BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş, Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı: Siyasetin müdahil olduğu yargıdan adalet beklenmez

Genç siyasetçi Baş, ekonomiden erken seçime, Türkiye'nin dış politikasından Kürt sorunu ve Kanal İstanbul projesine kadar birçok konudaki sorularımızı yanıtladı

"Gururla söylüyorum: Haydar Baş'ın oğluyum. Bu koltuğun hayrını görmeye değil hakkını vermeye geldim. Türkiye'nin en genç genel başkanı, yüzde 40'ı olan gençlerin temsilcisiyim. Ben ve sizler o gençlerin tamamına ulaşacağız. Onları bu davanın merkezine koyacağız. Önümüzdeki 20 yılda muhtemelen bambaşka sabahlara uyanacağız."

Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş, bu sözleri 18 Eylül 2020'de, partisinin 5. Büyük Olağanüstü Kongresi'nde oylama öncesi delegelere seslenirken söyledi.

Baş, 14 Nisan 2020'de koronavirüs (Kovid-19) salgınından dolayı hayatını kaybeden eski BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın küçük oğlu. 

BTP'nin 5. Büyük Olağan Kongresi'nde tek aday olarak girdiği seçimde bin 100 delegenin tamamının oyunu alarak partinin yeni genel başkanı seçildi Baş.

Türkiye'nin en genç genel başkan unvanına sahip olan Baş, 1991 Trabzon doğumlu.

Haydar Baş'ın vefatından önce parti genel başkan yardımcılığı görevini yürüten Hüseyin Baş, aynı zamanda bir hukukçu.

Baş, babası ile hem yurtiçi hem de yurtdışı etkinliklerine katıldı. Baş'ın, babası Haydar Baş gibi iyi bir hatip olduğu belirtiliyor.

Fikir hareketi oldukları için babası Haydar Baş'ın ölümünün BTP'nin siyasetinde bir değişikliğin söz konusu olmayacağını ifade eden BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş, ekonomiden erken seçime, Türkiye'nin dış politikasından Kürt sorunu ve Kanal İstanbul projesine kadar birçok konuda sorularımızı yanıtladı.

 

Hüseyin Baş - Abdulhakim Günaydın
BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın makamın arka duvarındaki görseller dikkati çekti. Fotoğrafta bir tarafta Mustafa Kemal Atatürk diğer tarafta ise babası Haydar Baş'ın portreleri yer alıyor. Ortada ise ters çevrilmiş sonsuzluk işaretinin bir yanında 1881 diğer yanında 1947 tarihi var. Bu tarihlerin neyi ifade ettiği herkesin malumu / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Eski Genel Başkan ve aynı zamanda babanız Haydar Baş'ın vefatından sonra BTP siyasetinde bir değişiklik olacak mı?

Siyaset yapmanın dışında bir fikir hareketi olduğumuz için bir değişiklik söz konusu değil, hiçbir zaman da olmayacaktır. Fikir ve inancı olgunlaştırmak, vatan ve millet sevdası için yola düşmüş insanların bugünkü ortak paydasıyız. İlk partimiz kurulduğunda o dönem teşkilat başkanlığımızı yapan Sayın Doç. Dr. Ahmet Hamdi Kepekçi'nin güzel bir hatırası var. Parti kurulduğunda merhum genel başkanımıza 'hocam partimizin teşkilatlarını nasıl ve kimlerden oluşturalım' diyor. Babam da cevap olarak diyor ki, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığından, birliğinden ve beraberliğinden yana kim varsa onlardan oluşturacaksın'. Dolayısıyla partinin kimliği ve duruşu, bağımsızlık, birlik ve beraberlik üzerine kurulduğu için bu bizimde aynı düşünce ve inancımızdır. Bu nedenle bir değişiklik olmadı ve hiçbir zamanda olmayacaktır.

"Her dönem değişen bir eğitim politikamız var"

BTP'nin ekonomi, eğitim, güvenlik ve sağlık politikaları hakkında bizi bilgilendirir misiniz?  

Bütün politikalarımız, Milli Ekonomi Modeli, sosyal devlet ve milli devlet projeleri adı altında toplanır. Bu modelin de yazarı, sahibi ve mimarı merhum Genel Başkan Prof. Dr. Haydar Baş'tır. Bu noktada onun ekonomi ile ilgili çözümleri zaten tüm dünyaca bilinen çözümlerdir. Bunun sosyal devlet yapılanması içerisinde eğitim, sağlık ve güvenlik politikalarıyla ilgili tüm çözümler mevcuttur. Ancak çok kısa birer cümlelik ifade etmek gerekirse, siyasal iktidarların eğitiminden ziyade bu kişileri kazanmaya yönelik bir eğitim politikasıdır. Bilindiği gibi her dönem değişin bir eğitim politikamız var. Gençlerimiz, çocuklarımız sınavlarla yoruluyor, PİSA değerlendirmelerinde, OECD ortalamalarında Türkiye'nin hali ortada. 

Burada eğitim ve öğretimi bir başlıkta toplayacak olursak, öğretim gelişen çağda aslında çokta rahatça hal edilebilecek bir unsur. Ama eğitim dediğimiz meselese ise kişilerin topluma kazandırılması ve yer edinebilmesi meselesi çokça üzerinde durulması gereken bir konu. Eğitime nasıl bakıyoruz dersek, şunu söyleyebilirim: Öğrenmeyi, öğrenen nesiller, analiz ve sentez kabiliyeti gelişmiş nesiller yetiştirmek gerekiyor. Bu yüzden eğitim bizim için çok önemli bir konudur. Tabii bunların temelinde her zaman ekonomi yatmaktadır. Milli Ekonomi Modeli (MEM) vatandaşını tutan, halkları kendi imkanlarıyla güçlü hale getiren ve eğitim, sağlık ve güvenlik gibi konuları içeren bir modeldir. Mesela güvenliği bir iç güvenlik ve dış güvenlik olarak ikiye ayıracak olursak içerdeki birlikteliğimiz sağladığımız taktirde dışarıya karşı çok güçlü bir duruş sergileyebiliriz. Aslında bunların tamamını ekonomi çatısında altında birleşiyor. O yüzden ilk çözümlenmesi gereken meselelerin başında ekonomi gelir.

"En büyük sorunumuz ekonomidir"

Sizce Türkiye'nin en öncelikli sorunu nedir? Bunlara ilişkin çözümleriniz nelerdir?  

Türkiye'nin öncelikli sorunu ekonomi başlığında toplanır. En büyük sorunumuz ekonomidir. Ekonominin getirdiği çıkmazlardan ötürü bir eğitim problemi ve toplumsal adalet ile karşı karşıyayız diyebiliriz. Dediğim gibi 'MEM bizim için olmazsa olmazdır'. Çünkü işin çıkış noktasıdır. O yüzden ekonomide milli ve vatandaşımızın refahını yükseltecek bir duruşa dönmemiz bizim için elzemdir. Bu noktada adalet ciddi bir problem olarak algılanıyor Türkiye'de. Bu hususta da şunu söylemek isterim. Tek cümlede ifade edecek olursak, hakim ve savcıların cübbelerinde düğme yoktur, biz onların önlerini ilikletmeyecek durumda ve kıvamda, onlara saygı göstermemiz gerekiyor. Onların kararları Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan her bir bireyi bağlar. O yüzden şahsi menfaatler, siyasal menfaatler uğruna adaleti asla argüman olarak kullanmamak gerekiyor. 

 

Hüseyin Baş - Abdulhakim Günaydın
Abdulhakim Günaydın (solda) sordu, BTP Genel Başkanı Baş cevapladı / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Eğitim hususunda yatırım yapmak zorundayız. Eğitime yüzde 2'lik bir bütçe ayırıyoruz. Her yıl 130 milyar lira faiz ödeyen bir ülkeyiz. Dolar yükseldikçe bu rakamlar daha da katlanıyor. Peki biz 130 milyar lira ile ne yapabiliriz? Bu parayla atanamayan tüm öğretmenleri atayabiliriz. Bunun yanında mevcut eğitimci ve öğretmenlerimizin maaşlarını iki katına çıkarabiliriz. Bu parayla çok ciddi anlamda bir rahatlama sağlanabilir. Öğrencisi ile ilgilenen, onu topluma kazandırmak isteyen, öğrenmeyi öğreten, gelişen dünyayı ve 21.Yüzyıl'ın şartlarını yaşatabilen eğitimciler oluşturulabiliriz. Eğitim, adalet ve ekonomi hususunda tüm çözümler bizde mevcuttur.

"Bir devletin dış politika anlayışı her dönemde sabit olmalıdır"

Türkiye'nin dış politikada en çok zorlandığı meseleler hangileridir? Niye sıfır sorundan bu duruma geldik?

Türkiye'nin dış politikada en çok zorlandığı husus şudur; eğitimde de benzeri şeyleri yapıyoruz. Yönetime göre dış politika izliyoruz. Aslında bir devletin dış politika anlayışı her dönemde ve her şartta sabit olmalıdır. Bu müttefik ülkenin sabit olması anlamına gelmez ya da bu ayrışılan ülkenin sabit anlamına gelmez. Bu şu anlama gelir; bizim milli çıkarlarımız, vatandaşlarımızın çıkarları, topraklarımız çıkarları bellidir ve bu çıkarlar hususunda sabit bir dış politika belirlenir. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde Türkiye'yi 10'ar yıllık bölümlere ayırsak her 10 yılda bir farklı dış politika anlayışı izlemişiz. O yüzden bir çıkmaz ile karşı karşıyayız diyebiliriz. Örneğin son 20 yılda biz önceliği Avrupa Birliği (AB) ile başlayan bir sürece şahit olduk ve AB ile başlayan sürecin aslında bizim için bir getirisi ve götürüsü olduğunu bugün itibariyle gördük. Döndük dolaştık ne yaptık, dedik ki; Ortadoğu'da coğrafi bir birlik oluşturalım ama buradan bir fayda elde edemedik. Daha sonra bir İslam birliği oluşturalım dedik, oradan da bir fayda elde edemedik. İşte günün sonunda yavru vatan Kıbrıs ile baş başa kaldık. 

Hiçbir müttefik kalmadığı gibi dost ülke de kalmadı. Komşularla sıfır sorun anlayışından geldiğimiz nokta ortada. Bunların acilen onarılması gerekiyor. Komşularla ilişkimizi güçlendirmemiz gerekiyor. Bu Akdeniz krizinde de çözüm, komşularımızla bir birlik oluşturabilmektir. Onlarla birlikte bir çıkar birliği oluşturabilmektir. Bugün Mısır, Libya ve Suriye gibi ülkelerle bir birlik oluşturabilirsek durum çok daha farklı olacaktır. Dönemin Dışişleri Bakanı gelip Atatürk'e diyor ki ‘paşam nasıl bir dış politika izleyelim, ana unsurları neler olsun?' Atatürk eline kağıt kalem alıyor ve çok önemli 4-5 madde sıralıyor. Benim hiç unutamadığım maddelerden biri de şudur; Arapların iç işlerine karışmayın. Bu çok önemlidir. Aslında hiçbir ülkenin iç işlerine karışılmamalı. Nasıl ki Türkiye'nin iç işlerine karışılsa hem vatandaş hem de hükümeti rahatsız ediyorsa bu diğer ülkeler içinde böyledir. Ama biz bunu yaparak tabiri caizse ufak Amerika olmaya çalıştıkça bu sorunlar hiçbir zaman bitmeyecek, daha da büyüyecektir. O yüzden biz sıfır sorunla milli menfaatleri ve çıkarları gözeterek bir dış politika izlemek durumundayız. İnşallah bu duruma geleceğimizi umut ediyorum.

"Bir tarafta olmak diğer taraflarca düşmanlaştırılmamalı"

Kendinizi daha çok nerede konumlandırıyorsunuz? Cumhur mu yoksa Millet İttifakı mı?

Biz her yere eşit mesafede uzağız, eşit mesafede yakınız. Genç bir siyasi parti genel başkanı olarak kendimi görmek ve denemek isterim. Bu illa bir ittifak çatısı altında olmak zorunda değil ama şu gerçeğin de farkındayım. Gelinen durumda Türkiye'de özellikle başkanlık sistemi ile birlikte ve siyasi konjonktür itibariyle partiler bir tarafa itilmek durumunda bırakılıyor. Şunu önemsediğimi belirtmek isterim ki bir tarafta olmak diğer taraftarlarca düşmanlaştırılmamalı. Hangi taraf olursa olsun bu yanlış bir tutumdur. 

Bu düşmanca ve kutuplaşmış tavırdır. Ne kendimizi ne de vatandaşımızı meze etmek istemeyiz. İnsanları konumlandırmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Ama dediğim gibi kendimizi bir millet veya cumhur ittifakı değil esasında hem millet hem de cumhur ittifakının fikirsel, bilimsel ve duruşsal anlamda etrafında birleşebilecek bir siyasi olgunlukta görüyoruz. Allah'ın izniyle bunları yaşayacağız. Hacı Bektaş'ın da dediği gibi aslan ile ceylanı bir arada tutabilecek siyasi refah ve toplumsal ortamı sağlamak için yola çıktık. Sağlayacağız diye umut ediyorum.  

"Türkiye erken seçime gitmeli"

Meclis dışı bir parti olarak yaşanan erken seçim tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'nin ekonomi olarak geldiği nokta itibariyle sosyal adalet ve toplumsal dayanışma hususuna bakılırsa bir erken seçim olur mu sorusunun cevabı benim şahsi kanaatim olma ihtimali, olmama ihtimalinden en az bir puan fazla. Yüzde 51 tarafındayım. Tabii ki bunun kararını verecek biz değiliz, vatandaşta değil, Meclis dışı bir siyasi parti de değil. Hani vatandaşın böyle bir hakkı da yok bilindiği gibi Türkiye'de yarı doğrudan bir demokrasi uygulanıyor. O yüzden bu Meclis'in kararıdır ve onun vereceği her karara da saygılıyız. Yarın seçim olsa BTP olarak biz hazırız. Şu ortama baktığımızda şaşırmayız. Olmalı mı? Dediğim gibi ekonomik koşullar, sosyal koşullar ve kutuplaşmış durumlar göz önüne alındığında herhalde vatandaşın bir kez daha seçime gidip kararını tekrar sandıkta göstermesi gerekiyor gibi duruyor. 

Yani olmalı diyorsunuz?

Şahsi kanaatim olması gerektiği yönünde.

"Siyasetin müdahil olduğu yargıdan adalet beklenmez"

BTP Genel Başkanı olmanız dışında bir de hukukçu kimliğiniz var. Son dönemde yargı kararları üzerinde yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'de gerçekten yargı tartışmalı hale mi geldi?

Kişiler üzerinde bir yargı tartışması yapacak durumda değilim, bunlar mahkemenin kararıdır. Türkiye'de mahkemelere saygı duymak gerekir. Ama olaya şuradan bakmak lazım, Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararı yerel mahkeme ret ediyor. Türkiye'de toplumsal bir olayın peşinden gitmek için çok kullanılan bir tabir haline gelen ‘Twitter savcılığı' oluştu. Twitter'de bu olay gündeme geliyorsa biz bunun peşinden gidebiliyoruz, aksi halde çok kolay bir şekilde örtbas edilebiliyor. Bunun yanı sıra bugün hakim-savcı mülakatları oluyor. Sınavlara girip hakim-savcı olmak istiyoruz, sonra mülakata giriyoruz ama mülakatlar şeffaf değil ve kamera yok. Mülakatlarda neyin önemsendiği, neyin öncelikli olduğu belirsiz. 'Yargı tartışmalı hale geldi mi?' tartışmasından ziyade yargı siyasallaştı. Böyle bir durum oluştu. Siyasetin müdahil olduğu yargıdan adalet beklenmez. Türkiye'deki problem bu. Kim yaparsa yapsın bundan adalet çıkmaz. Doğru kararı verseniz de yanlış olur, çünkü bu sürdürülebilir bir durum olmadığı gibi toplumun sindirebileceği bir durum da değil. Türkiye'de problemin başladığı nokta budur. Kişisel olarak şu yargı kararı doğru veya yanlış demek tartışabileceğimiz hususlar değil. Tabiri caizse 'balık baştan kokar' deriz ya, anlayış olarak da bizim yargıyı bağımsız hale getirmemiz gerekir. Hakim ve savcılar cübbesinin önünü kapatmaması ve bu bağımsızlığı elde etmesi gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temel ilkelerinde ne vardır? Yasama, yürütme ve yargı erklerini birbirinden bağımsızlığı vardır. Birbirini denetleyebilmesi vardır. Şimdi siz yargıyı bunların herhangi birinin içine sokarsanız, herhangi biriyle eşit güdümlü çalıştırmaya kalkarsanız bu siyasallaştırmak ve menfaat odaklı hale getirmek demektir. Bu da Türkiye Cumhuriyeti yargı bağımsızlığını hususunda bir problem oluşturdu. Yargı o kadar önemli bir husus ki yargıdaki problemlerimiz ekonomimize, sosyal durumumuza, eğitime olan bakışımıza daha doğrusu her şeyimize yansıyor. Bu herkesin tartıştığı bir şey. Böyle bir problemimiz var. Peki biz niye tatmin olamıyoruz? Bir yargı kararından ve ekonomik koşullardan niye memnun olamıyoruz? Yani bizim şansızlığımız 80'li veya 90'lı yıllarda dünyaya gelmek mi oldu? Demek ki bu dünyanın veya birilerinin yaptığı bir şey değil, bizden 50 sene önce dünyaya gelenler veya 50 sene sonra dünyaya gelecek olanlar çok mutlu olabilirler. Demek ki insan olarak bunları biz kendimiz organize ediyoruz. Hz. Ali'nin de söylediği gibi ‘devletin dini adalettir' bu adalet şiarını ortaya koyarak bunun peşinde olmamız gerekiyor. Eğer bunu kazanır ve topluma kazandırabilirsek hiçbir sorun kalmaz ve kimse taraf olmaz. Herkes birbiriyle iyi geçinmeye bakar. O yüzden kesinlikle yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız kılınması, içişlerine müdahil olunmaması ve siyasallaşmaması konusu bir an önce hayata geçirilmesi gerekir.

"Kanal İstanbul projesiyle 1 milyon konutu yenileyebiliriz"

Son dönemde tartışılan bir diğer konuda Kanal İstanbul projesidir. Siz projenin gerekli olduğuna inanıyor musunuz? Proje için neler söylemek istersiniz?

Ben projenin verimliliğini ve getirisini tartışmayacağım, çünkü olaya şöyle bakıyorum; karnı aç olan birini su ile doyuramazsınız. Türkiye'nin mevcut koşullarında bu tip büyük projeleri hayata geçirmekten ziyade öncelikle problemlerimizi ve vatandaşımızın refahını düşünmemiz lazım. Geçenlerde bununla ilgili bir tweet attım. Konu açılmışken buradan İzmir halkımıza ve tüm Türkiye'ye çok geçmiş olsun dileklerimizi iletelim. Gerçekten çok acı bir durum, yüreğimiz parçalandı. Allah bu acıları bir daha yaşatmasın. Kanal İstanbul projesiyle ilgili 100 milyar liralık bir projeden söz ediliyor. Bu parayla 1 milyon konutu yenileyebiliriz. Türkiye'nin her yerinde çokça önümüzü açacak, elimizi rahatlatacak ve doğal afetlere karşı güçlendirecek bir argüman aslında. Bunları yaparak vatandaşlarımızı güçlendirip güvenlerini kazanabiliriz. Peki bu proje bize ne kazandırıyor? Açıkçası ben bir kazancını görmüyorum. Öncelikli sorunlar hal edilmedikçe bunun kazancı olmayacaktır. İstanbul'un sıhhati açısından değerlendirme hususunda projeye çok hakim biri değilim ancak mühendis ve sosyolojik açıdan yapılan değerlendirmelerde bildiğim kadarıyla İstanbul'un uzun vadedeki sıhhatine olumsuz etki edeceği söyleniyor. Bu bilimsel bir tarafıdır. Faydalıysa yapılır zararlıysa yapılmaz. Bu bizi şuan ilgilendiren bir husus değil. 

Bizi ilgilendiren tarafı, bu kadar dert varken bizim bu projelere zaman harcıyor, belki rant alanı oluşturuyor olmamız. Mesela Katar'a satıldığı söylenmesi gibi. Doğru veya yanlış tartışmıyorum ama buralarda rant ihtimali varsa ve benim vatandaşım çocuğuna pantolon alamadığı için intihar ediyorsa burada bir problem vardır. Bunu niye düşünmüyoruz? Niye işin bu tarafında değiliz? Bunu yaparken ne kazanacağız? Hani 'iyilik yap denize at, balık bilmezse halık bilir' denir ya işte devletin bu mantığa gelmesi lazım. Devlet vatandaşına karşılıksız bir şekilde hiçbir şey beklemeden babalık yapmalı ve refahını düşünmeli. Biz bu ülkenin vatandaşıyız devlet bana sahip çıkmayacaksa kim sahip çıkacak? Devlet bunların tamamını hayata geçirebilecek güçte ve konumdadır. İzmir ile ilgili attığım tweette şunu yazdım ve ben buna inanıyorum. Krizler öncelikleri belirleyememe durumudur. Biz eğer önceliklerimizi belirleyemezsek hiçbir zaman bu dehlizden çıkamayız. Öncelikli sorunları halletmemiz lazım. Tünel yapıyoruz ama tüneli kullanacak vatandaş yok. Vatandaş önce ‘benim cebimde param var bir yere gideceğim, bunu kısa yoldan pahalı da olsa nasıl giderim? noktasına gelmeli. Vatandaşa talep üretmemiz lazım. Vatandaş bunu talep edecek ki biz ona arz edelim. Bu kapitalist ekonominin çıkmaz tarafıdır. Vatandaş talebini oluşturacak ki üretim sağlanabilsin. Dediğim gibi öncelikli sorunları ortaya koyup bunları çözme yoluna gitmemiz gerekir.   

"Konunun Kürt sorunu olarak adlandırılması taraftarı değilim"

Bir siyasi parti olarak Kürt sorununa bakışınız nedir?

Ben konunun Kürt sorunu olarak adlandırılması taraftarı değilim. Eğer bir sorun varsa bu bizim sorunumuzdur. Birinin veya birilerinin sorunu değil. Bu kardeşliği sağlamamız lazım. Onun, bunun veya diğerinin sorunu, böyle bir şey olmaz. Bizim durumumuz bunları kaldırabilecek vaziyette değil. Bölgedeki kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın rahatsız olduğu şeyler olabilir. Bunları çözmek boynumuzun borcu ve görevimizdir. Zaten Kürt sorunu gibi ayrıştırma ve etiketleme bizi bu duruma getirmedi mi? Ben Trabzonluyum yarın biri de Laz sorunu var diyecek. Ben şahsen Laz sorununun adlandırılmasını istemem. Şunu isterim, Trabzonlu vatandaşlarımızın bir problemi varmış haydi devlet olarak bunu çözelim. Ben bunu isterim. Bu etiketleme bize zarar verir. Şunun dışında bunu da konuşmak gerekiyor. Mesela Diyarbakır'ın dağında petrol çıkıyor, 2-3 küresel sermaye günlük 80-100 bin varil petrol alıyor ve buradan para kazanıyorlar. Kimin bu petrol? Diyarbakırlı kardeşimin değil mi bu petrol. Ona ait değil mi, niye ondan faydalanmıyor? Biz mantalite olarak bir yanlışın içerisindeyiz ve bundan dolayı kaybediyoruz. Oradaki kardeşimin de ‘bizim Kürt sorunumuz var' dememesi lazım. Demesi gereken şu; benim kaynağımı niye başkasına veriyorsun? Onun siyasi temsilcisinin de demesi gereken budur. Benim kaynağım niye başkasına gidiyor? Bana ait olan niye başkasında? Toplumsal adaleti sağlama hususunda yanlışlar olamaz mı? olur ama birbirimizi kardeş görüp birbirimize sarılmamız gerekiyor. Biz bundan daha 70-80 sene önce Çanakkale'de orada burada sırt sırta, omuz omuza savaşıp bu devleti birlikte kurmadık mı? Onlar bizim kardeşlerimiz. Onlar bizden daha çok bu devleti ve bu toprağı seviyor. 

Bizim girmemiz gereken yarış bu ülkeyi sevme, buraya fayda sağlama ve buranın olanını burada tutma yarışıdır. Sen buradaki petrolü ve kaynağı al, elin yabancısına peşkeş çek ve vatandaş hiçbir fayda sağlamasın sonra sorun var mı yok mu? Tabii ki sorun olur. Benim elimdeki alıp başkasına verirsen sorun çıkar. Böyle olmaz. Oranın kaynaklarını kendi imkanlarına sunmamız, oraya hizmet götürüp o insanları sahiplenmemiz lazım. Bunlar politika yanlışıdır. Bizim devlet anlayışında asla bunlara yer yoktur. Göreceksiniz bu bir gün gerçekleşecek. Bizim iktidarımızda asla bunlar konuşulmayacak. Benim babam MEM'de vatandaşlık maaşı diye temel bir gelir oluşturmuştur ki bugün bütün dünya bunu konuşur. Babamın çokça söylediği bir şey vardı, ‘Ben terörü vatandaşlık maaşı ile bitiririm. Oradaki bütün evlatlarıma, bütün kardeşlerime her aileye devlet babası olarak destek olur ve sahip çıkarım. Bunu yaptıktan sonra o kalkacak bana kafa tutacak mümkün mü' demiştir. Niye bunu yapsın? Bunlar bir aktivite olarak yapılmıyor ki. Biz vatandaşımıza sahip çıkacağız ve devlet anlayışında bunlara asla yer yoktur. 36 etnik kimliğin bir arada yaşadığı Türkiye'de yaşıyoruz. Bize emanet edilen Türkiye Cumhuriyeti böyle bir Cumhuriyet'tir. Bunu sahipleneceğiz. Bütün kimlikleri, istediği ülküyü doya doya yaşayacağı bir ortam hazırlayacağız. Önemli olan bu. Ama buradaki şiar Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığı, milletinin birliği ve beraberliği ve adaleti olmalı. Bunların etrafında birleştiğimiz sürece hiçbir sorunumuz kalmaz. Önemli olan bizim bir arada yaşayabilmeyi ve birbirimizi anlayışla karşılayabilmeyi çözebilmemizdir. 

"İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü varsa Kürtçe Dili ve Edebiyatı Bölümü de olmalı"

Kürtçe anadilde eğitimi nasıl görüyorsunuz, sizce olmalı yoksa olmamalı mı?

Türkiye Cumhuriyeti'nin ana dili Türkçe. Kürt kardeşlerimiz kendi dilinde eğitim alabilir. Bu seçmeli ders şeklinde olabilir be bunda hiçbir problem yok. Ancak şöyle bir şey var, sadece bu dilde bir eğitim olması başkaca sorunlar getiriyor. Sadece bu dilde üniversiteyi gerektiriyor, sadece bu dilde bir çevre gerektiriyor. Halbuki bizim ortak bir dilimiz, inancımız ve anlayışımız var. Bu anlayışlardan kopmamızı gerektirmez. Ama kendi dilini kullanabilmesi, kendi diliyle konuşabilmesi ve bu dilin edebiyatıyla ilgili eğitim alabilmesi tabii ki de gerekir. Bugün İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü varsa Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü de olabilir. Bunda ne mahsur olabilir? Ama ortak olan değerlerimizden ve bizi birleştiren değerlerimizden uzaklaşmamız hoş değil. Bu değerlerde olmamız lazım. Bunun yanına her şeyi ekleyebiliriz. Her şeyden faydalanabiliriz. Burada hiçbir problem yok. Ama kendi ortak değerlerimizden de vazgeçmemek gerekir.

"Babamın hocası Malatyalı bir Kürt"

Partinizin üst kadrolarında Kürtler yer alıyor mu?

Bunu bugüne kadar hiç düşünmedim. BTP'nin üst kadrolarında memleket olarak kimler yer alıyor bilmiyorum açıkçası. Şuradan bir örnek vermek istiyorum. Babamın manevi babam diye hitap ettiği ve yetiştirdiği Mustafa Hayri Baba hazretleri diye bir şahıs vardı. Kendisi Kürt ve Malatyalıdır. Bağımsız Türkiye Partisi'nin kadrolarını bir kenara koyalım, evine sohbete gittiğimiz en yakın arkadaşımız Kürt'tür, Çerkez'dir veya Laz'dır. Etnik kimlik ayrımı benim için olmayan bir şeydir. Tarihe not düşülsün, maksimum 10 yıl içerisinde Türkiye'de bunlar hiç konuşulmayacak. Doğrusu biz gençlerin böyle sorunları yok ve işin o tarafında değiliz. Biz gençler hakkımızı, adaletimizi ve kabiliyetlerimizin açığa çıkarılmasını istiyoruz. İnsanların nereli olduğunu önemsemiyoruz. Göreceksiniz 10 yıl sonra bu konular hiç konuşulmayacak.

Haydar Baş'ın oğlu olmamış olsaydınız yine de genel başkan seçilir miydiniz?

Evet, aslında güzel bir soru. Bu şuna benziyor 'paran olmasaydı Ferrari'ye binebilir miydin? gibi bir şey. Beni ben yapan şeylerin başında babamın kanını taşımamdan ziyade onun fikrini taşıyor olmam yer alıyor. Yetişerek bugünlere geldik ve bundan çok da mutluyum. Çok mükemmel bir eğitim aldık, ondan çok şey öğrendik ve tedrisatından geçtik. Bu bizi bugünlere getirdi. Bununla bir bütünüz. Ama oğlu olmadan bu eğitimi ve tedrisatı almış olsaydım yine genel başkan olurdum. Yani o Ferrari örneğine dönecek olursak evet, belki Ferrari'yi 2020 yılında alamazdım ama 2025 yılında o parayı kazanır ve yine alırdım.

"Biz hem muhafazakar hem de Kemalistiz"

Hüseyin Baş kendini nasıl konumlandırıyor? Muhafazakar, sosyal demokrat, solcu, ulusalcı, Kemalist…

Ben kendimi saydığınız tüm ideolojik bakış açılarını birleştirecek kişi olarak konumlandırıyorum. Hiçbir ideolojik bakış açısı bizim için uzak değildir. Biz hem muhafazakarız hem Kemalistiz. Ama Kemalizm dediğimiz Atatürk sevgisini ruhumuzla yaşarız. Dindar ve muhafazakarız ama dinci değiliz. Din üzerinden asla siyaset yapmaz ve kabul etmeyiz. O yüzden buradaki mesele ideolojiler değil. Cemil Meriç'in ‘ideolojiler bizim üzerimize giydirilmiş deli gömlekleri gibidir' diye bir güzel bir sözü vardır. Bunlar bizim için ayrıştırıcı unsurlar olmaz, bilakis Türkiye Cumhuriyeti'ndeki zenginlikler ve farklı bakış açılarıdır. Biz birbirimizi tanıyarak, birbirimizi öğrenerek ve birbirimize yaklaşan bir zenginlik oluşturuyoruz. Ben Hüseyin Baş olarak kendimi bütün bu unsurları birleştirebilecek kabiliyete, inanca ve düstura sahip bir kişi olarak görüyorum. 

"CHP ile bir ittifak durumumuz söz konusuydu"

2014'te yapılan düğün töreninize CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da katılmıştı. Aile olarak Kemal Bey ile bir dostluğunuz var mı? 

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun o dönemlerde babamla bir yakınlığı vardı. Benim düğün tarihim 2014 Eylül'üydü ve hemen arkasından 7 Haziran seçimleri vardı. Aynı zamanda bizim CHP ile bir ittifak durumumuz söz konusuydu. Teklif onlardan gelmişti. Vekil listelerin verileceği güne kadar biz hazır bir şekilde açıklanmasını bekliyorduk. Ancak listelerin verileceği günde farklı sebeplerden bunun olmayacağı söylendi. Dolayısıyla o dönem ittifak gerçekleşmedi. Bu bizde siyasetin lügatında olmayan bir şey. Bir yola çıkıyorsun ama yolun yarısında terk ediliyorsun. Bunu hoş karşılamadık. 

O süreçten sonra ilişkiler devam etti mi?

Evet, daha sonra babamla ve benim de içinde olduğum gruplar halinde diyaloglarımız oldu ve ittifak süreçleri görüşüldü. Ama sonunda dediğim gibi CHP cephesinden vazgeçildi. Niye ittifaka girilmek istendi diye sorarsanız? CHP tabanından babama karşı müthiş bir ilgi vardır. Gerçekten çok sever ve sahiplenirler. Sayın Kılıçdaroğlu o kardeşlerimizin tabandaki baskısına kayıtsız kalamadı. Dediğim gibi o süreçte tabanın isteğiyle bir dizi görüşmeler ve yakınlaşmalar oldu ama ittifak gerçekleşmedi.

"Maden kaynakları Türkiye'yi kıyamet sabahına kadar bakacak zenginliktedir"

Türkiye'de muhalefetin görevini yaptığını düşünüyor musunuz? 

Türkiye'de muhalefetin muhalefet yaptığını kesinlikle düşünmüyorum. Muhalefet edilen şeylerin muhalefet unsuru olduğuna inanmıyorum. Yani muhalefet yapmamız gereken çok farklı hususlar var.

Ne gibi hususlar, bunu biraz açar mısınız?

Diyarbakır'dan verdiğim örnek gibi. Bakın bugün müjde adı altında doğalgazdan söz ediliyor. Biz 18 yıldır Türkiye'nin doğal kaynaklarından söz ediyoruz. Türkiye'de inanılmaz bir petrol ve doğalgaz rezervi var. Türkiye bor ve toryumda dünya birincisi ve altında dünya ikincisi. Güney Afrika'dan sonra maden olarak dünyada en fazla altın madeni bulunan ikinci ülkesiyiz. Güney Afrika'nın 18 bin ton, Türkiye'nin de 6 bin 500 ton altın madeni var. Ülkenin kaynakları Türkiye'yi kıyamet sabahına kadar bakacak zenginliktedir. Bunların konuşulması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının birliği, dirliği ve beraberliğinin konuşulması gereken yerde çok gündelik meseleler konuşuyoruz. Bunlar konuşulmamalı mı? Elbette konuşulmalı ama bunlar sorunu çözmeye yönelik konular değil. Mesela az önce ittifaklardan söz ettik. Yüzde 10 barajımız vardı. İttifak yapsan ne olur yapmasan ne olur. Yüzde 10 baraj nedir kardeşim. Yüzde 9 oy olan bir parti Meclis'te temsil edilmeyecek mi? Bu insanlar önemsiz mi? Ya da yüzde 9'u bırakalım 100 oy alan bir parti Meclis'te temsil edilmemeli mi? Halkın Meclis'te ve sesinin geçerli olabilmesi için gerçek manada demokrasiyi yudum yudum içmemiz lazım.

"Şu ana kadar 'Var bir hayalimiz' diyerek geldik"

Babanızın "İş, aş Haydar Baş" şeklinde bir sloganı vardı. Sizin de buna benzer bir sloganınız olacak mı?

Doğrusu 'İş, aş Haydar Baş' sloganını babam üretmedi. Sloganı halk üretir. Bakalım olacak mı bekleyip göreceğiz. Buna vatandaş karar verecek. Ama bizim bir yürüyüşümüz var ve ben kongre sloganımız olarak 'Var bir hayalimiz' dedik. Bizim yüce ve güzel hayallerimiz var. Bu hayalleri gerçekleştirebilecek enerjimiz, sinerjimiz, kabiliyetimiz ve birlikteliğimiz var. Şu ana kadar ‘Var bir hayalimiz' diyerek geldik. Dediğim gibi sloganları geliştirecek ve oluşturacak olan halkların kendileridir. Bunu bekleyip görmek lazım.

"Rusya ve Çin'de tam anlamıyla MEM modeli uygulanır"

Haydar Baş imzalı Milli Ekonomi Modeli ülkemizde ekonomiyi düzlüğe çıkarabilir mi? Kapitalist ekonomiden farkı nedir?

Babamın imzasıyla yazılmış Milli Ekonomi Modeli (MEM) Türkiye'yi değil dünyayı düzlüğe çıkardı. Bugün Rusya'da, Çin'de, Güney Afrika'da, Amerika ve Avrupa'nın büyük bir bölümünde uygulanan model MEM modelidir. MEM, dünyanın geldiği noktada açmaz ve çıkmazların tek anahtarı, tek ışığıdır. O yüzden MEM Türkiye'yi çıkmazdan kurtarabilecek, düzlüğe çıkarabilecek hususunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Bu bir ütopya veya hayal değildir. MEM bir gerçektir ve tecrübe edilmiş bir modeldir. Bakın Putin 2017 yılından beri Amerikan Forbes Dergisi tarafından yılın başkanı seçilir. Putin'i bu güç ve noktaya getiren 2014 yılında babamın Rusya'nın Duma'sına (Meclis) giderek 6 saate yakın verdiği brifing ile birlikte Rusya'ya uygulattığı MEM sayesindedir. Bugün Rusya'da ve Çin'de bu model tam anlamıyla uygulanır. Çin kendi tüketimini devreye sokar. Satır aralarında kapitalizmden farkından da söz edelim. Esasında bu saatlerimizi alacak bir konudur ama ben çok kısa özetlemek istiyorum. Kapitalizmden farkı nedir diye özetleyecek olursak dünyada ekonomik anlayış şu noktada kilitlenir ve derki kaynaklar sınırlı ve ihtiyaçlar sınırsızdır. MEM ne diyor, kaynaklar sınırsızdır diyor. Kıyamete kadar yetecek kaynaklar dünyada vardır. Örneğin güneşi ve rüzgarı bitiremezsin. Bu en basitinden verebileceğimiz kaynak örneğidir. Bunun gibi binlerce kaynağımız vardır. İhtiyaçlar ise sınırlıdır. Sınırsız olan insanların ihtiraslarıdır. 

MEM, insanı merkeze alan bir modeldir. Sömürüyü merkeze alan modele biz kapitalizm deriz. Çünkü insanları sömürür. Ama MEM insanları güçlendirir, onların cebine para koyar ve tüketim kabiliyetini geliştirir. İnsan tüketebildikçe üretici üretmek zorunda kalır. Üretim böyle devreye girer. Kapitalist ekonomi derki ‘her arza kendi talebini oluşturur'. Haydi bakalım niye oluşturmuyor? Bugün bunu oluşturabiliyor mu? Üretiyorsun ama satacak pazar yok. Kime satılacak bu mal? Ondan sonra indirimler ve ihraç fazlasıyla karşılaşıyoruz. Her arz kendi talebini üretmez. Talebi sen üretirsin ve bunun karşısında arz edersin. Bugün mesela Türkiye'de gayri safi milli hasıla karşılığı piyasayı dolaşan para ne kadardır? Yüzde 3 civarıdır. Dünya ülkelerine baktığımızda kimi yerde yüzde 30, kimi ülkelerde yüzde 50'dir. Mesela Amerika gayri safi milli hasıladan fazla nakit para sürer piyasaya. Şimdi biz Türkiye'de yüzde 3'ünü piyasaya sürüyoruz ve bu parayla bütün malı satın almaya çalışıyoruz. Niye? Her arzın kendi talebini karşılaması için. Cebimde param yok, nasıl talep edip alacağım. Böyle bir imkan yok. İşte MEM budur. MEM'in sosyal devlet projelerinde, vatandaşlık ve ev hanımlarının maaşı, doğum ikramiyesi ve sıralanabilecek birçok proje vardır. Bunlar vaat değil ve alicenaplıktan verilmez. Bunlar sistemin gereğidir. Sistem bunu verir, piyasaya katar, piyasa bunun karşılığında iş ve hacim üretmeye başlar ve ticaret canlanır. MEM'in temel modeli bunu söyler. Bugün Çin ve Rusya bunu yapıyor. Avrupa Birliği Merkez Bankası bir önceki başkanı döneminde 2012'den beri bunu yapar. Nedir bu? MEM'de geçen senyoraj geliridir. Bu ilk defa 2005 yılında MEM'de Haydar Baş yazmıştır, 2008'de Stiglitz (Joseph E. Stiglitz) denen ekonomist benzer modeli ortaya koyarak Nobel Ödülü almıştır. Halbuki bu 2005'te yazılan Haydar Baş'ın MEM kitabında var. Ve Avrupa bugün para basarak senyoraj gelirini devreye sokuyor. 

Amerika pandemiden hemen sonra 10 trilyon dolar basacağını söyledi. 1920'den beri 4 trilyon dolar para basan Amerika bir yıl içinde 10 trilyon dolar basacağını söylüyor. Halklar, devletler ve ekonomistler şunu anladı, vatandaşı güçlendirmedikçe ekonominin içinden çıkılmaz. Buradaki mesele vatandaşın güçlenmesidir. Bugün dünya evrensel temel gelirden söz ediyor. Nereden çıkmıştır bu kavram, MEM'den çıkmıştır. Bugün dünyadaki birçok ülke buna Türkiye Cumhuriyeti de dahil, milli paralarla ticaretten söz ediyor. Kim demiştir milli paralarla ticareti MEM'de Haydar Baş demiştir. Özet olarak demem şudur ki, MEM bizim tercih olarak sunduğumuz bir model değildir. MEM dünyanın kayıtsız, şartsız uygulamak için kendisine doğru koştuğu modeldir. Bütün dünya şu anda buna geliyor. Bu bir gerçek. Bunun tartışılacak bir tarafı kalmadı. Türkiye adına gerekli olan şey, bizim bir an önce kendimize gelip ekonominin çarklarını buna göre döndürür hale getirmektir. Türkiye'de gerekli unsur budur. Dünya bunu uygulamaya başladı.

"Gençler şunun farkında olsun yarın biz bize kalacağız"

Son olarak vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Gençlerden söz etmedik. Gençler çok önemsediğim bir husustur. Türkiye'nin yüzde 35-40'lık bir nüfusunu oluşturan gençlerin ülkede birçok şeyi yapma kabiliyeti var. Biz gençlerimizin artık kendi isteklerini, hayallerini gerçekleştirebilecek bir Türkiye'nin oluşmasını istiyoruz. Temel bakış açımız bu. Parti olarak genç bir genel başkan seçtik. Buna layık veya bu görevi yapabilecek başka kimse yok muydu? Vardı. Çok kabiliyetli insanlarımız var. Bu yapının içerisinde gerçekten sayılamayacak kadar donanımlı mükemmel insanlar var. Ama biz bir genç genel başkan seçtik çünkü biz Türkiye'nin ve dünyanın geleceği noktanın farkındayız. Dünya dijitalleşiyor, değişiyor ve teknoloji çağına girdik. Bu çağın gereklerine ayak uydurabilecek yapıyı ilk defa olgunlaştıran parti biziz. Gençlerimize buradan bu yapının etrafında kenetlenmeyi bir öneri olarak sunuyorum. Gençleri biliyorsunuz davet edince gelmiyorlar. Gençlerimiz artık farklı çünkü dünya değişiyor. Bunlara artık emrivaki konuşmayacağız. Gençlerimize sahip çıkacağız, onlarla birlikte Türkiye'yi inşa edeceğiz. Gençler şunun farkında olsun yarın biz bize kalacağız. Bu geleceğimizi birlikte inşa edelim diyerek sözlerime son vereyim. Tekrar buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ederiz. 

Değerli zamanınızı ayırdığınız için biz teşekkür ederiz…          
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU