Sınıf ayrımcılığı

Bu günlerde Amerika'da olanlar gerçekten dikkat çekicidir. Zira tarih bize, bir yerde yaşananların o yerin sınırları içinde kalmayacağını göstermiştir

Fotoğraf: Angela Weiss/AFP

Kötülük insanda doğuştan gelen bir güdü mü yoksa kazanılmış bir durum mu?

Bu, uzun yıllar filozofları, psikologları ve sosyologları meşgul eden kadim bir sorudur.

Kötülüğün çeşitli ve farklı biçimlerde ekonomik, politik, sosyal ve dini durumların ürettiği nefret, ırkçılık ve zorbalık gibi çok sayıda yönü vardır.

Afrika kökenli Amerikalılara yönelik ırkçı tutumlar nedeniyle ülkenin pek çok kentinde tanık olunan sahneleri izleyenler, bunun oldukça endişe verici bir durum olduğunu ve birtakım ciddi yansımalarının olacağını düşünüyorlar.

Irkçılık yeni doğmuş bir sorun değildir. Aksine kuzey ile güney eyaletleri arasında neredeyse büyük bir bölünmeye yol açan yıkıcı bir iç savaşın patlak vermesini tetikleyen eski ve çok ağır bir mirastır.

Pulitzer Ödülü'nün sahibi Amerikalı gazeteci Isabel Wilkerson tarafından yazılan ve birkaç ay önce yayımlanan "Sınıf: Farklılıklarımızın Kökenler" isimli kitap, bu karmaşık meselenin derinliklerine inen çok önemli bir eserdir.

Kitapta dikkat çekici olan şey yazarın ırkçılık terimini hiç kullanmamış olmasıdır. Yazar bu konuyu toplumsal bölünme açısından ele aldığı için ırkçılıkla ilgili olan yönü de sınıf ayrımcılığı olarak değerlendiriyor.

Yazarın teorisinin, politik, ekonomik, hukuki ve eğitim alanlarındaki destekleyici bazı yönleri de şaşırtıcı ve oldukça ikna ediciydi.

Irkçılık meselesinin bu yeni, farklı ve şaşırtıcı yorumunu ele aldığımızda, dünyadaki birçok olumsuz ve nefret dolu durumu açıklamak mümkün olacaktır.

Bu, sınıf ayrımcılığının en meşhur olan Güney Afrika örneğinde olduğu haliyle kendi kendini açıklayıcı birtakım durumları açığa çıkaracaktır.

Güney Afrikalı ünlü romancı Alan Paton'un "Ağla Sevgili Yurdum" isimli kitabı, bunun en acı ve açık örneklerindendir.

Yazar, "Ah, Ama Senin Ülken Çok Güzel" romanında ise bu fikri daha da geniş bir şekilde işlemiştir.


27 yılını yalnız başına bir hücrede geçiren Nelson Mandela'yı yaratan bu iklimdi.

Ülkenin başkanlığını üstlenmek üzere çıktığında ne öfke duyuyordu ne de intikam hırsı vardı.

Aksine Muhammedî yaklaşımın bir örneği olan "Gidin, serbestsiniz" örneğinin bir uygulamasını gerçekleştirmişti. Mandela barışı tercih etti.


İran'da halk devrimiyle iktidara gelen Humeyni ise eski rejime karşı olan intikam duyguları ve Arap Körfez ülkelerine karşı hissettiği nefretle, 'devrimi ihraç etme' sloganı altında bunun tam tersini yaptı.

Bu nefretin en kötü sonuçlarından biri, Irak'la sekiz yıldan fazla süren yıkıcı bir savaşa girmesiydi.

İki ülke arasındaki ateşkes ilanı kendisine sunulduğunda, "Sanki zehir bir bardaktan içiyorum" yorumunda bulundu.


Nelson Mandela'dan önce Mahatma Gandhi, bir yandan İngiliz sömürgeciliği diğer taraftan ise ülkedeki kast sistemi belasıyla barışçıl bir şekilde mücadele etmişti.

Aynı anda iki cephede ateşli bir savaş vermiş ve en nihayetinde herkesin eşit olduğu bir sivil anayasa oluşturmayı başarmıştı.

Bu anayasa, bağımsızlık sonrasında öğrencisi Başbakan Cevahirlal Nehru tarafından onaylandı.

Siyaset bilimciler, Amerika'daki cumhuriyetin kurucu babalarının niyetlerini anlamak için "Federalist Yazılar (The Federalist Papers)" kitabını birincil referans kaynağı olarak görüyorlar.

Çünkü bundan sonra aralarındaki diyaloglar, parlak ve özgün bir Amerikan anayasasının yazılmasına yol açtı.


Alexander Hamilton tartışma yaratan görüşünü bu kitapta şöyle dile getiriyor:

Anayasanın temel amacı ülkeyi sadece hükümdarın zulmünden değil, daha da önemlisi ülkeyi çoğunluğun zulmünden korumak olmalıdır.

Çoğunluk tercihlerinde hata yapabilir ve bundan dolayı anayasanın ve ona referansla kurulan sistemin bu hatayı düzeltmesi zorunludur.


Isabel Wilkerson bu son kitabında, Amerika'da var olan sınıf sistemini Nazi Almanyası ve Hindistan ile ilişkilendirerek ırkçılığın nefretin temeli olduğunu göstermiştir.

Kitabında ırkçılığın kıtaları, kültürleri, sınırları ve dinleri aşan bir virüs olduğunu belirterek, tarihin başlangıcından bu yana kötülüğün temelini oluşturduğunu öne sürmektedir.

Irkçılığın varlığını inkar edenler ya da en azından ipek eldivenlerle bu sorunla yüzleşenlerin yanı sıra sorunu kabul edip mücadele edenler var.

Bu günlerde Amerika'da olanlar gerçekten dikkat çekicidir. Zira tarih bize, bir yerde yaşananların o yerin sınırları içinde kalmayacağını göstermiştir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU