Hariri ve Lübnan için adalet tecelli etti mi?

Sonuç itibarıyla kurbanlar için adalet sağlayabilecek bir karar verilememiş oldu

Fotoğraf: Mohamed Azakir/Reuters

15 yıl gibi uzun bir bekleyişin, yaklaşık bir milyar dolarlık bir yargılama masrafının ardından uluslararası mahkeme, Refik Hariri suikastı davasını sonuçlandırdı.

Maliyetin yüzde 49’unu Lübnan karşılayacak, yüzde 51’i ise bağışçılar tarafından taahhüt edildi. Lübnan özel mahkemesi kararında, suçlamayı bir kişiye indirdi.

Sanık Selim Cemil Ayyaş’ın oybirliği ile kendisine yönelik suçlamaların tümünde suçlu bulunduğu kaydedildi.

Mensup olduğu Hizbullah’ın suçlanmayarak sadece kendisinin suçlu bulunması, adaletin tecelli ettiği anlamına gelir mi?

Kafa karıştıran bir soru. Suçlu bulunan kişi örgüt içinde üst düzey görevde bulunuyor, yöneticiyi suçluyorsunuz; ama örgütten bahsetmiyorsunuz.

Hariri’ye yönelik suikast, bütün kıstaslarla ele alacak olursak, ne planlama, ne lojistik ne de karar açısından, bireysel bir eylem değildir.

Bir şahsın bu ölçekte bir saldırıyı, ardında büyük bir istihbarat örgütü olmaksızın gerçekleştirebilmesi mümkün değildir.

Aynı şekilde lojistik desteğe, bomba uzmanlarına, hedef belirlemeye ve tüm bunları diğer istihbarat ağlarına hissettirmeden yapmaya gereksinimi vardır ki bu da büyük bir organize anlamına gelir.


BM Güvenlik Konseyi tarafından önerilen ve soruşturmayı gerçekleştiren mahkemenin kararı, kanaatimce büyük bir hayal kırıklığı oldu.

Sanıkların tümü Hizbullah’a üyeydi, Hariri’nin öldürülmesinden en büyük faydayı sağlayacak olan da bu örgüttü, ancak mahkeme kararında Hizbullah suçlu bulunmadı.

Yargı sürecinin önündeki en büyük engel, olay yeri delillerinin karartılmış olmasıydı. Zaten Hizbullah, daha ilk günden tüm yargı sürecinde bilgi ve belge paylaşımını reddetti.

Fahiş bir maliyetin ardından, bir örgüte mensup kişi suçlanarak, Hizbullah’a işaret edilmiş ancak açıkça suçlunun o olduğu belirtilmemiş oldu.

Davanın yargıçlarından Janet Nosworthy, "İddia makamının yetersiz kanıt sunduğunu" ifade etti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Merhum başbakanın oğlu Saad Hariri, Lübnan Özel Mahkemesi'nin kararını kabul ettiğini, Hizbullah’ın ise üyelerinin karıştığı bu olay karşısında sorumluluk alması gerektiğini söyledi.

Kısasta ısrarcı olduklarını belirten Saad Hariri, kısas gerçekleşmeden durulmayacaklarını ve Hariri’nin kanı üzerinden asla pazarlık yapmayacaklarını vurguladı.

Farz edelim ki bu olay Hizbullah tarafından gerçekleştirilmemiş olsun. Yine de üst düzey bir yetkilisinin suçlu bulunması hasebiyle, ahlaki bir sorumluluk hissederek özeleştiri yapması gerekmez miydi?


Maalesef özel uluslararası mahkemelerde Arapların davaları iç açıcı sonuçlar vermedi. Libya’nın ‘Lockerbie davası’ da yıllarca sürmüş, ağır bir maliyeti olmuş ve tartışmalı bir şekilde kapanmıştı.

Yaklaşık üç yüz kişinin hayatını kaybettiği sabotajdan suçlanan Libya vatandaşı için yeterli kanıt bulunmamış, şüpheler İran’ı işaret etmesine rağmen, kanıt yetersizliğinden dolayı mesele kapanmıştı.

Mahkemenin ve yargıçların dürüstlüğü ve inanılırlığı konusunda bir şüphem yok.

Ancak soruşturma mekanizması, olay yerinde delillerin karartılmış olması, başta Hizbullah olmak üzere tarafların çoğunun mahkemeyle işbirliği yapmaması, yargılamanın bu kadar uzun sürmesine neden oldu.

Sonuç itibarıyla da kurbanlar için adalet sağlayabilecek bir karar verilememiş oldu.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU