Tahta kalemin, kömür karası ucu…

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Gece bitip, güneş doğduğunda, hayat yeniden başlıyor sanki. Her şey yeniden kendini var ediyor, yeni zamana hazırlanıyor.  

Kuşlar, ağaçlar, küçük ya da büyük canlılar güneşin doğumuna göre konumlanıyor… Uyanıyor her şey. 

İstesin, istemesin güneş belirleyici oluyor.

Sabahın köründe elimde eskimiş, yarım kalmış bir kurşun kalem, buruşmuş bir kağıt, gözlerimde dünden kalma bir uyku güneşin ilk ışıklarıyla ayaktayım.
 

pinterest.jpg
Fotoğraf: Pinterest


Homurtusu kentin, abartmanın boşluğunda bir çoban ezgisi, kaval melodisi ve zamanın yeniden doğum anı.

Her şey eskinin aynısı ve tekrarı gibi olsa da, zaman denilen kavram kendini yeniden üretiyor. An, şimdiki zamana, şimdiki zaman geçmiş zamana akıyor, ışıkla birlikte.

Yeniden, bir baştan bir başa. 

Işık, kalemin siyah ucunda kağıda düşüyor, bir başlangıç melodisi dile geliyor. Belki de Rodrigez Konçertosuna dalıp, bilmediğim bir dünyaya uzanmalıyım ya da bir ney ustasından dinlemeliyim ve hissetmeliyim aşkın sonsuz ateşini.
 

yazar-ol-696x464.gif
Fotoğraf: Pinterest


Sessizlik…

Uzunca bir süre sessizlik.

Belki tam da bu vakit, duyulur zamanın sesi. Ama duyulmuyor makinelerin homurtusundan, insanın gürültüsünden.

Şehirler boğuyor bütün sesleri ve zamanı.

Dün geçmiş zaman, içinde bulunduğumuz an şimdiki zaman. Dilbilim öğretesi edasıyla zaman akıyor, zamanın derinliğine.

Zaman aktıkça her şey eskiyor ve bazı kavramlar, eşyalar, değerler elden kayıp gidiyor. Kimisi çürüyor, buharlaşıyor ve yok oluyor.

Yok oluyor, ama aynı zamanda, zaman yeniden doğuyor, yok oluşta var oluyor, zaman zamanı doğuruyor.

İnsan, insanı!

Her şey doğumda gizli sanki.

Bu doğanın kanunu. Zaman akıp, yeni olan her şeyi eskitecek ve insanlar yeni için hep geçmişi kurcalayacak, geçmişin peşinde koşacak ve yeniye ulaşmak için korkunç bir enerji harcayacak.

Denilir ki 'Gelecek, geçmişte saklıdır.'

Ne derece doğru bilemem. Bilinen odur ki zaman sarmalı, bir zincir halkaları gibi birbirine bağlı ve en önemlisi bir sıvı gibi akışkan.

Bu nedenle geride kalan her şey, daha bir değerli olur. Sevinçler, fotoğraflar, acılar, hatıralar, mekânlar, taşlar ve insan emeği ile nakış nakış işlenen kitabeler.

Geçmişe varmak en azından şimdi mümkün gibi görünmüyor, yaşam geleceğe akıyor durmadan. Geçmişe yolculuk ütopyası olsa da, henüz geçmişe akmak mümkün olmadı.
 

pinterest.jpg
Fotoğraf: Pinterest​​​​​​​


Kalem çizdi geçmişi, anlattı bütün ihtişamıyla, devasa taş eserler kaldı geçmişten geleceğe. Kalem, kağıda silinmez izler bırakınca, gelecek belirdi sisler içinde…

Yani her şeyin başlangıcı, kalemin kağıda düşen lekesine bağlı. Küçük bir nokta; ama bir adım gibi, bir yaydan fırlayan ok gibi devamı gelir.

Kağıda düşünce dökülünce, zaman içinde yol almaya, etrafına ışık saçmaya başlar…  

Bu nedenle kalemin ve kağıdın gücüne inanıyorum. Bütün zamanlarda bunu görüyorum, gücünü tahta kalemde hissediyorum. Elimdeki eskimiş, pörsümüş kalemde…

Kesinlikle insan duyguları kalpten parmaklara, parmaktan kaleme, kalemden kağıda akar. Kimi zaman belki taşa yazılır, kitabelere kazınır, sonsuzluğa karışır.

Tıpkı zaman gibi.

Ne engel tanır, ne de sınır.

Akar durmadan.

Sınırlamak, durmak gerekse bile kağıda akar.
 

Pixabay (5).jpg
Fotoğraf: Pixabay


Kimi zaman ise sadece zihinlere akar, daha büyük kalkışmalara hazırlanmak için. Zihinlerde demlenir ve yeniden kendini üretir.

İlginçtir ki bu üretim, kendisinin de sonunu hazırlar. Kalem makineyi çizdi, ama artık makine kalemi üretiyor. Yani makineler yaşam ortağımız artık. Ne düşünsek, ne yapsak, bütün ince hesaplarıyla kayıttalar. İstesek, istemesek.

Teknoloji kalbimizin, beynimizin bütün kıvrımlarında geziniyor kontrolsüz. 

Ama şu da var ki, duygudan yoksun makineler, bir şeyleri eksik bırakır, akan ırmağa setler yerleştirir,
soğuk ve duygusuz davranır.

Eksik kalan nedir diye sormuyorum, teknolojinin akıllı araçları bir şeyleri eksik bırakıyor, kalbi duyguları azaltıyor zamanla. 

Kalem öyle değil, kesinlikle öyle değil. Belki de tahta oluşundandır. Ne de olsa canlılık özeliğini hiçbir zaman kaybetmez tahta. Bir damla su bulsun, canlanmaya başlar.

Bir ruha ve derin duygulara sahip olur, zamana can katar.
 

flickr.jpg
Fotoğraf: Flickr


Kalem kağıtta gezinirken, sözcükler dans eder.  Ne kuytu kalır, ne de mahrem. Her şey dile gelir. Gizli sadece sözde kalır, bilinen zamana akar.

Tahta kalem, kömürün karasında ak ve pak düşünceler yazar ve karanlıkta bir kıvılcım çakar. İşte o kıvılcım koca karanlığı an içinde aydınlatır, çevreyi seçmeye yarar.
 

kursun_kalemin_tarihi_05-min.jpg
Fotoğraf: Pinterest


Yani hiçbir şey kalemin yerini alamaz. İlk tabletten bu yana değişmez kuraldır. Kalem kılıçtan keskin, sözden öte, taşlara kazınacak kadar kalıcıdır.

Bu nedenle kalemle kağıdın izdivacında bütün kelimeler iç içe erir, yek vücut olur, zamana karışır ve sonra yeniden ayrılır.

Olağanüstü bir dans gösterisi gibi.

Şimdi yeryüzü ezgilerinde, bütün sözcükler, bütün diller dansa durmakta zaman denilen sonsuz tünelde. 

Bir çobanın kavalında, bir dervişin çaldığı neyde, ya da bir devrimcinin dokunduğu gitarın tellerinde zaman, zamanı doğurmakta.

Nokta… 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU