Modern devlet anlayışının düşünsel arka planı

Ömer Ömeri Independent Türkçe için yazdı

Leviathan / Görsel: Wikipedia

Muhterem Okur,

Bu haftaki yazımızda modern devlet anlayışını ve onun arka planını çok kısa bir özet şeklinde irdelemeye çalıştık. Maksadımız herhangi bir düşünürün fikrini savunmak ya da örneklik olarak almak değil anlamaya çalışmaktır. 


Yeryüzünün herhangi bir coğrafyasında siyasal, toplumsal ya da ekonomik anlamda bir yaşanmışlık, menfi ya da müspet olsun, bütün dünya insanlarının bu gününü mutlak şekilde etkiler; yarınının da inşasına olumlu ya da olumsuz bir etkisi olur.

Herhangi bir arka plan referanslarımızla, tarihsel yaşanmışlıkları ret ya da kabul anlayışının akli ve vicdani olmadığını düşündüğümüzü ifade ediyoruz.

Nasip olursa, önümüzdeki haftalarda, insanlar devletin varlığına hangi ihtiyaçtan ötürü sahip olunması gerektiğine karar verdiler konusunu incelemeye devam edeceğiz.


Modern devlet anlayışı, 15'inci ve 16'ncı yüzyıllarda ortaya çıkmış ve günümüze kadar gelmiştir. Modern devletleri geleneksel devletlerden ayıran en önemli özellik, onun sahip olduğu egemenlik ve meşruiyet anlayışıdır. 

Modern öncesi dönemde devlet iktidarının “tanrı” kaynaklı olduğuna ve bütün iktidarların tanrıdan geldiğine inanılıyordu. Bu dönemde siyasal iktidarın/devletin meşruiyeti de dinsel, mitolojik ve geleneksel kaynaklara dayanıyordu.

Modern devlet anlayışına geçişle birlikte, devlet iktidarının toplum kaynaklı olduğu ve meşruiyetinin de toplumda aranması gerektiği fikri işlenmeye başlanmıştır.

Böylelikle siyasal iktidarın kaynağı dünyevileşmiş ve meşruiyeti de rasyonel esaslar üzerine oturtulmuştur.


Yeniçağ ile birlikte, geleneksel devlet anlayışından modern devlet anlayışına geçiş, Avrupa’nın bu dönemde yaşadığı dönüşümden bağımsız olarak değerlendirilecek bir olgu değildir.

Bu açıdan düşünüldüğünde, modern devlet anlayışı, belirli bir tarihi süreçte yaşanan ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Modern devlet anlayışı, Avrupa’nın bu dönemde yaşadığı felsefi dönüşümün de bir sonucudur. Modern devlet anlayışının düşünsel temelleri, bu felsefi dönüşüm sırasında atılmıştır.

Modern devlet kuramı, bu dönemde yaşayan, Niccolo Machiavelli, Jean Bodin, Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau ve Emmanuel Sieyés gibi düşünürlerin katkılarıyla oluşmuştur.


15'inci ve 16'ncı yüzyıllarda ortaya çıkan ve günümüze kadar gelen modern devletlerin gelişim süreci, iki döneme ayrılarak incelenmektedir.

Ortaçağın sonlarında, burjuvazinin desteğini arkasına alan kralların; kilise ve feodalitenin tasfiye edilmesi sonucu tek, mutlak ve bölünmez iktidar sahibi olarak tarih sahnesine çıkmaları modern devlet anlayışının ilk aşamasıdır.

Bu aşama, Avrupa’da mutlak monarşilerin hâkim olduğu bir dönemi ifade etmektedir.

Niccolo Machiavelli, Jean Bodin ve Thomas Hobbes modern devlet teorisinin kurucuları olarak kabul edilmektedir.

Bu üç düşünürün ortak yanı, siyasal iktidara/devlete dünyevi/laik bir temel oluşturmaları ve bunu mutlak monarşiler bağlamında savunmalarıdır.

Bu üç düşünürden önce devlet iktidarının tanrı kaynaklı olduğuna ve bütün iktidarların tanrıdan geldiğine inanılıyordu.

Machiavelli, Bodin ve Hobbes’un teorileriyle birlikte, devlet iktidarının toplum kaynaklı olduğu ve meşruiyetinin de toplumda aranması gerektiği fikri işlenmeye başlamıştır.

Bu süreç ilk olarak Machiavelli’nin tanrısallıktan arınmış laik/dünyevi bir siyasal iktidar/devlet kurgusuyla başlamıştır.

Ardından Bodin egemenlik kavramını ortaya atmış ve onun niteliklerini (mutlak, bölünmez, devredilemez, sürekli) ortaya koymuştur.

Hobbes’ta “Toplum Sözleşmesi” kuramını geliştirerek, modern devlet düşüncesinin yetkinleşmesini sağlamıştır.


Mutlak monarşiler, on altı ve on yedinci yüzyıllarda feodal düzenin siyasal birimlerini ortadan kaldırdığına göre; artık tarihi görevini tamamlamış demekti.

Aydınlanma döneminin laik ve akılcı doktrini ile yetişen düşünürleri de temel hak ve özgürlükleri, serbest piyasa ekonomisini, kuvvetler ayrılığını, devletin sınırlandırılmasını, parlamenter demokrasiyi, anayasacılığı, egemenliğin kaynağının halk/ulus olduğunu savunarak yeni bir siyaset kuramı oluşturdular. 

Bu düşünürlerden ilki John Locke’dur. Locke, doğal haklar teorisini, serbest piyasa ekonomisini, kuvvetler ayrılığını, devletin sınırlandırılmasını, toplum sözleşmesini ve direnme hakkını savunarak mutlakıyetçi görüşlere en ağır darbeyi indirmiştir.

Ardından Rousseau, “Sosyal Sözleşme” kuramında, egemenliğin kaynağını halka (vatandaşlar kitlesine) dayandırarak; (halk egemenliği teorisini savunarak) devletin meşruiyetini demokratik temeller üzerine oturtmuştur.

Temsil sisteminin halk egemenliği anlayışına uygun düşmediğini savunarak; egemenliğin bizzat yurttaşlar tarafından kullanılması gerektiğini belirtmiştir.


Sieyés’in modern devlet anlayışı açısından en önemli katkısı ise, “millet” kavramı ve “temsil” anlayışıdır.

O, milleti kendisini oluşturan kişilerden ve onların iradelerinden ayrı; kendisine özgü bir kişiliği ve iradesi olan soyut bir bütün olarak ele almıştır.

Sieyés, egemenliğin kaynağı olarak da bu soyut bütünü (milleti) göstermiştir. Bu şekilde, Sieyés “milli egemenlik” teorisini oluşturmuştur.

Sieyés, egemenliğin ancak millet adına hareket eden temsilciler vasıtasıyla kullanılabileceğini belirterek temsil mekanizmasını ortaya çıkarmıştır.


Avrupa’da mutlak monarşiler dönemi, 1789 Fransız Devrimi’ne kadar devam etmiştir. 1789 Fransız Devrimi’nden günümüze kadar geçen süreç, modern devlet anlayışının ikinci aşamasıdır.

Bu aşamada krala ait olan egemenlik, ondan alınarak topluma verilmiş, böylelikle egemenliğin demokratik niteliği ortaya çıkmıştır. 

Ayrıca, egemenin kullanabileceği yetkilerin sınırsız olarak değil de; belirli sınırlar dâhilinde kullanılabileceği biçiminde gelişmeler yaşanınca, mutlak egemenlikten farklı, sınırlı bir egemenlik anlayışı ortaya çıkmıştır.

Egemenliğin sınırlandırıldığı ve demokratik niteliklere kavuşturulduğu bu dönemin siyasal iktidar tipi, ulus devlettir.


Vesselam.

 

 

Kaynakça:

  • Aydınlı, H.İ. – Ayhan V. (2004). “Egemenlik Kavramının Tarihsel Gelişimi Perspektifinden İktidarın Sınırlandırılması Tartışması”. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:5, Sayı:1.
  • Ebenstein, W. (2001). Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri (Çev: İsmet Özel). İstanbul: Şule Yayınları.
  • Gül, F. (2003/1). “Jean – Jacques Rousseau’nun Egemenlik Anlayışı”. Felsefe Dünyası, Sayı:37.
  • Gülsoy, M.T. (2000). “John Locke’un Siyaset Teorisinin Temel Kavramları ve Yasama -Gücü”. Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C.IV, Sy. 1-2.
  • Güriz, A. (1955). “Hobbes, Şahsiyeti ve Siyasi Fikirleri”. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:12, Sayı:1-2.
  • Hobbes, T. (2001). Leviathan (Çev: Semih Lim). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
  • Locke, J. (1947). Two Treatises of Government. (Ed. Thomas I. Cook). New York: Hafner Press Company.
  • Machiavelli, (1992). Hükümdar (Çev. Selahattin Bağdatlı). Ankara: Sosyal Yayınlar.
  • Rousseau, J.J. (2010). İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı. (Çev: Rasih Nuri İleri). İstanbul: Say Yayınları.
  • Rousseau, J.J. (2011). Toplum Sözleşmesi. (Çev: Vedat Günyol). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
  • Thomson, D. (2002). Siyasi Düşünce Tarihi. (Çev: Serdar Taşçı). İstanbul: Metropol Yayınları.


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU