Üreticiler ve uzmanlar agroekoloji ile ticarileşmenin arka planını anlattı: Organik tarım ama nasıl?

Üretim arazisinin seçiminden tüketiciye satılacağı alana kadar her aşamasında, hem ekolojik duyarlılığı barındıran hem de bir pazar haline gelen organik tarım alanının, farklı yönlerini ve sorunlarını konunun uzmanları Independent Türkçe'ye anlattı

Fotoğraf: Pinterest

Tarım kimyasallarının çevre, ekoloji ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin görülmeye başlaması ve tüketicilerin daha sağlıklı besinler tüketme talepleri, organik tarıma olan ilgiyi her geçen gün artırıyor.

Organik tarıma artan ilginin sebebi nedir? Neden organik tarım tercih ediliyor?

Organik tarımın tüm toplumun ihtiyacını karşılayamayacağı, endüstriyel tarıma muhtaç olduğumuz doğru mu?

Organik tarımın amacından saptırılarak istismar mı ediliyor?

Organik tarım endüstrileşti mi? Agroekoloji veya ekolojik ile organik tarım aynı şey mi?

Korunun uzmanları organik tarım alanının farklı yönlerini sorgulayan bu soruları cevapladı. 

"Ekolojik ürünlerin besin içeriklerinin konvansiyonel ürünlerden daha fazla"

Bursa Nilüfer Belediyesi Çevre ve Kırsal Alan Koordinatörü Arca Atay, dünya ölçeğinde endüstrileşme sürecinin tarıma da yansıdığı 1970'li yıllardan itibaren kullanılan, 1980'lerde tavan yapan kimyasalların yoğunluğu ve bu tarım kimyasallarının çevre, ekoloji ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin görülmeye başlaması karşısında tüketicilerin daha sağlıklı besinler tüketme taleplerinin, organik tarıma olan ilginin artmasına neden olduğu görüşünde.

"Organik - ekolojik ürünlerin sağlıklı oluşu, içermedikleri tarım kimyasalı kalıntıları yanı sıra besin değerlerinin yüksek oluşuna da dayanır" diyen Atay, "Yapılan bilimsel çalışmalar ekolojik ürünlerin besin içeriklerinin konvansiyonel ürünlerden daha fazla olduğunu kanıtlamaktadır. Bunun yanısıra endüstriyel tarım girdilerinin üretim ve kullanımının Küresel İklim Değişikliğini tetikleyici unsurlar olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla organik - ekolojik tarım, karbon salınımını azaltıcı ve iklim değişikliğiyle mücadelede en etkin tarım sistemidir" dedi.
 

Arca Atay Nilüfer'de tarım.jpg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Bursa'nın ilk ve tek Türkiye'nin ikinci organik ürün pazarı

Ziraat Yüksek Mühendisi olan ve tarım - gıda endüstrisinde uzun yıllar çalışan Atay, Bursa’da gerçekleştirdikleri organik - ekolojik tarım faliyetlerinin hikayesini şöyle anlattı:

Nilüfer Belediyesi, organik - ekolojik tarım ve onun ürünlerine verdiği önem çerçevesinde şu an başkanlığını yaptığım Ekoder-Ekolojik Yaşam Derneği'nin de katkılarıyla 2006 yılında Bursa'nın ilk ve tek Türkiye'nin ikinci organik ürün pazarını açtı.

Ekoder, 2007'den itibaren biyolojik çeşitlilik ve yerel tohumlara verdiği önem doğrultusunda Nilüfer Belediyesi’nin katkıları ve Nilüfer Kent Konseyi birlikteliğiyle kurduğu EKOBAHÇE’de bu tohumların deneme ve üretimlerine başladı.

Nilüfer Belediyesi ve Nilüfer Kent konseyi her 10 Aralık’ta Toprak Ana Günü, yılın hasat dönemlerinde enginar, incir, şeftali, biber ve zeytin festivalleri, her sonbahar mevsiminde yerel lezzetler şenlikleri, her nisan ayında tohum takas etkinlikleri düzenliyor.


Nilüfer Kent Bostanları adını verdikleri, ekolojik tarım koşullarında çeşit denemelerinin yapıldığı ve yerel tohumların üretildiği bir mekanın hayata geçirildiğini söyleyen Atay, "Ekoder ile başlayan yerel tohum mücadelesi, tohum toplama, saklama, çoğaltma ve dağıtım işlemleri Nilüfer Belediyesi'nin bu konuya olan duyarlılığı ve verdiği destek ile kurumsal anlamda bir Tohum Kütüphanesi’ne dönüşmüştü. Şu an kütüphanemiz adet ve miktar olarak Türkiye’nin hiçbir belediyesinde olmayan bir biyolojik çeşit zenginliğine sahip" diye konuştu.

2018 Mayıs ayında kurulan ve Nilüfer Belediyesi'nin de ortağı olduğu Nilüfer Tarımsal Kalkınma Kooperatifi'nin (NİLKOOP) bu görevin bir bölümünü üstlendiğini belirten Atay, kullanılmayan belediye arazilerinde ekolojik tarım koşullarında buğday üretimine başlandığı bilgisini paylaştı.
 

Arca Atay.jpg
Bursa Nilüfer Belediyesi Çevre ve Kırsal Alan Koordinatörü Arca Atay / Fotoğraf: Independent Türkçe


Temmuz hasatıyla birlikte sentetik kimyasallar kullanılmadan üretilen buğdayın tam buğday ununa dönüştürülerek NİLKOOP satış noktalarında halkla buluşturulacağını da belirten Atay, Nilüfer'de kurulu 34 kadın derneğinin çeşitli ürünlerinin (reçel, pekmez, sos, salça, turşu, erişte, kuskus) NİLKOOP tarafından üretim ve pazarlamasının gerçekleştirleceğini söyledi.

Çiftçiye alternatif tarım ürünleri sunulması anlamında Nilüfer Kent Bostanları'nda çeşitli Tıbbi aromatik bitkiler denenmekte ve demonstrasyon amaçlı, 20 dönümlük belediye arazisinde, lavanta dikimi gerçekleştirildiğini ifade eden Atay, "Nilüfer Belediyesi’nin Konaklı kırsal mahallesinde başta Tıbbi Aromatik Bitkiler Merkezi'nin olacağı, kurutma, yağ çıkartma işlemlerinin yapılacağı bir tesis başta olmak üzere EKOÇİFTLİK projesi var. Proje kapsamında çeşitli ürünler ekilerek tarımsal faaliyet başlatıldı" ifadelerini kullandı.
 

organik tarım 3.jpg
Fotoğraf: Pinterest


"Çevre, ekoloji ve sağlık problemi ne olursa olsun satışlarından kar etsinler diye organik tarımı kötülerler"

Nilüfer'de şu anda mevcut olan semt pazarlarının yanısıra 4 adet olan köylü-üretici pazarının sayısının arttırılması da planlandığını söyleyen Atay, küçük çiftçilerden oluşan fenni gübre ya da tarım kimyasalından nispeten uzak olan bu üreticilerin ürünlerinin, AVM ya da konvansiyonel pazarlardaki üzerinde pestisit kalıntısı olma ihtimali olan ürünlerden daha sağlıklı olduğunu belirtti. 

Atay, "Böylece kentlinin sağlıklı gıdaya ulaşması yolunda küçük de olsa bir adım atılmış oldu" diye konuştu.
 


Organik tarımın toplumun ihtiyacını karşılayamayacağı, endüstriyel tarıma muhtaç olduğumuz iddialarına yanıt veren Atay, "Bu yalan, endüstriyel tarım ve onunla beslenen gıda endüstrisi tarafında yıllardır dile getirilmektedir. Utanmadan ve sıkılmadan bu yalanı tekrarlayan tohum, zirai ilaç, GDO’lu tohum şirketleri ve gıda tekelleri sattıkları ürünler artsın, çevre, ekoloji ve sağlık problemi ne olursa olsun satışlarından kar etsinler diye organik/ekolojik tarımı, doğal tarımı, sürdürülebilir tarımı kötülerler" dedi.

Organik tarımın amacından saparak istismar edildiği tartışmasına da değinen Atay, "İstismar ve hile her iş ve her konuda olduğu gibi bunda da vardır" diyerek görüşlerini şöyle ifade etti:

Birincisi, organik olarak üreten üreticiden aldığı ürünü fahiş fiyatlarla marketlerde pazarlayan şirketler, hem ‘organik ürün pahalıdır’ savını destekleyen eylemde bulunmaktalar hem de üreticinin malını ucuza kapatarak üreticiyi desteklemek yerine yok olmasına neden olmaktalar.

İkincisi, denetimin yetersiz olduğu yerlerde (örneğin pazarlarda) organik ürün yanı sıra sertifikasız ürün de satabilmekteler. Evet bunlar yakalandığında para ya da pazardan men cezası alıyorlar ama yakalanmadıkları sürece bu eylemlerine devam edebiliyorlar, tüketiciyi aldatıyorlar.


Yakalandıklarında da pazarın prestijini zedeliyorlar, sektöre zarar vermek isteyen sektörü karalamak isteyenlere de zemin hazırlamış oluyorlar. 


Atay, "Devlet (yani tarım bakanlığı) organik ürünlerin kontrol ve sertifikasyon işini şirketlere vermiştir. Kontrol ve sertifikasyon şirketleri ile de zaman zaman usülsüzlük iddiaları olmakta yani sektör içinde üreticisinden pazarlamacısına, bakanlığın kontrol mekanizmasının yanlış ya da yavaşlığından sertifikasyon şirketlerine kadar bir çok alanda çeşitli şaibeler dönmektedir" şekilinde konuştu. 
 

organik tarım 2.jpg
Fotoğraf: Pixabay


Atay, kendisine son olarak yönettiğimiz, "Organik tarım endüstrileşti mi?" sorusunu şöyle yanıtladı:

Özellikle işin felsefesinden ve gerçek amacından saptırılan bu sektör de endüstrileşmeye başladı. Amerika ya da Avrupa’da bir çok büyük tarım ve gıda firması tüketicilerde artan sağlıklı gıda tüketme bilincinin artışıyla bu talebe uygun ürün üretmeye/ürettirmeye başladılar. İsmini vermeyeceğim bizdeki bazı büyük şirketlerin de bunlardan bir farkı yok.


"Tarımda gerçek dönüşümü sağlayacak olan sistem, agroekolojik tarımdır"

Kuşadası Kirazlı Köyü'nde çiftçilik yapan Nihat Fırat ise, “Tarımda gerçek dönüşümü sağlayacak olan sistem, organik tarımı da içeren agroekolojik tarımdır” dedi.

Doğduğu, büyüdüğü köyde çiftçilik yapmaya devam eden Fırat, tarımdaki dönüşümü ve alternatifleri kendi köyünden yola çıkarak şöyle anlattı:

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım Kuşadası'na bağlı Kirazlı Köyü'nde geçti. 1960'lı ve 1970’li yıllara kadar köyde bugün adına agroekoloji dediğimiz bir tarım sistemi ve yaşam biçimi hakimdi.

Her evde bir at, bir eşek, bir inek, üç beş koyun ya da keçi ve 20-25 tavuk bulunurdu. Köylüler kendi temel gereksinimlerini karşıladıktan sonra, fazlasını da yakın pazarlarda satarak ek gelir sağlarlardı.


"Tarlanın otuyla hayvanı, hayvanın gübresiyle de tarlayı beslerlerdi"

Bitkisel üretim ile hayvansal üretimin bir arada yapıldığını ve tarımsal girdi maliyetinin o zamanlarda yok denecek kadar az olduğunu belirten Fırat, "Tarlanın otuyla hayvanı, hayvanın gübresiyle de tarlayı beslerlerdi. Köylüler, kendi yerel tohumlarını kullanırdı. Ailenin bütün bireyleri yediden yetmişe, bir şekilde üretime katılırlardı. Gerçek anlamda bir küçük aile tarımı hakimdi" diye konuştu.
 

Nihat Fırat.jpg
Nihat Fırat / Fotoğraf: Independent Türkçe


Çocukluk yıllarında, modern tarım araçları olmadığını hatırltan Fırat, sözlerine şöyle devam etti:

Çapa, kürek , orak, kosa, dirgen, yaba karasaban, düven vb. ilkel tarım araçları ile tarım yapılmasına rağmen, köylüler çocukları için ev dam yapabiliyor, üç gün üç gece süren yemeli içmeli düğünlerle çocuklarını evlendirirlerdi. Būtün bunları yaparken bir karış toprak satmak durumunda kalmamışlardı.


"Bitkisel üretimle hayvansal üretim birbirinden ayrıldı"

70'li yılların sonlarına doğru şirketlerin denetiminde olan hibrit tohumlarla birlikte, kimyasal gübre ve tarım ilaçlarının da köye girmeye başladığını söyleyen Fırat, yaşadıkları dönüşümü şu sözlerle anlattı:

Toprağı işlemek için traktör ve pek çok ekipmanla çoklu üretimden mono kültür üretime geçilmesiyle birlikte köyde endüstriyel tarım sistemi egemen hale geldi. Bitkisel üretimle hayvansal üretim birbirinden ayrıldı. Artık köylüler daha ön  celeri kendi gereksinimlerini karşıladıktan sonra, fazlasını sattıkları yumurta, süt, yoğurt, peynir ve ekmek gibi temel gıda maddelerini köyün bakkalından satın almaya başladılar.


Fırat ayrıca, tarımsal girdi maliyetlerinin gittikçe artmaya, gelirlerinin ise azalmaya başladığını; artık üç gün üç gece düğün yapamadıklarını ve çocuklarına ev dam yapmak için tarla satmak zorunda kalmaya başladıklarını söyledi.

 Fırat, "Genç nüfus Kuşadası'nda iş bulup köyden kaçmaya başladı. Genç ve yaşlı nüfus üretimden koptu. Tarım orta yaş grubuna kaldı. Köydeki kültürel ve sosyal yaşam da değişti.  Ayrıca, yoğun tarım zehiri kullanmaktan, köydeki kanser vakaların da da büyük bir artış gözlenmeye başlandı" dedi.

Endüstriyel tarımın yolaçtığı bu olumsuzlukların önüne geçebilmek amacıyla köydeki 10 lider çiftçiyle birlikte yerel tohum kullanarak organik tarım yapmaya basladıklarını ifade eden Fırat, "Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği adında bir dernek kurarak bu dernek üzerinden bioçeşitliliğin geliştirilmesi ve yerel türlere ekonomik değer kazandırmak için bir eko-köy projesi geliştirdik. Genç nüfusu köyde tutabilmek amacıyla kadim bilgilerin kuşaktan kuşağa aktarılması için yaşlı kuşak, orta yaş kuşak ve genç kuşaklar arasında bilgi ve deneyim akışını sağlamaya çalıştık" şeklinde sözlerini sürdürdü.
 

pixabay3.jpg
Fotoğraf: Pixabay​​​​​​​


İhracat ve İstanbul organik pazarlarına ürün verebilmek için sertifikalı organik tarım yapmak durumunda olduklarını söyleyen Fırat, yaşadıkları deneyimi şu sözlerle paylaştı:

Organik tarım kimyasal gübre ve kimyasal tarım ilacı kullanmadan, onların yerine biyolojik ilaçların kullanılmasından ibaret bir tarım modeliydi.

Yaklaşık 50 çiftçiyle 5 yıl kadar bir organik tarım deneyimimiz oldu. Pazar ilişkilerinde yaşadığımız bazı sorunlardan dolayı bazı köylüler organik tarım yapmayı bırakıp tekrar endüstriyel tarıma döndüler.

Organik tarım kendi başına endüstriyel tarımı ve onun sağladığı yaşam biçimini dönüştürmek için yeterli olmadığını gördük. Büyük şirketler de pazarda yer tutmaya yönelik olarak organik tarım yapıyorlar.

Konvansiyonel tarım için kimyasal gübre ve ilaç üreten şirketler, aynı zamanda organik tarım için de biyolojik ilaçlar üretiyor. Bu model, tarımda ciddi dönüşüm sağlamaktan uzak görünüyor.


Tarımda gerçek dönüşümü sağlayacak olan sistemin organik tarımı da içeren agroekolojik tarım olduğunu savunan Fırat, “Agroekoloji sadece bir tarımsal model değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Bu nedenle köyde başka bir tarımın mümkün olduğunu gösterebilmek amacıyla agroekolojik tarımı deniyorum. Bitkisel üretimle hayvansal üretimi  bir arada yürüterek, ev yapımı doğal ilaçları üreterek girdi maliyetlerini asgariye düşürüp karlılığın artırılabileceğini ispatlamaya çalışıyorum” dedi.

Ayrıca Fırat, emek yoğun üretimin kıymetini bilen tüketici grupları ile buluşmaya çalıştığını söyledi:

Üreticiden tüketiciye doğrudan ilişkinin ve güvenin kurulabileceği yöntemler deniyoruz. Köylünün tekrar kendi ekmeğini, sütünü, yoğurdunu, peynirini, yumurtasını üretebileceği; yerelde üretip yerelde tüketebileceği, doğayla barışık, kendini yenileyebilen, asgari enerji tüketimini hedefleyen, tarımsal teknolojiyi reddetmeden onu doğru kullanabilen başka bir tarımın mümkün olduğunu agroekolojiyle gösterebiliriz.


Organik tarım ve iyi tarım uygulamaları nasıl denetleniyor; sertifikasyon süreçleri nasıl işliyor?

İyi Tarım Uygulamaları ve Organik Tarım Mevzuatları uyarınca sürdürülen tarımsal faaliyetlerin sertifikasyon ve denetim süreçlerini, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yetkilendirmesiyle Türkiye’nin farklı bölgelerinde yetkilendirilmiş Bakanlık yetkilendirmesiyle denetim kuruluşlarında çalışan denetçilerden dinledik.

İyi tarım veya organik tarım yapmak isteyen çiftçiler veya daha büyük miktarlarda üretim yapan şirketler organik tarım veya iyi tarım uygulamaları sertifikası almak için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nca yetkilendirilmiş kuruluşlara başvuruyorlar ve gerçekleştirilen denetimlerden başarıyla geçmeleri halinde İyi Tarım Ürünü Sertifikası ile belgelendiriliyorlar.

Türkiye’de 30’a yakın aktif çalışan belgelendirme kuruluşu var. Bu kuruluşlar da her yıl denetimden geçiyor, başarılı bulunmazlarsa akreditasyonları askıya alınıyor. 

Üreticilerin sertifika almak için denetime girmek durumunda oldukları sistem nasıl ilerliyor? 

Çiftçi veya firma sertifika almak istediğini bir başvuru formu ve sözleşme imzalayarak belirtmiş oluyor.

Bu belgelerde nerede kaç dekar arazileri olduğu, hangi ürün üretimini yapacakları gibi bilgileri beyan ediyorlar.

Bu beyanın ardından denetçi kuruluş üreticiye ne zaman denetime geleceğini bildiriyor ve üretici de kabul ettikten sonra belirtilen tarihte denetime gidiliyor. 

Önce dokümantasyon denetimi gerçekleştiriliyor

Süreç, hem dokümantasyon hem de saha kontrolünün aynı gün içerisinde yapıldığı denetim ile devam ediyor. 

Dokümantasyon denetiminde standartlara uyulup uyumadığı hijyen formlarından sevkiyat fonlarına, ekim dikim formlarıdan fidan varsa fidanların nereden alındığı, sertifikaları, işletme belgesi vergi levhası gibi belgelere kadar çeşitli dökümanlar kontrol ediliyor.

Bu kontrollerin her yıl tekrarlanması gerekiyor.

İkinci aşamada saha denetimi gerçekleştiriliyor

Ardından ise sahaya çıkılarak saha denetimi gerçekleştiriliyor.

Örneğin organik tarımı yapılıyorsa çevrede herhangi bir ilaç veya ilaç ambalajının olmaması gerekiyor.

Kullanılan gübrelerin kimyasal bazı olup olmadığı kontrol ediliyor. Örnekleme yöntemiyle numune alımı gerçekleştiriliyor.

Numuneleri alırken üç örnek olarak alınıyor; bir örnek laboratuvara göndermek üzere, bir örnek üreticiye, bir örnek da denetçi kuruluşta saklanmak üzere alınıyor.

Aynı gün içerisinde yetkili olan anlaşmalı laboratuvarlara gönderilerek testleri yaptırılıyor.

Laboratuvar örneklerini temiz olduğunu raporlandıktan sonra sahadaki eksiklikler de verilen 28 gün içerisinde tamamlandığı takdirde sertifika veriliyor.

O zaman organik sertifikalı ürün olmuş oluyor ve ürün organik olarak satılabiliyor. 

Sertifikaların hepsi birer yıl geçerli oluyor. Dolayısıyla denetim bir hasat görmek zorunda.

Denetim döneminde hasat görülmezse zaten sertifika verilemez çünkü örnekleri gönderilecek ürünün hasatta olması gerekiyor.

Organik tarımda da yıllık denetimler oluyor fakat organik tarım yapılabilmesi için geçiş evreleri var. 

Bir ürünün organik sertifikası alabilmesi için dört yıl geçmesi gerekiyor.

Birinci geçiş, ikinci geçiş, üçüncü geçiş ki bu yıla yarı organik deniyor.

Dördüncü yılda de artık denetimde herhangi bir sorun çıkmazsa organik sertifikası alabiliyor.

Türkiye’deki bütün organik tarım ve iyi tarım uygulamaları sertifikalandırma süreçleri bu şekilde işliyor. Bu süreç yönetmeliklerle düzenlenmiş durumda. 

Uzmanlar, bu denetim sürecinin her aşamasından ciddi sorunların ortaya çıktığını ve organik tarım ya da iyi tarım uygulaması ile üretildiği iddia edilen ürünlerin çoğunun aslında bu standartlara uymayabildiğini belirtiyorlar.

Denetim süreçlerinde yaşanan sorunların denetimin başında dokümantasyon evresinde yaşanmaya başladığını belirten uzmanlar, projenin takip edilmesini sağlamak amacıyla oluşturulan dokümanların yeterli olmadığı saptadıklarını ifade ediyorlar.

Sahada neredeyse hiçbir zaman tam bir örnekle karşılaşamadıklarını söyleyen denetçiler, “gerekleri yerine getirdiklerinde verimlerini düşeceği, para kazanamayacakları gibi konuları öne süren üreticiler, şartları yerine getiremeyeceklerini ifade ediyorlar” diyor.


"Patron bize, 'Tamam, sen ver sertifikayı, onlar eksiklerini kapatırlar' diyor"

Denetçiler, alandaki denetim sistemi hakkında şunları paylaşıyor:

Bizim en büyük sorunumuz özel sektöre bağlı olarak çalışıyor oluşumuz. Bizi sadece bakanlık atıyor ama biz özel bir şirkette bir patronun altında ve onun isteklerine göre çalışıyoruz, çalışmak durumundayız.

Biz bir üreticiye sertifikayı verip vermeyeceğimizi karar verirken patronumuza danışmak zorundayız. Çünkü patronumuz oradan para kazanmak istiyorsa, normalde bizim hayır dediğimiz şeylere eğer çok büyük bir sıkıntı yani patronu da riske atacak bir sıkıntı yoksa evet demek durumunda kalabiliyoruz. Patron bize, 'Tamam, sen ver sertifikayı, onlar eksiklerini kapatırlar' diyor.


"Organik diye üretilen ürünlerin yüzde 707i organik değildir"

“Dolayısıyla bu denetim faaliyetlerinin devlet tarafından yerine getirmesi gerekiyor yine denetçiler bir şirkete bağlı olabilirler ama en azından bu sertifikaların onayları ilçe tarım müdürlükleri il tarım müdürlüklerinden çıksın devletin kontrolünde denetiminde olsun.

Denetim sırasında kesinlikle kullanılması yasak olan ot ilacının kullanıldığını fark ediyoruz bizden saklamaya çalışıyorlar ama bir şekilde tabii ki fark ediyoruz ya da çapraz bulaşık önleyici önlemler alması gerekiyor ama alınmamış üretimi yapılan üründe kullanılmasına izin olmayan ilaçlar kullanılıyor bunun gibi pek çok uygunsuzluk gözlemliyoruz saha denetimlerinde.

Denetimde bize vermek üzere piyasadan organik üretim ürün çekiyorlar, başkasının ürettiği ve başkasının deposunda bulunan ürünleri kendisi üretmiş gibi numune olarak bize sunmaya kalkıyorlar

Burada bizim yaptığımız denetimlerin amacı gerçekten organik mi değil mi ya da gerçekten iyi tarım uygulaması ile üretilen bir ürün mü değil mi, bunu ortaya çıkarmak. Ama şunu söyleyebiliriz ki 100 üzerinden bir değerlendirme yaparsak organik diye üretilen ürünlerin %70’i organik değildir tahminde bulunabiliriz, yalnızca yüzde 30 gibi bir oranı organik çıkacaktır."
 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU