılar, arada mesafeyi azaltacaklarını düşündüler; ama Ortadoğu'daki gelişmeler de bu mesafenin daha da açılmasına ve sürecin bitmesine sebebiyet verdi. Dolayısıyla tarafların yolun sonunda nereye varacakları konusunda ortak bir mutabakatlarının olmaması sürecin bence en kritik hatasıydı.


Yeniden bir çözüm sürecinde MHP'nin  ve "Aydınlıkçı" ekibin tavrı ne olabilir?

MHP'nin baştan itibaren tavrına baktığımızda, bir çözüm sürecine destek vermesinin güç olduğunu ve sürecin içerisinde yer alma iradesi göstermeyeceğini düşündüğü söyleyen Coşkun, şunları ifade etti:

Yani biz bu süreçleri ne zamandan beri konuşuyoruz? Özellikle kamuoyu önünde 2009'da bir Demokratik Açılım Süreci vardı, 2011'de Oslo süreci vardı, 2013'teki çözüm süreci dediğimiz süreç vardı. MHP bu süreçlerde, çok katı bir şekilde karşısında yer aldı. Bunun üzerinden siyaset geliştirdi.

Şimdi demokratik mekanizmalarla çözmeye çalışılacak olan bir süreci, MHP'nin desteklemesi zor. Bu, Cumhur İttifakı içinde bir kırılmaya da sebebiyet verebilir; eğer böyle bir ittifak başlarsa. Aydınlıkçıların pozisyonu biraz daha farklı. Yani aydınlıkçılar, burada devletin alacağı pozisyon üzerinden kendileri için yeni bir konum ortaya koyabilirler.


Çelenk; Makyavelizm açısından baktığımızda, grupların ideolojileri biraz farklı olsa bile, temel hedefin iktidar olduğunu vurgulayarak, şu değerlendirmede bulundu: 

Bu çok tartışmalı bir konu; ama AK Parti'nin şu anki mevcut iktidar unsurlarının, yeni bir çözüm sürecinde iktidarda kalıp kalamayacağı daha önemlidir diye düşünüyorum. Yoksa çözüm sürecinin niteliği, ne olacağı, ne biteceği hiç önemli değil gibi geliyor bana. İstanbul seçimlerinin ilk aşamasında, alelacele verilen kararlar da bunun bir göstergesi.


Işık, çözüm sürecine Aydınlıkçıların tepkileri sert olacağını; ama bunun  çok büyük bir kıymeti olmayacağına ve MHP açısından durumun farklı olduğuna dikkat çekerek, 20 Haziran'da İmralı mektubunun Bahçeli tarafından nasıl canla başla savunulduğuna tanık olduğumuzu hatırlattı. 


Çözüm süreci paradigmasına uygun şekilde kabinede değişim olur mu?

Hem kabine değişikliğinde hem de çözüm sürecinde bir değişikliğe, uzak olmayan bir zamanda gidileceğini düşünüyorum.


Her dönemin aktörlerinin farklı olduğunu ve döneme uygun dil kullanacak aktörlerin olması gerektiğini vurgulayan Işık, olası bir süreçle ilgili düşüncelerini şöyle ifade etti:

Böyle bir süreçte başlarsa kilit noktadaki isimler konusunda yer değişikliğine gidileceğini düşünüyorum. Hem kabine değişikliğinde hem de çözüm sürecinde bir değişikliğe, uzak olmayan bir zamanda gidileceğini düşünüyorum.


Coşkun ise, sürecin başlamadığı bir ortamda yeni bir kabinenin nasıl olacağına dair konuşmanın zor olduğunu, ancak genel bir ilke olarak her politik tercihle beraber sürece uygun aktörlerin devreye gireceğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

Dolayısıyla, eğer hükümet bu yönde bir irade gösterir, rotasını o yana çevirirse, muhtemelen kendi kadrosunu da buna uygun bir şekilde revize eder. Yani süreci topluma daha iyi anlatacak yeni bir kadro, yeni bir söylemle yoluna devam eder. İşin tabiatı bunu gerektirir.


Çelenk, mevcut durumda birkaç bakanlık dışında bakanlıkların önem arz etmediğini; bunları ön planda değerlendirmektense, çözüm sürecinin niteliğinin, şeklinin, yöntemlerinin, hedeflerinin ve işleyişiyle ilgili muhtemel senaryoların daha önemli olduğunu, bunları tartışmanın daha sağlıklı olacağını ifade etti.


Sonuç olarak, konu ile ilgili uzmanlar temkinli olmakla beraber, süreçteki yaşanan sorunlara dikkat çektiler ve bu sorunların, yeni bir sürecin başlaması ihtimalinde, dikkat edilmesi gereken hususlar olarak karşımıza çıkmakta olduğunu vurguladılar.

Bu konuda, daha birkaç yıl önce, cumhuriyet tarihi boyunca atılmış en ileri adımlardan bir tecrübe çıkarılması gereklidir.

Yeniden bir çözüm süreci paradigmasına dönülmesi elbette olasıdır ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, tüm siyasi hayatı boyunca buna benzer stratejik hamleler yapmıştır.

Daha önce yazdığım Erdoğanizmler yazımda, bu hamleleri daha geniş şekilde ele almıştım.

Erdoğan, siyasi ittifak kurduğu yapılar ile bozulamaz denilen ittifakları bozmuş ve her seferinde yeni bir paradigma ortaya koyabilmiştir.

Son dönemde, hükümet kanadından gelen söylem değişikleri temkinli bir iyimserliği kamuoyunda oluşturdu.

Ama geçen 5 yılda yaşananlar, hükümet için önemli bir bagaj olarak durmaktadır.

Her şeye rağmen, süreç başlayabilir ve tüm siyaset buna göre yeniden pozisyon alabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU