Ortak çıkarlara dayalı yeni bir ABD-Arap sayfasına doğru

Obama yönetimi İran dosyasını böyle feci bir yolla yönetmemiş olsaydı, Arap bölgesinin bugünkü korkunç durumuna ulaşmayacağının tamamen farkındalar

Fotoğraf: AFP

Devletler arasındaki ilişkiler sevgi ve nefrete değil, çıkar hesaplarına dayanır. Politikada kamu çıkarlarının merkezinde istikrar vardır. Dolayısıyla, önemli ve etkili küresel güçlerde durum istikrarlı olduğu ölçüde, onlarla anlaşmazlıkları müzakere etmek veya organize etmek o kadar kolay olur. Bu gerçek, denklemler, bölgesel çatışmalar ve iç çatışmalar için geçerlidir.

Bu bağlamda siyasetteki hiçbir şey kaostan daha kötü olamaz. Bence, hükümetlerinin yönelimleri ne olursa olsun dünyadaki herhangi bir ülke için, ideal olmasa da açık ve net politikalara uyum sağlamak daha kolaydır. Bu, anlamlı yaklaşımlar geliştirmesine izin veren ölçülü eğilimler üretmesini imkansız hale getirecek bir boşluk veya kafa karışıklığı karşısında bir şey yapabilmesini sağlar.

Buradan yola çıkarak, bir süper güç, bir devlet ve siyasi kurumlar olarak ABD'ye karşı tutumları ne olursa olsun, onun istikrarlı olmasının dünya ülkelerinin çıkarına olduğunda gözlemciler hemfikirdir diyebiliriz. Son seçimlerde onaylanan keskin siyasi bölünmeye rağmen, ABD’de mevcut bölücü eğilimi dizginlemek için yeterli olan mekanizmaların, kanunların, düzenlemelerin ve yüksek çıkar ağlarının olduğunu iddia ediyorum.

Nitekim, seçim sonuçları daha resmi olarak açıklanmadan önce dünya ülkeleri, özelikle de büyük Batılı demokrasiler, bir yandan seçimlerin geçerli olduğunu kabul ettiklerini, diğer yandan ABD siyasi sistemine güvendiklerini gösterecek biçimde seçilmiş başkanı tebrik etmeye yöneldiler. Bugün uluslararası arenada ABD’nin en büyük rakibi olan Çin dahi tebrik mesajını çok geciktirmemeyi tercih etti. Bu nedenle, Rusya’nın gecikmesi oldukça dikkat çekiciydi.

2016 seçimlerini, Moskova’ya yöneltilen müdahale ve elektronik korsanlık suçlamalarını, Özel Yetkili Savcı Robert Mueller’ın başkanlığında (2017-2019) özel bir araştırma komisyonu kurulup bu iddiaların araştırıldığını hatırlatmaya gerek yok. Bildiğimiz gibi komisyon, teknik ifadelerle dolu ve özetle, seçim sonuçlarını etkileyen sistematik ve kasıtlı bir Rus müdahalesine dair kesin kanıt elde etmenin mümkün olmadığı sonucuna ulaşan bir rapor yayınlamıştı. Yine Washington’daki bazı Demokrat politikacılar ile Avrupalı politikacıların bir süredir ısrarla Rus liderliğini, Batı iç siyasetini etkilemeye çalışmak, seçimlerine müdahale etmek, sağcı ve solcu aşırılık yanlısı güçleri kışkırtarak kaos yaratmak için Batılı ülkelerdeki milliyetçi ve izolasyoncu militan grupları desteklemekle suçladıklarını da biliyoruz.

Nitekim Moskova, Batılı rakiplerinin geri çekilmelerinden ve kendi iç sorunlarıyla meşgul olmalarından yararlanarak, şiddetli ekonomik krizine rağmen küresel olarak önemli taktik zaferler elde etti. Batılı ülkelerin iç sorunlarının başında şunlar geliyor; göç krizleri, ırkçılık, terör, Brexit, Avrupa iş birliğinin bozulması, Washington’un klasik düşmanlığını Moskova’dan Çin’e yöneltmesi, Atlantik ittifakı ile yakın ilişkilerini geren korumacı, içe kapanık bir ekonomi modeli ve ekonomi politikaları benimsemesi.

2020 yılının başında patlak veren Kovid-19 salgını, Washington’un bu yönelimini takviye etti. ABD Başkanı Donald Trump, ilk olarak Çin’in Vuhan şehrinde görüldüğü ve Pekin’in kendisini gizlemeye çalıştığı gerekçesiyle bu virüse “Çin virüsü” adını verdi. Daha sonra, Dünya Sağlık Örgütü’nün virüsün yayılma hızı konusundaki kafa karışıklığından yararlanarak, BM kurumlarına karşı izolasyoncu politikalarında daha da ileri gitti. Hataları ve hastalığı gizlemekte Çin ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle ülkesinin Dünya Sağlık Örgütü ile ilişkisini kesti.

Bu, ABD içindeki Amerikan-Rus hesapları ve Moskova'nın kasıtlı olarak Amerikan toplumu içinde kaos ve kargaşa yayıp yaymadığı, onun birliğini ve siyasi kurumlarını hedef alıp almadığıyla ilgilidir. Moskova’nın çıkarlarının ikinci kısmı ise, Washington’un belirli stratejik alanlardan geri çekilmesinden veya uzaklaşmasından mümkün olduğunca çok yararlanmakla ilgiliydi ve öyle olmaya devam ediyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika da bu alanlar içerisindedir.

Elbette Araplar, Barack Obama’nın eski Demokrat yönetiminin Ortadoğu meselelerini nasıl ele aldığını en iyi bilenlerdir. Obama yönetimi İran dosyasını böyle feci bir yolla yönetmemiş olsaydı, Arap bölgesinin bugünkü korkunç durumuna ulaşmayacağının tamamen farkındalar. Dolayısıyla bu yönetimin 2011 başındaki "Arap Baharı"ndan önce üç ölümcül yaklaşımı hayata geçirdiğini hatırlatmak isteriz.  

Bunların ilki; Washington'un kendisine sadık ve siyasi İslam adı verilen güçlere düşman olan rejimleri, gerçekten birlikte yaşamak isteyeceği bir alternatif temin etmeksizin devrilmesine öncelikle örtülü, ardından da açıkça onay vermesi ve son olarak da desteklemesidir. Obama Washingtonu’nun kendisi, geleneksel siyasi İslam çatısı altında yer alan aşırlık yanlısı grupların ihlallerini, daha sonra “onun İslamının intiharcı olmadığı” gerekçesiyle İran liderliği ile ittifakını haklı göstermek için bir bahane olarak kullandı.

İkincisi, Arap Baharı döneminde yaşanan halk hareketleri sırasında Obama yönetimi, Tahran’ın yayılmacı emelleri en fazla onları, çıkarlarını ve halklarını tehdit etmesine rağmen İran ile nükleer müzakerelerin ayrıntılarını en yakın Arap müttefiklerinden bile gizleyerek kendisine bağlı Arap rejimlerin rolünü marjinalleştirdi.

Üçüncüsü, Obama yönetimi İranlılarla müzakerelerinde jeopolitik boyutlarını göz ardı ederek nükleer dosyanın sadece teknik tarafına odaklandı. Böylece müzakereler, Tahran'ın bu aşamada nükleer gücünü göstermesine gerek kalmadan konvansiyonel silahlar "cephaneliği" sayesinde bölgesel siyasi hedeflerine ulaşmasını sağlayan bir "uzlaşıya" dönüştü. İşte o zamandan beri, sürekli şu türden kışkırtıcı ifadeleri duyuyoruz: "Bugün 4 Arap başkentini kontrol ediyoruz.”

Bu yaklaşımlar Suriye'deki trajik manzarayı ortaya çıkardı ve İran'ın Lübnan, Yemen ve Irak'ın büyük bölümlerindeki etkisini güçlendirdi. Bu nedenle, Arap kamuoyunun büyük bir kısmı 2016'da göreve geldiğinde, özellikle de İran'la nükleer anlaşmadan çekilmesinden sonra Donald Trump'ın yanında yer aldı. Trump yönetimi, İsrail’deki Likud hükümetinin politikalarıyla tam anlamıyla özdeşleşse de bir kısmı halen onun yanında.

Şimdi sahne daha farklı ve sağduyulu çözümler gerektiriyor. Tahran lobisi tarafından desteklendikleri için Arap dünyasının kendilerine güvenmediği isimler, başkan seçilen Joe Biden’ın yönetim ekibinde yer almaya aday gösterilseler de 4 yıldan bu yana Arap bölgesinde çok şey değişti.

Öte yandan, ABD ile Arap ülkeleri arasındaki siyasi ve diplomatik iletişim hatları mevcuttur ve kendisinden yararlanılmadır. Obama'dan daha az dogmatik olan, mezhepçi şiddeti ve karşı mezhepçi şiddeti destekleyen bir "teokratik-milis" rejime bahis oynamanın tehlikeli stratejik sonuçlarını anlamaya daha istekli demokratik liderlerle diyalog kurulmalıdır.

Diyalog her zaman gereklidir. Washington’un bu durumunda ve özellikle de bölgesel yokluğundan kimin yararlandığını gördükten sonra daha da gereklidir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU