‘Yaratıcı kudret’in hayata müdahalesi: Koronavirüs

Ömer Ömeri Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pixabay

Değerli arkadaşım, dostum Murat Kızılırmak’a ithafen.


Muhterem Okuyucu,

Adalet ve zulüm ikilemi konulu yazı dizisine, bir hafta sonra nasip olursa yazmak üzere bir tık ara veriyorum.  

Mazeretim; güncel. Maruz görülmeyi umuyorum.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ateist olduğunu söyleyen/sanan bir tanığım ile olan konuşmamızda şöyle bir soru sormuştu:

Bildiğimiz güneş sisteminin milyarlarca kat büyüklüğünde sistemler var. Her sistemde milyarlarca yıldız, her yıldız arası mesafe, son bilimsel verilere göre milyarca ışık yılı. Bu büyüklüklerle mukayese dahi kabul etmeyen bir de insan zerreciği. Bu kadar küçük, hatta yok hükmündeki varlıkla, insanla Tanrı ne diye uğraşsın ki? Neden Tanrı’nın gündemine giriyor ki bu zerrecik varlık? Bu kadar muazzam sistemle uğraşmak varken…


Bendeniz de ona söyle bir cevap vermiştim. Biraz bilgi, ama daha çok inançla beslenen…

Sorularına açıklama ve dayanak olarak sunduğun bilimsel verilerin doğruluğuna ben de kanaat getirmekteyim. Lakin zannımca, gözardı ettiğin bir husus var ki o da, bilimselliğinin doğrulanabilir-yanlışlanabilirliği mümkündür. Benim söyleceklerim ise imandır. Doğrulanabilirliği ile yanlışlanabilirliği mümkün değildir. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin dediği gibi; 'Her şeyin akla uygun olması düpedüz çılgınlıktır.' Çünkü bilim 'neden'le, inanç 'niçin'le oluşur. Dolayısıyla 'neden'i bilmek 'niçin'i bilmek anlamına gelmez. 

Yağmurun neden yağdığını biliriz; ama niçin yağdığını bilmeyiz. Nedeni ve nasılı kıymetli arkadaşıma bırakıp, niçini arz edeyim müsaadenle.

Verilerle  arz ettiğin büyüklükler bizim nazarımızda bir kıymete sahip. Tanrı’nın azameti karşısında bu büyüklüklerin tek  değeri insanın emrine verilmek üzere yaratılmış olmaları.  İnsan ise, hattı zatında bahsettiğin durumdan çok daha muazzam  mesafeleri, büyüklükleri barındıran, farklı bir alem/evren. Adeta bahsettiğin evrenleri de içinde barındıran bir model.

En kıymetlisi ise, bütün bu saydığın büyüklerin yaratıcısını da kalbine misafir eden/edebilen tek varlık. Ama en değerli olanı ise, bahsettiğin o bütün evren ve insan dışında içinde barındırdıklarının tamamına tayin edilmiş ve adına sünnetullah dediğimiz bir kader/miktar davranış/kabiliyet tayin edilmiştir.

Onlar, kendilerine tayin edilen bu kadere razı/uygun davranarak görevlerini tam/eksiksiz ifa ederler. Bu kadere muhalefet ve itiraz etmeksizin. Bir sorun çıkarmaksızın. 

Lakin, bir kader/hikmet mucibince sorun çıkaran tek varlık insan.

İşte problem çıkaran bu varlık, zaman zaman tanrılaşmaya/tanrıdan rol çalmaya kalkıştığında, haddi/sınırı bildirilsin diye bir takım tanrısal müdahalelerle karşılaşmış ve karşılaşmaya devam edeceği de bir hakikattır. 


Mucizeler, Tanrı elçilerine, onları desteklesin diye verilmiş gibi görünse de aslında, anlamı itibarıyla acziyeti ifade eden bu olağan üstülükler, elçilere muhatap olanların aczini/zayıflığını göstermek ve ibret olsun/alınsın diye verilmiş bir tür tanrısal ikramdır.

İçinde, “Senden mucize isterler. Onlara göstersen de göstermesen de onlar inanmaz/güvenmezler” hakikatını/hikmeti  barındıran bir tanrısal ikram.   

Bu anlayış ve iman üzere, içinde bulunduğumuz sürecin (korona günleri) bir tanrısal mucize olduğuna olan kanaatim her geçen gün artmakta ve pekişmektedir.

- Birbirlerinin canına okumak için fitne, desise, kaos her türlü iğrenç planları yapmakla meşgul ve şeytanın bedava amelesi haline gelen beşerin planlarının üstünde bir planın varlığını hatırlatan;

- Kurdukları kapitalist ve emperyalist sistemin can damarı savaşları yaratmak için, bahane üretenlerin bu amaçlarını baltalayan;

- Amaç/maksat mertebesinde olan lakin bir makine dişilisi derekesine düşürülen insanın kıymetini yeniden hatırlatan;

- “Son dere kuruyunca, son bizon öldürülünce, son ağaç kesilince, paranın/banknotun  yenemeyeceğini” gözümüzün içine sokan;

- Musa’yı Firavun’un sarayında büyütürcesine, kapitalist düzenin bekçi köpeklerinin sarayında, korkuya, paniğe, acze yol açan;

- Salatı/paylaşmayı, kardeşliği, eşitliği, adaleti, hürriyeti hiç bir hal ve şartta kabul etmeyen kralları, müstekbirleri, sultanları; mazlumları, açlıktan ölenleri, yerlerinden haksız yere sürülenleri, hizmetçileri adeta ölüm gibi eşitleyen;

- Limuzinlerin arka koltuklarına kuruldukları ve önlerinde-arkalarında onlarca koruma araçları ile dolaşanları; yalın ayak gezenlere, tarlasında patates yetiştiren köylü anneye muhtaç olduğunu hatırlatan;

- Köylünün kurnazı ile şehirlinin nezaket timsali “centilmen”i dört duvar arasına hapseden;

- Adeta had bildirircesine, beşer tecrübesi ve birikimini temsil eden ihtiyar sınıfı hedef alarak, haddi zatında insan aklını yok eden;

- Aynı zamanda aile bireylerinin birlikte zaman geçirmelerine, birbirlerini daha yakinen tanımalarına imkan yaratan;

- İnsana, günahlarını itiraf edip, tövbeye/bulunduğu halden dönmeye, istiğfara ve af dilemeye fırsat yaratan;
- Bir hasta bakıcıyı, binlerce cübbeliye, sarıklıya, haçlıya, kipalıya tercih ettiren,

- Camileri, tekkeleri, kiliseleri, havraları müminlerinden/müntesiplerinden hali bırakan;

- Stadyumlara, spor, opera salonlarına, cafelere, kumarhanelere, barlara sinek avlatan;

- Bütün bu olup bitenlerden ders çıkarmayıp, ibret almayıp, yeni bir insanca yaşamın çarelerini inşaya hakkıyla gayret etmemekte direnenlere; yedeğinde daha büyük bir belayı/musibeti/VİRÜSÜ taşıdığını gösteren bir MUCİZE.

Beşerin tarih boyunca, üç farklı doğa anlayışı olmuştur. 

Bunlardan biri, Roma doğa anlayışıdır. Bu anlayışa göre; 

İnsan doğanın sahibidir.


Dolayısıyla ister gökdelenler diker, isterse sondajlar açar yerin binlerce metre altına iner.

Doğada her çılgın/acımasız projeyi, deneyi, denemeyi yapmaktan zerrece imtina etmez. 


İkinci anlayış ise, Budizm'in doğa anlayışıdır:

Doğa insanın sahibidir.

Birinci anlayıştakinin tam tersi diyebiliriz bu anlayışa. 


Üçüncü anlayış ise, İslam anlayışıdır:

İnsan ne doğanın ne de kendisinin sahibi değildir.


Hangisi daha insani? 

İnsanın kirli değmedikçe doğada abes yoktur.

İnsan elini doğadan çekmeli, doğa ile tabii bir uzlaşı ile beraber kendini doğanın kollarına bırakmalıdır.


Vesselam.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU