Nijerya'daki protestolar: Buteflika, El-Beşir ve Keita'dan sonra sıra Buhari'de mi?

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Nijerya Cumhurbaşkanı Muhammadu Buhari, (2019) /Fotoğraf: Afolabi Sotunde/Reuters

1 Ekim Perşembe günü bağımsızlığının 60'ncı yıl dönümü olan Nijerya, kutlamaların hemen ertesinde ülke geneline yayılan ciddi bir protesto sarmalı içine girdi. 

İlk iki haftasında protestolar, emniyet teşkilatı bünyesindeki Hırsızlıkla Mücadele Özel Birimi'ni (Special Anti-Robbery Squad-SARS) hedef alıyordu. 

Çünkü bu birim mensubu polislerin irtikap ettikleri rüşvet, yasadışı gözaltı, işkence ve cinayet gibi suçlar artık ayyuka çıkmış durumda.

Sosyal medyanın da etkin bir şekilde kullanıldığı protestolar sonuç getirdi ve Cumhurbaşkanı Muhammadu Buhari, 11 Ekim Pazar günü bahsekonu birimin feshedileceğini ve geniş kapsamlı bir polis reformu yapılacağını duyurdu. 

Esasen SARS  'a karşı tepkiler yeni değil. 2017 Aralık ayında yine #EndSARS etiketi ile sosyal medya üzerinden birimin kapatılması talep edilmişti. 

Artan kamuoyu baskısı üzerine hükümet SARS'ın reforma tabi tutulacağını dört kez açıklamasına rağmen ülke çapına yayılan son protestolara kadar herhangi bir adım atmamıştı. 

Bu nedenle Cumhurbaşkanı Buhari'nin açıklamasından tatmin olmayan çoğunluğu gençlerden oluşan protestocular meydanları terk etmediler. 

SARS'ın sadece isminin değiştirdiğini, dolayısıyla mağdurlar için tazminat ödenmesi, suç işleyen polislerin yargılanması ve gözaltına alınan protestocuların serbest bırakılması gibi talepleri yerine getirilinceye kadar protestolara devam edeceklerini açıkladılar. 

Bu tarihten itibaren güvenlik güçleri protestoculara karşı aşırı şiddet uygulamaya başladı ve şimdiye kadar yaklaşık 60 kişi öldürüldü. 

Nijerya hükümetinin aşırı şiddete başvurması protestocuları yıldırmadığı gibi, uluslararası toplumun da gittikçe artan tepkisi çekiyor. 

Bu minvalde Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, İngiliz Milletler Topluluğu'nun yanı sıra İngiltere ve ABD, Nijerya hükümetine şiddeti sonlandırma çağrısında bulundu. 

Protestoların ülke geneline yayılması ve güvenlik güçlerinin 20 Ekim Salı günü Lagos'da olduğu gibi çok sayıda sivili katletmesine rağmen devam etmesi sorunların görünenden daha derin olduğunu ve göstericilerin daha geniş talepleri olduğunun bir göstergesi.

Dolayısıyla bu durumun ortaya çıkmasına yol açan siyasi ve ekonomik sorunlar ile güvenlik sektörünün karakteri gibi önemli faktörleri incelemek gerekiyor. 

Zira ülkenin bağımsızlığından bu yana çözüm bulun(a)mayan ve gittikçe kronikleşen bahsekonu sorunların, bugün olmasa bile yakın gelecekte Nijerya'nın siyasi istikrarını tehdit etme potansiyeli bulunuyor. 


Ahbap-çavuş siyaseti 

Nijerya'da siyasetin doğasını ülkedeki "etnik" ve dini farklılıklar belirliyor. 

Sömürge döneminde de Nijerya sözkonusu ayrımlar temelinde yönetilmişti. 

1960 yılında gelen bağımsızlıkla birlikte ülkenin en kalabalık "etnik" grupları olan Hausa, İgbo ve Yoruba toplulukları baz alınarak üç bölgeli bir federasyon oluşturulmuştu. 

1966 yılında başlayıp 1993 yılına kadar devam eden askeri darbelerin nedenleri arasında etnik-dini aidiyetlerin yer alması ulus-altı kimlikleri tahkim etti. 

Buna karşın ülke bütünlüğünü korumak amacıyla üç bölgeli federasyon zaman içerisinde 36 eyaletten oluşan idari örgütlenmeye dönüştürüldü ve herhangi bir "etnik" grubun tek başına iktidar olmasını engellemek üzere "etnik-bölgesel" bir denge mekanizması geliştirildi. 

Bu bağlamda herhangi bir siyasi partinin seçimi kazanabilmesi için eyaletlerin üçte ikisinde en az yüzde 25 oy alması gerekiyor. 

Temsilde adalet için getirilen bu sistemin siyaset üzerinde önemli yan etkileri oldu. 

Bu çerçevede siyaset, "etnik" ve dini kimlikleri farklı olsa da ülkedeki elitlerin, "getirisi" yüksek makamları ele geçirmek için ahbap-çavuş ilişkisine dayalı seçim ittifakları kurduğu bir sistem haline geldi. 

Bu sistemde halkın talep ve beklentileri haliyle ikinci plana atıldı. 
 

Reuters.jpg
Fotoğraf: Akintunde Akinleye/Reuters


Petrolün laneti

Sömürgecilik dönemi ve bağımsızlığın ilk yıllarında tarım ürünü ihracatına dayalı Nijerya ekonomisi, 1958 yılında petrol ihracatının başlaması ve ihracat içerisindeki payının gittikçe artmasıyla radikal bir dönüşüm geçirdi. 

1973 petrol krizinden itibaren vergilerin yerini alan petrol, devletin temel gelir kaynağı haline geldi. 

Bu durum halk ile yönetim arasındaki vergiye dayalı bağımlılık ve hesap verebilirlik ilişkisini büyük ölçüde ortadan kaldırdı. 

"Hollanda hastalığı" olarak adlandırılan ve ulusal paranın değerlenmesine yol açan, tarım ürünlerinin uluslararası rekabet edebilirliğini zayıflatan bu sorun ayrıca, gelirlerinden olan kırsal nüfusun toprağını terk edip şehirlere akın etmesine de neden oldu. 

Şehirler kontrolsüz ve dengesiz bir şekilde büyürken kamu hizmetleri, bu büyümenin hızına yetişemediği gibi kötü yönetim nedeniyle gittikçe erozyona uğradı. 

Dahası, hidrokarbon sektörünün çok kısıtlı olan istihdam oluşturma kapasitesi, kentsel nüfus arasında ciddi bir istihdam krizi meydana getirdi. 

Bu çerçevede, nüfusun büyük bir kısmı için işsizlik ve yoksulluk, ulusal düzeyde ise kayıtdışı ekonomi norm haline geldi. 

Nitekim Nijerya'da istihdam piyasasının yüzde 90, ekonominin ise yüzde 60-65 oranında kayıtdışı olduğu tahmin ediliyor. 

Brookings Enstitüsü'ne göre Nijerya, 2018 yılında Hindistan'ı geçerek dünyada en fazla aşırı yoksul nüfusa sahip ülke unvanının sahibi oldu. 

Nijerya'nın resmi verilerine göre ülkedeki işsizlik, eksik istihdam oranıyla birlikte değerlendirildiğinde yüzde 55'in üzerinde. 

Öte yandan yolsuzluk, özellikle petrol ihracatının getirisi olan denetimi kısıtlı kaynaklar bağlamında ülke siyaseti ve bürokrasisinin kılcallarına kadar işledi.

Global Financial Integrity raporlarına göre 2005-2014 yılları arasında Nijerya'dan 182 milyar dolar kaçırıldı. 

Varlık fonu olarak tasarlanan Petrol Hesabı Fazlası (Excess Crude Account) da siyasette ahbap-çavuş ilişkileri kurmak için kullanılıyor. 

Bu rakam 2019 yılı Nijerya GSYİH'sinin yüzde 40'ına tekabül ediyor. 

Koronavirüs salgını sürecince gittikçe kötüleşen sosyo-ekonomik durum gençlerin hiddetini artırdı ve sokaklara dökülmelerine neden oldu. 

Bu itibarla polis şiddetinin protestoların filini ateşleyen bir faktör olduğunu söyleyebiliriz.
 

Reuters-.jpg
Fotoğraf: Afolabi Sotunde/Reuters


Zorba devlet, namıdiğer "bula matari"

Ancak her halükârda, güvenlik güçlerinin hukuksuzlukları ve sivil halka karşı uyguladıkları zorbalıkları hafife almamak gerekiyor. 

Görünür olduğu her durumda devlet aygıtı, özellikle de güvenlik birimleri halka "ızdırap olmayı" yeğliyor ve bunun temelleri sömürgecilik dönemine dayanıyor. 

Anılan dönemde kıtada oluşturulan sömürge idareleri, yönetimleri altında bulunan halkı zorbalık ve şiddetle kontrol ediyordu. 

Afrika tarihi profesörlerinden Crawford Young şiddete dayalı bu yönetim tarzını, Kongo nehri havzasında kullanılan Kikongo dilindeki "bula matari" (taş kırıcı) terimiyle açıklar. 

Dahası, "tebaa" olarak görülen halka karşı şiddet aynı halk içerisinden devşirilmiş askerler tarafından uygulanıyordu. 

Toplumun sömürge yönetimine itaat etmesini sağlamak amacıyla sivil can kayıpları pahasına zaman zaman köyler tamamen yakıp yıkılıyordu. 

Polis teşkilatı da bundan farklı değildi. 

1930'larda merkezi bir yapıya dönüştürülen ve 1970lerde yerel yönetimlere ait güvenlik görevlilerinin de entegre edildiği polis teşkilatı, acımasızlığı nedeniyle halkın çoğunluğunun nazarında "işgal gücü" olarak addediliyordu. 

Sömürgeciliğin mirası olan zorbalık ve şiddet, bağımsızlıktan sonra da güvenlik teşkilatlarında herhangi bir cezai yaptırıma uğramaksızın modus operandi olarak devam etti.

Zira halk, sömürge idareleri dönemine benzer şekilde yönetilemez, asi ve ancak "sopayla yola getirilebilir" olarak görüldü. 

Ülkede yaklaşık 30 yıl süren askeri yönetimler bu anlayışı ve cezasızlık kültürünü tahkim etti. 

Nijerya'da zorba devletin ilk ve en acımasız uygulamasını Biafra Savaşı oluşturur. 

Ülkenin güneydoğusunda İgbo halkının 1967 yılında bağımsızlığını ilan etmesi üzerine uygulanan abluka 2 milyon sivilin açlık ve hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmesine yol açmıştı. 

1980'lerdeki Maitatsine isyanları yaklaşık 9.000 kişinin öldürülerek bastırıldı ve Nijerya makamları bu süreçteki katliamlara dair herhangi bir açıklama dahi yapmadı. 

Boko Haram'ın bir terör örgütüne dönüşmesinin en önemli kilometre taşlarından birisini 2009 Temmuz ayında örgütün kurucusu Muhammed Yusuf'un polis karakolunda yargısız infazı ve adıgeçenin 1000'in üzerindeki takipçisinin birkaç hafta içerisinde öldürülmesi oluşturur. 

Yine Uluslararası Af Örgütü'nün 2016 yılında yayınladığı bir raporda, Boko Haram'la mücadele adına Nijerya ordusunun 1200'den fazla kişiyi hiçbir yasal işleme tabi tutmaksızın katlettiği, zorla kaybettirme vakalarının sayısının binleri bulduğu, en az 7 bin kişinin de gözaltında işkence, açlık ve aşırı kalabalığa maruz bırakılarak öldürüldüğü kayıtlı. 

Asıl sorun ise tüm bu ağır suçları irtikap eden güvenlik güçleri mensuplarından hemen hiçbir şekilde hesap sorulmaması. 

Eski bir darbeci asker olmakla birlikte seçimle göreve gelmiş bulunan Cumhurbaşkanı Buhari'nin, devletin başı olarak bu durumdan sorumlu olduğu izahtan vareste. 


Buhari'nin seçimi

Otoriter yönetimlerin en büyük korkusu bir halk isyanı/kalkışması.

Bu korku ve endişe nedeniyle otoriter yönetimler, halkın tepkisine yol açan sorunların temellerine inerek işsizlik, yoksulluk, güvensizlik, devlet terörü ve cezasızlık kültürü gibi sorunların çözümü istikametinde samimi adımlar atmak yerine, bu konulardaki meşru taleplerin dillendirildiği protestoları güç kullanarak bastırmayı tercih ediyor. 

Dolayısıyla iktidarın temadisine tehdit olarak görülen tepkiler bertaraf edilirken, bu tercihin orta ve uzun vadede ülkenin istikrarsızlık ve kaosa sürüklenmesi için zemin hazırlandığı gerçeği gözardı ediliyor. 

Kıtada son 18 ay içerisinde Cezayir, Sudan ve Mali'de liderlerin koltuğundan olmasının temelinde bahsekonu siyasi tercih bulunuyor. 

Anılan ülkelerde görüntüde dahi olsa gerçekleşen değişimler, polis şiddetine karşı başlayan, ancak gittikçe yönetim karşıtlığı bir mahiyete bürünen Nijerya'daki protestolara katılan gençlere cesaret veriyor.

ABD, Belarus, Kırgızistan gibi ülkelerde de ahiren gerçekleşen veya devam eden protestoların da Nijerya gençliği için birer ilham kaynağı olduğunu söylenebilir. 

Ancak Nijerya'da protestoların ülkedeki demokrasi ve iyi yönetişim standartlarının gelişmesine katkı sağlamasının önündeki en büyük engellerden birisi protestoların yağma ve suça evrilmesi. 

Nitekim son günlerde birçok örneği görülmeye başlanan bu durum, haklı talepler için sokağa inen protestocuları itibarsızlaştırdığı gibi, orantısız güç kullanmak için devlete de mazeret sunuyor. 

Günbegün gelişen ve değişim geçiren protestolar Cumhurbaşkanı Buhari'yi şimdilik doğrudan hedef almıyor. 

Bununla birlikte, geçtiğimiz Salı günü Lagos'da gerçekleşen olayda olduğu gibi protestocuların güvenlik güçlerince katledilmesi ve orantısız güç kullanımının devam etmesi halinde, Buhari'nin siyasi kariyerinin 2023 yılında yapılacak seçimlerle noktalanması ihtimali azalacak gibi görünüyor. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU