Müslümanlaştırılmış Ermenilerin öyküsü: Saklı Haç

Gazeteci Altan Sancar ismini Eğil’de yaşayan Müslüman bir Ermeni'nin sandığından çıkan haçtan alan belgeselini Independent Türkçe'ye anlattı

Belgeselci Altar Sancar, Saklı Haç'ta Diyarbakır'ın Eğil ilçesinde büyürken duyduğu hikayeleri kayda almış. 

Filmde Müslümanlaştırılmış Ermenilerin hikayeleri var. 

Belgesel adını çekimler sırasında ortaya çıkan trajik bir hikayeden alıyor. 

 

Altan Sancar.jpg

Yönetmenliğini ve yapımcılığını Altan Sancar'ın yaptığı belgesel Temmuz ayında Diyarbakır’da gösterilecek


Müslümanlaştırılmış Ermeniler konusunda belgesel yapma fikri nasıl doğdu?

Bizlere küçük yaşlardan bu yana anlatılan hikayelerin, bir tarih olduğunun bilincine vardığımız zamandan bu yana, bu hikayeleri geleceğe aktarmak adına bir şeyler yapma fikri aklımızdaydı. Önce ses kayıtları topladık ve bunları yazılı hale getirdik. İlerleyen zamanlarda Müslümanlaştırılmış Ermeniler hususunda böylesi çalışmaların azlığının farkına vardık.

Bu belgeselle en azından Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde yaşayan Müslümanlaştırılmış Ermenilerin hikayelerini derleyip izleyicilere ulaştırmak istedik. Çünkü 1915 her ne kadar geride kalsa da hala bu topraklar üzerinde bir biçimde etkisini hissettirmeye devam ediyor. Müslümanlaştırılmış Ermeniler de 1915 sonrası devam eden o sürecin en bariz örneklerinden biri olarak karşımızda duruyor. Bu hikayelere dokunmak, "1915’te ne oldu?" sorusunun cevabına katkı sunacak ve yüzleşmenin önünü açacak inancıyla harekete geçtik.

Neden Diyarbakır’ın Eğil ilçesini seçtiniz? 

Aslında bu sorunun birden fazla yanıtı bulunuyor. İlki, anlatılmak istenileni mikro örneklem yoluyla daha rahat anlatacağımıza inanmamız oldu. Çünkü Müslümanlaştırılmış Ermeniler konusu, büyük bir travma ve kimlik bunalımı demek. Tam da bu nedenle küçük bir yerden yola çıkarak orada yaşayan hikayeleri ve benliği aktarmak, anlatılmak istenilenin daha kolay anlaşılmasına yardımcı olacaktı. Bir bilgi yığını yerine, belgeseli izleyen insanların gördükleri yüzleri tanımalarını ve o yüzlerin anlattığı acıları hissetmelerini istiyoruz.

Sorunun ikinci cevabı ise elbette ki bizlerin de Eğilli olmasından geçiyor. Bizler Eğil’de bu hikayelerle büyüdük ve bu hikayelerin yabancısı değiliz. Bunu sıklıkla dile getiriyorum çünkü en doğru anlatan cümlenin bu olduğuna inanıyorum: Anlatılan bizim hikayemiz. Benim ailemin her iki tarafında da Müslümanlaştırılmış Ermeniler bulunuyor ve tam da bu nedenle Eğil’i tercih ettik. Eğil ilk adımdı, üzerinde çalıştığımız ikinci belgesel ile birlikte bakış açımızı daha da geniş tutacağız ve bu toprakların genelinde neler yaşandığını izleyicilere aktaracağız.

 


 

Müslümanlaştırılmış Ermeniler belgeselini çekerken karşılaştığınız en çarpıcı hayat hikayeleri nelerdi?

Benim açımdan birçok çarpıcı hikaye var. Ancak beni en çok etkileyen, belgesele de adını veren saklı haçın sandıktan çıkışına şahit olduğumuz anda ortaya çıkan hikayeydi. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ninesinden annesine, annesinden kendisine kalan o haçı sandığından çıkaran kadının Sara olarak doğan ve Rihan olarak hayata veda eden ninesinin inancına ve geçmişine olan özlemi dile getirdiği "Benim hayattan tek beklentim yaşananların kabul edilmesi" dediği o an, hayatımda kendime yeni sorumluluklar yüklediğim andı. Kadın resmiyette Müslüman olarak geçse de sandıktan haçı çıkarak, bir protesto biçimi olarak ibadet etmediğini, taşıdığı yeni kimliği benimsemediğini gösterdi. Bunu öğrenmek beni derinden etkiledi.

Yine belgeselde yer alan, Eğil’de yaşayan Müslümanlar tarafından kurtarılan ve daha sonra Suriye’ye giden Piro’nun hikayesi ve yıllar sonra onu kurtaran ailenin çocuklarıyla Suriye’de yeniden karşılaşması, belgeselde yer alan en etkileyici hikayelerden biriydi.

Belgesel ciddi bir hikayeler ağıyla örülü ve bizler bilgi yığınından ziyade bu hikayelere yer vermek istedik. İzleyici de her izlediğinde farklı duygular alacak, buna inanıyorum.

 

 

1915 sonrası ilçede ve çevre yerlerde Ermenilerin yaşadıklarına ilişkin neler söylersiniz?

Yukarıda bahsettiğim resmiyette Müslüman olan o kadının bu inancı protesto etmek için ibadet etmemesi ve bu inancı tam olarak benimseyememiş olması kimlik bunalımının en büyük kanıtı. Hikayelerine yer verdiğimiz kişiler kendilerini ne Eğil’de şu an ağırlığı olan Kürt kimliğine ait hissedebiliyor ne de Ermeni kimliğine. Arafta yaşayan bu insanlar, iki farklı kimlik arasında sıkışıp kalmış durumda ve tercih yapmak gibi bir şansları da yok.

Bunu en iyi özetleyen 40’lı yaşlarında bir erkeğin söylediği "Ben ne Sünni bir Kürt olabildim ne de tam anlamıyla Ermeni" sözleri oldu. Bu kimlik bunalımından çıkışın tek yolu ise bir yüzleşmenin sağlanması.

Bu durum çeşitli toplumsal sözleşmeler ile sağlanan bir kültürel karışım değil, kanla sağlanan bir bellek yitimi ve yeni belleğin zorla benimsetilmesi.

Travma tam da bundan kaynaklanıyor. Bu travmanın ilacı ise özür, yüzleşme ve bu insanlara geçmişlerini vermekten geçiyor.

Ekip olarak çekim sürecinde ne gibi zorluklar yaşadınız? 

Kontrol noktalarında kameralarla durdurulmak ve engellenme çabaları yaşadığımız en büyük zorluktu ve bunu ancak çalışmamızı gizlilikle yürüterek aşabildik. Bağımsız kalabilmek adına destek almadan yola çıkmak da maddi anlamda bizleri oldukça zorladı.

Müslümanlaştırılmış Ermenilerin yakınlarını konuşmaya nasıl ikna ettiniz?

Bizler de “içeridendik”. Bu kimliği kimler taşıyor, kimler yüzleşiyor ve kabulleniyor, kimler görmezden geliyor biliyorduk. Ancak konuşturma aşamasında zorlandık çünkü insanlar 1915'in korkusuyla yaşamaya devam ediyor.

O dönem yaşananlar, kimlik gibi kulaktan kulağa bugüne kadar gelmiş durumda. Bir de Türkiye’nin içinden geçtiği bu baskı dönemiyle eklenince insanlar bildiklerini aktarmakta çok çekingen davrandı. Biz de bunu kırmak için insanlara kamerayı unutturacak sohbet ortamı yaratmayı tercih ettik -ki belgesel izlendiğinde de bu durum görülecektir-.

Ve tabii ki korkuyu kırmak adına insanlara "Başınıza bir şey gelmeyecek" telkinlerinde bulunmak zorunda kaldık. Çünkü insanların bu kimlikleri ilçede biliniyor, ancak bunun kamuya mal olması noktasında çekinceleri vardı. Bunu da az önce bahsettiğim yöntemlerle aştık.

Geçmişte Müslümanlaştırılmış olan Ermenilerin akrabaları bugün neler hissediyor? Geçmişte yapılanlara tepkililer mi?

İnsanlar geçmişe büyük bir tepki ve acıyla bakıyor. Ailelerini bu travmaya sürükleyen o süreci asla unutmamışlar. Ve emin olun ki bu tepki, kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam edecek. Çünkü bir yüzleşme yaşanmadı ve inkar süreci devam ediyor.

Müslümanlaştırılmış Ermenilerin yakınları sessizce de olsa "Biz buradayız, bizi görün ve duyun" diyorlar. İnkara ve acının küçümsenmesine karşı büyük bir öfkeleri var. Ve tabii ki bu insanlarda görmedikleri geçmişe özlem var. Çünkü 1915 öncesi büyükleri tarafından kendilerine aktarılmış ve o geçmişe, kendi topraklarında kendi inançları ve kültürleri ile yaşama özlem duyuyorlar.

 

 

Kişiler o dönemde kimliklerini bir anda değiştirmiş mi yoksa inançlarını koruyup Ermenice konuşmaya devam edebilmiş mi?

Bu süreç farklı biçimlerde gerçekleşmiş aslında. Ermenilerin çoğunluk oldukları yerlerde bir anda ‘azınlık’ hale gelmesiyle birlikte, kimi yerlerde orada bulunan Müslümanlar, bu insanlara önce Müslüman isimleri vererek kimliklerini ellerinden almış ve böylece asimile etmeye başlamış.

Çünkü bu insanlara ‘Müslüman olmazsanız burada yaşayamazsınız’ denilmiş. Kısacası kırımın bir başka yönü de böyle gerçekleşmiş. İkinci bir yön de hayatta kalan ya da bırakılan Ermeni kadınlarının Müslüman erkeklerle evlendirilmesi.

Burada da kimlikleri elinden alınan o kadınlar inançlarını içlerine gömmüş ve Müslüman çocuklar yetiştirmeye zorlanmış. İlk kuşak dillerini elbette ki unutmamış, birbirlerini bilen Ermeniler bir araya geldiklerinde gizlice dillerini konuşmuş.

Ancak bu dili geleceğe aktaramamışlar ve zamanla silinmiş.

Bir gazeteci ve belgeselci olarak 1915 olaylarına ilişkin neler söylersiniz?

Ben bu meselenin adının doğru konulması gerektiğini düşünüyorum. Kendimizi kandırmayı ve tarihi değiştirmeyi bir kenara bırakalım, Bu ülkede sadece geriye ölüm değil, aynı zamanda kültürel bir kıyım, asimilasyon ve travma kaldı.

Ben bir tarihçi değilim ama bu konuda tarafım. 1915'le yüzleşilmedikçe ve bu toprakların kadim halkları olan Ermeni ve Süryanilere yapılanların özrü dilenmedikçe Türkiye demokratikleşemeyecek.

Temeli sağlam olmayan bir bina yükselemez, temeli düzeltmenin yolu da olanları konuşmak, kabullenmek ve özür dilemekten geçiyor. Bu durumla yüzleşme çağrısı yapanları yargılamak veya cezalandırmak çözüm değil, bunu anlayalım.

Bunun yolu da 1915’teki sorumluluğun kabul edilmesinden, malların teslim edilmesinden geçiyor. Bakın Kars’ta Ani Harabeleri’ne ya da Akdamar’da yer alan Surp Xaç Kilisesi’ne gidildiğinde orada sizlere bilet keserler. Bir Ermeni’ye bundan daha büyük bir hakaret olamaz.

O kilisede ibadet izne bağlı, bu durum mantıkla açıklanabilir bir şey değildir. Bunları artık aşıp önümüze bakmak da bizim elimizde, bu utançla yaşamak da…

 

 

Belgesele online mali destek kampanyası düzenlenmişti, son durum nedir? 

Kampanyayla hedeflediğimiz desteğe ulaştık. Türkiye’deki bu çabaya ortak olmak isteyen çok demokrat ve aydın var, başta ortak yapımcımız olan Mustafa Bahçeci olmak üzere herkese teşekkür ederim. 

Az önce yaptığımız çağrıyı da yinelemek isterim. İkinci belgesel üzerinde çalışıyoruz ve desteğe açığız. Hep birlikte bu çalışmaları ortaya koyarak yüzleşmeye katkı sunabiliriz.

Belgesel ne kadar sürelik bir çalışmanın ürünü? Ne zaman izleyicilerle buluşacak? Nereden seyredilebilecek?

Belgesel dört aydan uzun süren bir çabanın ürünü olarak ortaya çıktı ve artık montaj aşamasında sona geliyoruz. Montaj biter bitmez kimi festivallere katılım sağlayacağız. Festivallerin sona ermesinin ardından da en geç Temmuz ayında galamızı yapacağız. Galamız Diyarbakır’da olacak ve bu nedenle bir çağrımız da oldu. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin kayyumla yönetildiği dönemde harabeye dönen kültür binasında galamızı yapmak istiyoruz.

Onarılmış olsa da olmasa da belediye yönetiminin uygun görmesi halinde böylesi bir talanın yaşandığı yerde bu galayı yapmanın farklı bir anlamı olacağına inanıyoruz. Kısacası bir aksilik olmaz ise Temmuz ayında Diyarbakır’da ilk gösterim için herkesi bekliyor olacağız.

 


 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU